Cumartesi, Mayıs 31, 2008

Mısır Günlüğü

Birinci Gün
13: 43

Musluktan akan su da serinletmiyor ellerimi. Akşam yemeğini düşünmeye başlıyorum, aniden. Balık yemek gelmiyor içimden, her gece deniz kıyısında uyurken balık yemek istemiyor insan. Ya da ben. Yüzümdeki çizgileri seçiyorum. Dudaklarımın kenarına çentik atan iki küçük çizgi, bu senenin mahsulü. Banyonun loşluğu daha da derinleştiriyor sanki görünüşlerini. Geri çekiliyorum. Musluğu yeniden açıp, ellerimi yeniden yıkıyorum. Vücudumun değişen sınırlarını izliyorum, banyonun boy veren aynasında. Dışardaki isli, ıslak sokağın sesleri içeri süzülüyor. Bir kelepçe gibiydi zaman, taktın mı onu bileğine bilinmezliğe yolculukların gönüllü tutsağıydın. Adımı duymamazlıktan geliyorum. Kendimle ilgili tüm niyetlerimi bozdum; keşfe koyuldum zamana karışan renklerimi...

Cuma, Mayıs 30, 2008

Mısır Günlüğü

Birinci Gün
13: 33

Gıcırdamadan açılan demir kapıyı neyleyim? Yaseminleri geçince, bahçenin mermer taşlarının gasp ettiği yeşil alandan yürüyorum ağır adımlarla, iskeleye. Denizin kokusunu neden alamadığımı biliyorum. Ruzgâr da yok bugün. Ellerim hala yanıyor. İnce uzun ve mat tahtaları da gıcırdamıyor iskelenin. Ilık tuzlu su da damlamıyor artık ellerimden. İskeleye açılan geniş camlı kapının önündeki uzun masada oturuyor, beni bekleyen. Eski şemsiyenin altında, gazete okuyor.
"HEPSİ CEBE"
Uzatıp, emanet bırakıyorum beni yakan sıcaklığını, bekleyenin serin avuçlarına. Nemli ellerimle buluyorum cep telefonumu, çıkarıp koyuyorum masanın üzerine. Gülümsüyor. "Kenara ahşap, demir, çelik tel olmadı bi engel koymak lazım. Adımını atmıyor ön tarafa korkudan.." Denizin sesini duyuyor kokusunu alamıyorum, neden? "Gitme!" diyor, "Gerek yok, böyle iyi.." Gidiyorum. Adımlarımı serinletiyorum gölgesizliğin derin koridorunda.

Perşembe, Mayıs 29, 2008

Mısır Günlüğü

Birinci Gün
13:23

Hava sıcak. Çok sıcak. Çok yabancısı olmasam da hakim olmadığım sokakları ağır adımlarla geçiyorum. Yeşili az, betonu çok sokaklar. Ne çok köpek var. Avcumda hapis bozuk paraları cebime koyuyorum. Bozuk paralar, cep telefonumun metaliyle tempo tutuyorlar adımlarıma. Tuzlu ve ılık su parmaklarımdan kızgın betona damlayarak buharlaşıyor. İzliyorum. Kaybetmek için izler bırakıyorum kaldırım taşlarına. Hansel'in aksiyim. Çok sıcak. Ellerim yanıyor. Pişman oluyorum. Tuhaf bir kokusu var bu sokakların. İri gözlü çocuklar ellerime bakıyorlar. İrtifadandır, dert etme diyorum. Anneleri de bakıyor. Yol kenarındaki kedi, ellerimden damlayan suyun peşine takılıyor. Huyunu bilmediğim sokakları hızla adımlıyorum. Gülümseyerek izimi kaybettiriyorum. Aldığım tavsiyeye uyup bu kadar uzaklaştığım için pişman oluyorum. "Mutlaka!" demişti. Cümlenin sonunu beklemediğimi hatırlıyorum. Ellerim yanıyor. Ilık, tuzlu su tükeniyor, yol da. Caddeyi keskinleştiren yasemin kokusu içimi rahatlatıyor. Demir parmaklıklardan mevsimli mevsimsiz taşan yaseminler.

Pazartesi, Mayıs 26, 2008

La Moustache


Bir Emmanuel Carrère filmi. Yönetmenin aynı isimli kitabından sinemaya uyarladığı hatta senaryosunu da Jerome Beaujour ile birlikte yazdığı film, Chicago Film Festivali'nde Fipresci ödülünü almış. Geçen sene Istanbul Film Festivali'nde gösterimini kaçırdığım bu filmi iki gece evvel DVD marifetiyle izledim. "Ne çıktıysa, çıktığı anda izlemezse ölecek gençliği" gibi çalmadan, parasını bastırıp verdiğim yasal DVD'mi taktım makinaya. Huzur içinde uzandım koltuğuma. Yalnızım en kabasından iki saatliğine, tadını çıkardım.

Mesele özetle şu: Marc ( Vincent Lindon) dediğimiz evli ve mimar bir adamcağızdır. Yakın arkadaşlarının (acaba?) kızının doğum gününe davetlidirler ve her medeni insan evladı gibi uzun bir günün sonundadır, evden çıkmadan önce banyo yapıp traş olmaktadır. Aniden yıllardır kesmediği bıyığını kesmeyi düşünür. Karısına bu fikrini sorar. Umursamaz bir cevap alınca ya da aldığı cevabın içinde umursamazlık, ilişkinin monotonlaştığının ipucunu yakaladığını sanınca cırt diye keser bıyığını. Amacı karısını şaşırtmak ve ilişkiye yeni heyecanlar katmaktır (yürüyorum ben). Fakat gelin görün ki, karısı Agnès (Emmanuelle Devos) bu değişikliği fark etmez. Marc, önce bu durumun banyoda aniden içine kurt düşüren "Tavsayan Evlilik Sendromu"nun ispatı zanneder, bozulur. Sonra arkadaşları da fark etmeyince birlik oldular da onu kekliyorlar zanneder. Yine bozulur ama, sazan durumuna düşmemek için belli etmez. Efendime söyleyeyim, derken, şaka kakaya döner ve olaylar gelişir. Zaten içim sıkışmış. Boktan ve küçük bir erkek kaprisinden nasıl bir gerilim çıkacak, kesin bu kadını aldatıyor vicdanını da bıyık bokuyla aklıyor diye merak içinde o mükemmel oyunculukları izlerken olayların akışı tuhaflaşmaya başlamaz mı... O kadar gerildim ki, bir ara Marc'ın o turnikeden geçip şehirhatlarımsı vapura bindiği sahnede kalbim sıkıştı. Terledim. Nabzım hızlandı. Düğüm düğüm bir gerginlik içinde bastım stop düğmesine. Aaa! Sıçarım bıyığına da, boynuzuna da, sana da, yapacağınız filme de yeter kardeşim, dedim. Gidip yüzümü yıkadım. Bir bardak su içtim. Derin derin nefes aldım. Bir sigara yaktım ve izlemeye devam ettim.

Gerilim tanımlamasını sahiden haketmiş bir film La Moustache, evet. Babalar gibi bir gerilim filmi. Zaten daralmışım, çaresizleşmişim elalemin yönetmenlerinin ve aktör/ aktristlerinin kabiliyetlerine methiye düzmekten.

İzleyin. Ama çalıp çırpmadan...




•• Fotoğraf filmin resmi web sitesinden alınmıştır.

Mahallenin Mükemmel Abisi


Sahil yolunu tutturmuş dura kalka seyahat ediyoruz. Sarı Taksi, tertemiz. Sigara yasağını delmiyorum, kıyıp. Trafik ilerlemiyor, sohbet gibi. Gecenin kör vakti oluşan sokak korkusuna gelip takılıyor lafın bir ucu. nerelerden dolandığını hatırlayamıyorum.
- Eskiden mahallenin bir ucundan girdik mi, kendimizi güvende hissederdik. yürüyüşümüze bile güven gelirdi. Şimdi evinin kapısını açsan da güvende olamıyorsun diyor, taksici. Yorgunluktan olmalı uzatasım yok bu sohbeti. Belki de tanımadığım yeni sokakları geçip, kuytu bir aralıktan yaseminleri koklasam da ferahlamadan varabildiğim içindir yeni kapıma. Korkuyorum evet. Huyunu suyunu, deli bozuğunu, itini uğursuzunu bilemediğim bu yeni sokaktan korkuyorum. Köpek çığlıklarına, canhıraş kedi bağırtılarına uzatamıyorum kafamı eskisi gibi.
- Mükemmel abilerimiz vardı mahallede, şimdi nerdee??
diyor, lafın sonunu yakaladığımda. O lafına nokta koyuyor, ben dalıyorum, boğazın ışıltılı gürültüsüne. Benim de mahallemin abileri vardı. Yaz- kış takım elbise giyer, kahvenin önüne atılmış iskemlede otururdu bu abiler. Mahallenin genç dullarına, yeni yetişmekte olan tazelerine göz ucuyla bakmaz, bıyığı terlememiş oğlan çocuklarına yüz vermezler. Bayramlarda harçlık, kara kışta odun kömür, işsize iş, çulsuza çul, damsıza kahvede sabahlaması için icazet verirler. Maçlarda hakemlik, düğünlerde şahitlik, sünnetlerde kirvelik etmezlerdi. Adalet eksiğinden değil, alkışı sevmedikleri için. Kollarında kelepçe, zıpkın gibi iki jandarmanın kolunda salına salına çıksalar da bir sabaha karşı sokağınızdan, ilelebet mahallenin has abisi olarak kalırlar hatıralarınızda... Benim de mahallemin has abileri vardı. Mükemmel, sonradan girdi bizim dilimize.



•• rd, Tekirdağ 2007

Pazar, Mayıs 25, 2008

HATIRLAMALI: Swan Lake


Romeo ve Juliette, Tristan ve Isolde gibi ya da Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı gibi, Prens Siegfried ve Odette de sonsuz bir aşkın var olmamış kahramanları... Var olan kahramanlardan sonsuz bir aşk yaratmak için, sanatçı olmak, gerek ve yeter tek şart.

Like Romeo & Juliette and Tristan & Isolde or Ferhad & Shirin and Kerem & Asli, Prince Siegfried & Odette are also fictional characters of an eternal love. For creating an eternal love out of non-fictional characters, being an artist is the only condition required and adequate.




•••
Stephanie Walz in "Swan Lake", by Marius Petipa / The Young Dancers of the Washington Ballet
•• © Don Becker
Çeviri: Vedat Ozan

Cumartesi, Mayıs 24, 2008

Hatırlamalı: Omara Portuondo


9 Temmuz 2008 gecesi, Sepetçiler Kasrı'nda henüz yayınlanmayan albümü "Gracias"ı ve sahnedeki 60. yılını kutlayacağız. Albümün kayıtlarındaki eşlikçileri arasında Trilok Gurtu, Avishai Cohen, Roberto Fonseca, Jorge Chicoy gibi dünya ustaları yer alıyor. Unutmamalı...



•• Anders Rising

Istanbul Görüntüleri


Vapur mavi denizde ilerler. Eski ve yeni İstanbul içiçe... Şairin sesi vapura eşlik eder...

Şair- (ses) Kimlerle bir yatakta yatmadım ki
Kimlerden olmadı ki çocuklarım
Koptu tesbih dağıldı boncuklarım
İpi kaldı ellerimde
Unuttum.


Işıl Özgentürk- Ali Özgentürk senaryosuyla "At" filminden alıntıdır.
Şiir: İlhami Bekir


rd, Rumelihisarı 2007

Cuma, Mayıs 23, 2008

Sigara yasağı...


Garson yan masanın "Hesap lütfen!" diye seslenmesine karşılık bağırıyor yaklaşık 3 metreden.
- Yedi lira abi..
Hesabı isteyen masa da, biz de şaşırıyoruz garsonun bu davranışına, aynı anda koro halinde cevaplıyoruz:
- Ne?
Hesabı anlamlandıramadığımızı sanıyor garson, neden koro şeklinde cevap aldığına şaşırıyor ve açıklıyor aynı mesafeden:
- Abi, bir bira içmişsin??
Cihangir'in yeni mekanlarından birinde geçiyor olay, sanayi mahallesinde bir tostçuda filan değiliz, yanlış anlaşılmasın. Adını vermiyorum, çok sevdiğim için mekanın işletmecilerini ve kimi garsonlarını. Gülümsüyoruz birbirimize. Onlar hesabı ödeyip kalkıyor, biz menüden siparişimizi ayıklıyoruz.

Eşlikçim yeni mezun diplomalı şef. Amerikada okumuşundan. Memlekete yeni dönmüş. Hayatındaki ve mutfağındaki değişikliklerini konuşuyoruz. Yemek pişirme biçimim değişmedi, diyor. Hala bildiğin gibi yemek yapıyorum ama malzemeye bakışım değişti ve tekniğim. Demek artık soğanı babadan kalma usülle öldürmüyor diyorum içimden. Siparişi veriyoruz. Birer bardak "Öküz Gözü"yle birlikte şefin tavsiyesi üzerine: Funghi porcini.. Siyah zeytin istiyor üzerine..
Birkaç dakika sonra masaya ekmek sepeti ve zeytinyağı geliyor. Oldukça derin bir kasenin içi silme yağ dolu. Kase küçük bir elma büyüklüğünde. Üzerine pul biber serpilmiş. Birbirimize bakıyoruz. Tadıyoruz, yüzümüz senkronize ekşiyor. Eşlikçim, nezaketle şef garsonu çağırıyor masaya, ikram ettikleri zeytinyağının kaynağını soruyor. Öğrenip geliyor şef garson.
- Komili Rivieraymış..
Birbirimize bakıyoruz. Şarap bardağı yapış yapış. Eşlikçim daha kibar. Susuyor. Ben değilim. Yan masaya hesabı ünleyen garsonu bizim servisimizden çekmesini rica ediyorum, şef garsona nazikçe.
- Bi de barmen ellerini yıkasın..
diyorum, bardağımı geri uzatırken. İkramın geri kalanı sorunsuz geçiyor. Biz sohbeti istanbul'da mekan açılır mı açılmaz mı kaosuna bağlıyoruz. Saatler geçmiş. Eşlikçim soruyor.
- Sen sigarayı bıraktın mı?
Ben sigarayı bıraktım mı? Hayır. Oturduğumuzdan beri sigara içmediğimi fark ediyorum. Etrafa bakınıyorum. Kimseler sigara içmiyor.
-Lokanta filan gibi yerlerde Temmuz 2009'da başlıyor yasak..
diyor. Biliyorum. Çantamdan paketi çıkarıp yakıyorum bir tane, hatırlatma üzerine. Tütüyor masamızın dumanı. Birkaç masa daha tütmeye başlıyor birden bire. Güç alıyoruz birbirimizin dumanından. Sindirilmişliğimize inat. Korkutulmuş aydınlığımızı dumana boğuyoruz. Sahte zaferlerimize hazırlanıyoruz. Pencere önündeki masada oturan iki kadın huysuzlanıyor dumanlı halimizden. Hepimizin dumanı inatla o masaya doğru akıyor. Garsonu çağırıp fısıldaşıyorlar. Anlaşamıyorlar. Masadan kalkıp terk ediyorlar mekanı. Kapı önü masalarından birine geçiyorlar. Yazılmamış ittifakımız geçici bir zafer daha kazanmış sayılıyor. Onların hışımla terk ettikleri mekanda kendi dumanımızla kavruluyoruz.

Resim Koleksiyonculuğunun Püf Noktaları


İyi, geniş ve kârlı bir koleksiyona sahip olmak için göz ardı edilmemesi gereken 10 temel madde şöyledir:

1. Asla büyük ve ünlü ressamlarla ilgilenme. Genç birini bul, elindeki resimleri ucuza kapat! Unutma ki keşfetmenin mutluluğunu yaşamalısın.

2. "Nereden bulayım?" diye soracağına, misalen Ressamlar Derneği'ne git. Sekreter kıza yakın davran. Adres bankasını ele geçir. Adını beğendiğin yaşı genç ressamları seç, listele. Bir kutu çikolata yaptır, listenin en başındaki ismin evine git. Önce konuş, sohbet et, durumu anla. Etrafı iyi gözle. Bak bakalım sebat edecek mi, yoksa maymun iştahlının biri mi? Çizerek yaşamaya çalışıyorsa, ne ala! Yok resim yapmayı hobi olarak görüyorsa, evden hemen çık. Götürdüğün çikolata paketini alma, ayıp. Sıradaki adrese git.

3. Kısa yoldan karakter tahlili yap. Kullandığı renklere, evinin dekorasyon şekline, üzerine giydiği kıyafetlere bak. Kendini beğenmiş biriyse ondan birşey olmaz. İlk kötü eleştiride küsebilir ya da ilk iyi eleştiride götü kalkabilir, sermayeyi kediye yüklersin.

4. Hazır tanışmış ve atölyesine girmişken kullandığı malzemeleri kontrol et. Kaliteli malzeme mi kullanıyor, idareli kullanıyor mu, iyi gözle. Kalitesiz malzeme kullanıyorsa tablolar dayanmaz. Eğer ressamı beğendiysen malzeme hediye et. Tuale belli bir mesafeden bakıp bakıp, aniden boyaları boca ediyorsa bu stil çok boya kullanır, israf sever, çok para harcarsın uzak dur. Unutma, en az kırk yıl sonra para edecek yaptığı resimler.

5. Bütün testleri geçtiyse bir tane resim satın al. Arkadaşlarını tanıştır onlar da resim alsınlar. Hatta kime nazın geçiyorsa tut kulağından getir.

6. Bunun gibi iki ressam daha bul, aynı şeyleri yap.

7. Bekle..

8. Seçtiğin ressamlardan biri sergi mi açıyor, hemen ilgilen. Eleştirileri dikkatli takip et. Baktın ki parlayacak gibi hemen hısım akrabalarını bul. Vakit kaybetmeden ziyaret et. Mutlaka üç beş resim hediye etmiştir. Onları da satın al.

9. Doğduğu kente git. Belediye sarayına, uğra. Mezun olduğu okulu bul. Bak bakalım oralarda tabloları var mı, yoksa hemen bir iki kötü tablosunu bağışla.

10. Mutlaka meşhur bir ressamın tablosunu almak istiyorsan sergisinin son gününü bekle. Tam kepenkler kapanırken galeriden içeri gir. Satılmamış tablo varsa onu al. Ressamlar satılmamış tablolara içten içe küserler. Biraz daha düşük bir fiyatla satmaya razı edebilirsin. Müsterih ol! Büyük olasılıkla en değerlileri satılmamış olanlardır. Bu memlekette sergi gezenlerin, satın alanların çoğu resimden anlamaz. emin ol.




Bu yazı 24. 05 2004 tarihinde Ekşi Sözlük'te yayınlanmıştır.

Carnival painted by Lisa, 11 years old

Çarşamba, Mayıs 21, 2008

Nuh'un Gemisi!



"Damsız girilmez!" kuralı, ilk kez bu gemide uygulandı.
Sonrası malum: Tufan!




•• rd, Fethiye 1996

Hatırlamalı: Angie Cepeda


1974 doğumlu Kolombiyalı oyuncu. Tam adı, Angélica María Cepeda Jiménez. Avukat bir anne babanın kızı olan Angie, ablası Lorna Paz gibi oyunculuk yapmaya karar vermiş ve drama dersleri almış. Ufak tefek reklam filmleri derken, tv filmlerinde rol almaya başlamış. 1998 yılında rol aldığı soap opera "Luz Maria" ile şansı dönmüş. Civarda oldukça ün yapan Angie'nin, Mike Newell'in, Marquez'in romanından uyarladığı filmi "Love In The Time of Cholera"da görünerek şeytanın bacağını kıracağını ummuştum ama yine aslına dönüp yeni bir soap operada başrol oynamaya başlamış.

Hatırlamalı: Anita Ekberg



"Benim taşkınlık ve neşem sırf derdimi unutmak, kendimi avutmak için, ama bunu kimse anlamıyor."





Çeviri: Gökhan Özgün
La Dolce Vita

Salı, Mayıs 20, 2008

Hatırlamalı: Bufonaria Rana


(Linnaeus , 1758); Tonnoderia üst sınıfının, Bursidae familyasından kabuklu bir deniz hayvanı cinsidir. Erişkinleri 7.5 cm'i bulur. Indo- Pasifik ve Japonya'da yaşar. Kaya diplerinde bulunur. Rengi beyaza yakınlaştıkça kıymeti artar. Açık artırma sitelerinde bu kabuğa, 2 euro ile 25 euro arasında değer biçilir.

Koleksiyoncular açısından çok da önemli bir malzeme olmadığı, sıradan bir kabuk sayıldığı için varlığını sürdürmektedir. Kabuk kolleksiyonu meselesinde milyon dolarlar dönmeye başladığından beri, denizden henüz terk edilmemiş ve canlı hayvan çıkarma oranında %80 artış gözlenmektedir. Şu dünyaya insanın ettiği eziyeti eden de görülmedi.

Limonlu Akide


Bazı müesseselerce halen eski usul üretiminin yapıldığı geleneksel türk şekerlemesi. Ekşi şeker. Bilenler genellikle HacıBekir'den satın alır bu akideyi. Oysa Beyoğlu, BalıkPazarı'ndaki "Üçyıldız" da gıda boyası ve aroma kullanmadan limonlu akide üretir, halen.

BalıkPazarı'nın, Dergazaryan ve Artemis Market'inden sonra hatırladığım en eski dükkanıdır ÜçYıldız. Müessese, Galatasaray Lisesi mezunu Feridun Amca'ya dedesinden yadigâr. Beyaz tatlı da bulurdunuz, hiç şubesi olmayan bu dükkanda. Bergamutlu ve vanilyalısını hem de. Kalaylı, pırıl pırıl bakır kaplarda özel imalât reçeller satarlar. Vişne, gül ve çilek reçelinin tadı mükemmeldir. Mevsiminde yapılır reçeller. Denk gelirseniz mevsimine, ve ustanın keyfine, yabani elma reçelini mutlaka denemelisiniz. Göz kararı yapılır üç yıldız'daki bütün üretim. Sohbet ortaklarına bazan reçellerin, lokumların gizli tariflerini de veriverirdi Muharrem Usta. Muharrem Abi.. Muharrem kalfa.. Feridun Usta'nın kalfası. 35 yıldır birlikte çalışıyorlar. Ellisini geçmiştir, çoktan. Buralara ve başka bir yerlere de not ettiğim Menekşe Şerbeti'nin tarifini , rahmetli ananem Feridun usta'nın da ustası olan, babadan almış yani Ahmet Bey'den. Ben o zamanlarını bilmem, hatırlamam.

Çizgili, minik akideleri hatırlıyor musunuz? Ben, onları da çok severdim.

Pezevenk


Deterjan kolilerini açarken elime geçti kitap yeniden ve aklıma bizden birini getirdi. Nedense?
Zurnik'i hatırladım. Eski İstanbul'da en namlı "Randevu Evi" sahiplerinden biridir Zurnik. Madam Atina, Lüks Nermin, Ayşe Nimet ve Zurnik. En iyi müşterileri devlet erkanı ve ülkeye resmi ziyaret için gelen devlet adamlarıymış. Hatta gönderdiği kız, Endonezya Devlet Başkanı Sukarno'ya hastalık bulaştırdığı gerekçesiyle 27 Mayıs ihtilali esnasında içeri alınmış ve ifade vermiş. Oysa Sukarno'ya giden kız Zurnik'in değil, Lüks Nermin'den gönderilen genç bir sermayeymiş. Rahmetli Ananem öyle anlatırdı. Neyse... Zurnik'in bir şehir efsanesi gibi anlatılan hayatına dair pek fazla bilgi ve belge yoktur. Rivayete göre bazı belgeleri -adı bende saklı- bir gazetecinin arşivinde uyumaktadır. Uzun zaman Yeşilçam Sokağı'ndaki kahvelerde vakit geçiren Zurnik'in bizzat kendisinden duyduğum meşhur bir hikayesi vardır, herkesin yarım yamalak bildiği, duyduğu.. Aktarayım istedim.

Efendim, geçmiş zaman, Pera'nın şık lokantalarından birine girder Zurnik. Masasına doğru giderken diger bir masada oturan şık beylerden birinin "Pezevenk" dediğini ve kendisini gösterdiğini görür. Usulca yanaşıp, masada beyefendilere eşlik eden hanımlardan izin isteyerek bembeyaz keten örtünün üzerine cebinden çıkardığı dolmakalemle 'Pezevenk' yazar ve şık beyefendiye dönerek sorar:
- Burada ne yazıyor okur musunuz bayım?
- Pezevenk..
Zurnik ceketinin iç cebinden çıkardığı bir tomar parayla yazının üzerini kapatır ağır hareketlerle ve yeniden sorar,
- Ya şimdi ne yazıyor?
Adam cevap veremez. Kızarır bozarır. Zurnik devam eder:
- Umarım cebinizde nazarımda oluşan lakabınızı örtecek kadar para vardır bayım.




•••
Pezevenk, Iceberg Slim / Çeviri: Avi Pardo/ Parantez Yayınları, 264 sayfa,

Pazartesi, Mayıs 19, 2008

Unutmamalı: Hard Candy




22 Mayıs 2008 günü Roxy'de!

Bird On The Wire


Will the fire within the past the future, ever go out ?

The words, shall we ever understand that, like the living, they are also scared and scary
Don't cry no more!







••
Misty Harbor, Goyan Luchador

Unutmak


Kutu kutu boyalarla gizleyip yüzümüzü öyle yaşamaktır. Kaybetmenin sararmış yapraklı defterinde boş kalan, zamansız satırlara devrik cümleler yazmaktır. Geçmiş. Zifiri karanlık ıhlamur yaprakları altında fani gülücükler seçmektir kataloglardan. Bilge bir yalandır. Kanar. Derin uykular gibidir. Zamanın düzeltilmez sokaklarında akan bulanık bir nehir. Nereye gidersen git. Durmadan akar. Kirlenmiştir ayak izlerimiz.

Ya kimlere ödenmez borçlar içindeyiz?


•• Vedat Ozan

Geri Sayım Başladı: Elde Var Sıfır!

Pazar, Mayıs 18, 2008

At Kurtul!



Senden benden çok yaşıyorlar. Ölümlü olduğumuzun kişisel inkarıdır eşyalar. Biriktikçe özgürlüğümüzü çalsa da, bizden habersiz çoğalıp dururken onlar, kirleniyoruz. İçimizi acıtıp geçmişi hatırlatıyorlar. Döke saçıla yayılıyorlar hayatımıza. Karanlığa kuytuya hapsederek kurtulamıyorsun korkunç belleğinden eşyaların. İnadına daha parlak. İnadına soyunmuşlar çırılçıplak. Hayret! Herkes birbirine yar olmuş hemen.
Tasalar kavgalar unutulmuş. Onda çocukluğum, bunda ilk aşkım, ötekinde sancım, berikinde aldatılmışlığım. Bir dayanışmadır gidiyor insafsızca. Görmedim kimseyi böyle, hep birlikte aynı halet-i ruhiyyede. Bugüne kadar tatmadığın bir ortaklık duygusu mu aradığın, dal o karmaşanın içine bulursun. Yün atletler, uzun donlar, ambalajı açılmamış armağanlar, kuşaklar çoraplar, eski fotoğrafları hapseden ahşap çerçeveler, sırrı dökük aynalar, ucu kırık bir tabak, yorgun argın ama inatla var olmaya direnen o sarı zarfa isyan bayrağı açmış kartpostallar, neşeyle mürekkebini yeni gelenin üzerine kusanlar. Son nöbetinde sana geçmişi hatırlatacaklar.

Eşyaları ve üzerlerine yapışan anıları unutmak, bir tür intihar değil mi? Bile isteye unutmak. Göz önünden kaldırmak, satmak ya da bağışlamak değil, unutmak.
At kurtul!




••
rd, 2008 istanbul

Cuma, Mayıs 16, 2008

Akşam Pazarı: Ray Caesar



- kim bu? süper hasta bi zihin, kesin : ))
- senin blogdan dolaşarak vardım buralara..
- dolaylı hizmet die buna derim.. O değil de bu ray ciddi bi durum. Accık inceliim bakiim.
- kucumseme, rusun web tasarimina bayildim. derinine inersen, resimler de super.
- ulan ne akıllı köpekler var ahahahahaha
- sadece resim degil tipografi de var rusda
- şu ray kimmiş? Bi anlayıp anlatsana bana da. Yetmiyo benim ingilizcem:D
- 58 londra. dort kardes. "kopek olarak dogdum" diyor : )) pek cok sanat koleji ve kursu almis. mimari buroda bina tasarlamis vs vs. bir gece olmus annesi onu ziyaret edip "delikteki tavsani takip et" deyince kendini kendi resim galerisinde bulmus falan. ziyadesiyle anormal bir tip : ))
- aynen böyle koyuyorum blog’a : )))


Böyle yani.. Dahasını bilmek isteyenler için

Ray Caesar





•• Fotoğraflar ilgili eser ve kişilerin resmi web sitesinden alınmıştır.

Hatırlamalı: Anna Karina


Eski bir top model. 18 yaşında Paris'e gelir. Ünlü modacı Coco Chanel yeni yüz aramaktadır. Uzun zaman Chanel mankeni olarak anılır. Bu esnada tanıştığı Jean-Luc Godard "A Bout de Souffle" adındaki filme başlamak üzeredir. Anna'ya filmdeki "Patricia" rolünü teklif eder. Rol gereği soyunması gerekmektedir ve Anna bu teklifi geri çevirir. Bir yıl sonra Godard'la evlenirler.




Rivayete göre Godard, Anna'yı bu reklam filminde görünce etkilenmiştir.

Hatırlamalı: Andre Malraux


Kod adı: Colonel Berger. 22 yaşında karısıyla gittiği Kamboçya, Anghor'da dünyaca ünlü Khmer Tapınağı'nın mozaiklerini sökmeye teşebbüs suçundan (dahası, "kadınlar tapınağı" denilen yerdeki tapınağa adını veren heykellerden birini küçük parçalara ayırıp bir gemiye yüklemeyi denemiş ) yakalanmıştır. Tutuklamışlar. Fransa'ya dönen karısının çabaları sayesinde serbest bırakılmış. Daha sonra Çin, Afganistan ve İran'da yaşadı. Bir ara roman yazmayı bırakıp sanat tarihine yöneldi. On yıl kültür bakanı olarak görev yaptı. 1969 yılında Türkiye'de sansürlenerek yayınlanan ve toplatılan kitabı "L'Espoir - umut", otuz yıl sonra İletişim Yayınları tarafından yeniden basıldı. Yine rahmetli Attila İlhan çevirisi olan Les Conquérants yani "Kanton'da İsyan", Tahsin Yücel çevirisiyle yayımlanan "Les Noyers de L'Altenburg- Altenburg'un Ceviz Ağaçları" diğer kitaplarıdır. 1976 yılında 75 yaşındayken Paris'te öldü.

Derki:
Bir hayat hiçbir şeydir, ama hiçbir şey de bir hayat değildir.
Une vie ne vaut rien mais rien ne vaut une vie.
Andre Malraux

Unutmamalı: Freddy Cole Quartet

Freddy Cole (Piyano / Vokal) , Jerry Byrd (Gitar), Curtis Boyd (Davul), ve Zachery Pride (Bas)'ın oluşturduğu grup, 23 ve 24 Mayıs’ta İstanbul Jazz Center'da konser verecek.
Bir daha nasib olur mu bilinmez, unutmamak, kaçırmamak ve izlemek lazım...

Konser biletlerine; Biletix gişelerinden ya da
www.istanbuljazz.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Masa rezarvasyonları için telefon : 0. 212. 327 50 50

Türk Reklamcılığında Korku Teması


Yükselen değer olabilecek mi bilmiyorum. Ama ilk örneğini çekme cesaretini gösteren "Gülen Boya" markası ve yaratıcı grubuna teşekkür etmeyi bir borç biliyorum. İşte, Türk Reklam Tarihine adını altın harflerle yazdıracak ilk korku öğesi içeren, Firavun'un dirilişi temalı: Gülen Boya reklamı ve başrol oyuncusu Ajda Pekkan.. Bu cesur adımı atmak da Diva'ya yakışırdı!


Reklamın tamamını izlemek isteyenler tıklasın... İyi Seyirler!

Perşembe, Mayıs 15, 2008

Pembe- Mavi


Yaşam pratiği açısından bakarsak pembe kadın olmayı, mavi erkek olmayı çağrıştırır. Böyle sembolik bir görev üstlenmişlerdir. Mavi denilen renk, kartelada "ana renk" olarak kurumla otururken, kadın denilen cinse Magenta'nın sulandırılmışının yani beyazla inceltilmişinin bir sembol renk olarak lâyık görülmesi cinsiyet ayrımının önemli bir ispatı değil midir?

Feministlere ve anti seksistlere ihbarımdır..




•• Vedat Ozan

İncir Ağacı


Bu ağacın varlığıyla ilgili kanıtların insanlık kültürü kadar eski olduğunu göz önüne alırsak toprak ananın en fani meyvasının insan evladı olduğu kanaatine bir kez daha varabiliriz. İncir, ağacı ve meyvasıyla hatta yaprağıyla bile karşımıza her dikildiğinde ya verimlilik sembolü, ya "onur verici bir hediye" olmuştur. Heredot inciri kurutup yaşamın on temel nimeti saymıştır. Kah meyvalarını toprağa sermiş dişi bir kurt beslemiş, kah gölgesinde Siddharta'yı eylemiştir. Etinden sütünden yararlandığımız bu ağacın besin zincirimizdeki yeri de oldukça enerji yüklüdür. Şeker, kalsiyum ve fosfor deposudur. Ve dahi yerli malı, yurdun malıdır. Zamanında Amerikalılar buralara kadar okumuş adamlar yollayıp incir meselesini araştırmış, öğrenmiş ve öylelikle memleketlerinde ekim dikim işine girmişlerdir.

Üç Maymun: Three Monkeys


Nuri Bilge Ceylan'ın filmi Sean Penn'in jüri başkanı olduğu 61. Cannes Film Festivali'nde yarışıyor. Film henüz tamamlanmadan İtalya, İngiltere, İrlanda, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, Yunanistan, Hindistan ve Rusya'ya satılmıştı. Yavuz Bingöl, Hatice Aslan, Ahmet Rıfat Şungar, Ercan Kesal ve Cafer Köse'nin rol aldığı filmin yarın akşam saat 22.30'da Grand Theatre Lumiere'de basın gösterimi yapılacak.

Şansı bol olsun...



Gökhan Tiryaki


Çarşamba, Mayıs 14, 2008

Farkında mısınız?



Arçelik Anneler Günü ilanını, görseli üzerinde "küçük" oynamalar yaparak yayınlayan Milli Gazete, bana bir zamanların Türkiye Gazetesi'ni hatırlattı. Yani yeni bir durum değil bu. Eski bir temayüldür, dini bütün medyamızın biz parçalanmışlara reva gördüğü. Onlar da ilanların üzerinde oynarlardı. Hiç unutmuyorum, Trakya tarafının altından girip üstünden çıkarak konut üreten "Demirkaya İnşaat"ın illüstrasyon reklam görselindeki havuz kenarında oturan mayolu kızlara sansür uygulamışlardı. Prova baskının üzerine pistoleyi dayayıp, çamura çevirmeyi göze alarak. O zamanlar firma "Tahrifat" davası da açmıştı. Sonuç? Tatlıya bağlanmıştı elbette. Sermaye her zaman galip gelir! Tıpkı bugünkü gibi...

Arçelik yetkililerinden ağır ayar alan Milli Gazete, ilanı yeniden ve müdahale etmeden yayınlamış. Madem geri adım atacaksın niye öne çıkarsın be şaşkın, diyesim geldi.
İşte etek- kol boyları uzamış, omuzlar itinayla kapatılmış Milli Gazete versiyonu ve orginal Arçelik Anneler Günü ilanı..

Michael Clayton / George Clooney


Sinemanın yakın tarihinden geçen en çekici erkeği George Clooney'in "çok yüksek" bir oyunculuk performansı çıkardığı söylenen, en iyi film, en iyi yönetmen kategorileri de dahil olmak üzere 7 dalda Oscar adaylığı çıkaran ama sadece Tilda Swinton'a Supporting Role'de Best Performans ödülü kazandıran bu filmi dün akşam legal, bandrollü bir DVD'den izledim. Ne uzun bir cümle!

Filmin ne yazık ki, klişeleşmiş konusu ama başarılı bir senaryosu var. Yazık, çünkü yine bir büyük ticari firma, yine halkın sağlığıyla oynayan üretimler ve onun sıçtığı bokun üzerini kapatmasını kolaylaştıran hukuk sistemi ve avukatlık müessesesi tartışması var. Kanıksıyoruz ve Hollywood üzerine düşen görevi yapıyor. Neyse, henüz izlememiş niyetlilerin şevkini kaçırmamak için filmle ilgili fazla söz etmek niyetinde değilim. Ancak filmi mükemmel sınırına getiren bir sahneden bahsetmek lazım. Michael'ın dönüş yolunda rastladığı, sabahın alacalı ışığında bir mucize gibi önüne çıkıveren atları görüp arabadan indiği sahne, bana göre "Hollywood Gişe Filmleri" klasmanında rastlanacak en iyi sahnelerden biridir. Over Acting ve aksiyon bağımlıları beğenmeyebilir bu sahneyi ve Clooney'nin oyunculuğunu ama filmin en iyi sahnelerinden biriydi, evet.

Zaten dağ bayır ortasındasın, çayır çimen ortamında 3 tane at görüp de arabadan niye inersin be hey adem evladı, diye eleştirilen ve bir sonraki sahnenin hayırlısıyla gerçekleşmesi için kurulmuş sıradan bir senaryo tuzağı olduğu iddia edilen bu sahnede Clayton, yola yakın duran ama uzaktan bakan, kendini özgür varsayan ama gem vurulmuş, mağrur ama arafta kalmış atlarla kendi yaşamı arasındaki büyük benzerliği fark etti... Geçmiş hayatını ve o andan sonra olabilecekleri temize çekti. Musa'nın sopası neyse, atların rolü de aynıydı avukatın hayatında.

Üstelik uzunca bir zamandır, Hollywood sarkacında bulunuşunu sebeplendirmeyi deneyen, oyunculuğunun geçirdiği mutasyonun altını çizmeye çalışan Clooney, bu filmde rol alarak kariyer dümeninin aksını kırdığını da ilan etmiş gibiydi. Sonuç olarak bu filmin final sahnesi bile ülkemdeki çeşitli oyunculuk okullarında ders olarak incelenmeli ve oyuncu adaylarının izlemesi sağlanmalıdır.



••
Fotoğraflar ilgili kişi ve eserlerin resmi web sitelerinden alınmıştır.

Salı, Mayıs 13, 2008

Hendrik Dorgathen



Çizgi Roman'ın Almanya'daki başarılı üyelerinden biri. Tipik bir orta sınıf Alman ailesinin çocuğu. Büyürken çizgi roman okumaya ve yaratmaya merak sarar ve 27 yaşında bu merakını profesyonelliğe transfer eder. Sanat okuluna gitmesini öğütlerler, tekniğini geliştirmesi için ama "çok geç.."der. Robert Crumb'u keşfettiğinde çizgi roman denilen aracı kurumun, kişisel, gündelik şeyleri de ifade edebileceği kanaatine varır. Uzun hikaye anlatmak konusundaki kasıntılardan böylelikle sıyrılır. Gelişim sürecinde laboratuvar olarak nitelendirdiği "Zomix" dergisinde anlatım teknikleri üzerine denemeler yapar. Parlak düz alanlar, sert köşeli kenarlar ve dinamik bir çizgi görürsünüz eserlerine baktığınızda. Postmodern alıntılar yapar geleneksel olanla, çağın nimetleri arasında. Dorgathen'in çizgisi gevezedir, sıkı eleştirir ve gözlemcidir. Anlatma halini resim karelerinin içinde kendiliğinden gelişsin diye bırakır ve konuşma balonu içinde de harfler yerine şekiller ve semboller kullanır. İnsan hakları, savaş, iletişim(sizlik), din, tüketim gibi konuları oldukça sert ele alır.
"Südeutsche Zeitung" gazetesi için çizdiği, "Presence of Future" isimli seri banttaki, "Adam" (adem) tiplemesi Dorgathen'in sert ve dışavurumcu tavrının en iyi örneğidir. Onun tarzını en iyi ortaya koyan ise "Space Dog" isimli çizgi romanıdır. Kare kafalı, minik ve kırmızı bir köpek ve onun yalın öyküsü. Çizgi roman dışında birçok video, müzik ve animasyon'a kendi çizgisiyle katılan Dorgathen, bilgi toplumu insanları olan bizlerin görmeyi ve algılamayı keşfetmesine hizmet eder. 1957 doğumlu Hendrik Dorgathen'in Grafist 2000 kapsamında ülkemizde de bir sergisi olmuştu.


Tık Tık!


•• Fotoğraflar ilgili kişi ve eserlerin resmi web sitesinden alınmıştır.

Hatırlamalı: Dolores Del Rio



1905 yılında Durango, Meksika'da doğan, bu zarif ve güzel kadının asıl adı "Dolores Martínez Asúnsolo y López Negrete"dir. 20'li yıllarda sinemanın Lolita'sı diye bilinirdi. Roman Navarro sayesinde film sektörüne girdi. Sessiz dönemin dişi Valentino'sunun ilk filmi 1925 yapımı "Joanna". 1964 yılında John Ford'un ünlü western filmi "Cheyenne Autumn"un unutulmaz ispanyol dilberi, Flamming Star'da Elvis'in annesi, La Cucaracha'nın Isabel Puente'si,"Children Of Sanchez"in büyükannesi ve siyah-beyaz dönemin en mükemmel Carmen'i, 1983 yılında California'da öldü.

Unutmamalı: Michael Haneke


23 mart 1942 doğumlu, felsefe eğitimi almış, ürettiklerinin dividi'si, visidi'si, diviks'i zor bulunan ve dahi korsana yar olmayan; yani taammüden takip edilmesi gereken, münhasıran rahatsızlık yaratan, Kafka'ya layikiyle ihanet eden, yakışıklı, seyirciyi filmine kabul edip piç gibi tek başına bırakıveren, "Kapına yumurta istemeye gelen yakışıklıya sırnaşma", "Çoluk çocuğun önünde ağzından çıkanı kulağın duysun kardeşim!", " Kefenin cebi yok...", benzeri sağlam sosyal öğretiler içeren filmler çekmeyi tercih eden, Isabelle Huppert ölürse kimi oynatacağını merak ettiğim tek yönetmen.

Şimdilerde kendi yazdığı "The White Tape" adında bir hikayeyi çekmeye hazırlanıyormuş. 1. Dünya Savaşı'nı tepetaklak etmeye karar verdi herhal...


•• Photograph Michel Euler/AP

Hatırlamalı: Lucky Luciano


26 Ocak... Yani ağır bir kış gecesi... Önceden randevulaştığı, hakkında iyi bir hikaye yazacak olan senaryo yazarı ile buluşmak üzere Napoli Havaalanı'na gelir. Yazarı karşıladığında, kötüdür. Zayıf olan ve önceden de birkaç krizle bu zayıflığını gösteren kalbi, daha fazla dayanamaz. Havaalanının zeminine yığılır. Ciddi bir kalp krizi geçiriyordur. Dayanamaz. Lucky Luciano'nun Birleşik Devletlere girmesine ancak ölümünden sonra izin verilir. Mezarı, New York'daki St. John's Mezarlığı'ndadır.

Evden çıkarken unutulanlar


Kimi zaman kahkahalar, çoğu zaman da gözyaşlarıdır. Misal komik bir film izliyorsundur. Karnını ağrıtan kahkahalarını böler telefonun sesi. Sokağa döker seni. Çocukken unuttuğun gözyaşlarına eşlikçi bırakırsın kahkahalarını da. Yağmurun geldiği yere bakarsın. Göz çukurların suyla dolar. Suyun ardından da bakarsın. Yağmur düşer derinden. Öyle derinden. Eskiden olsa, her su birikintisine dalar, aheste beste, yağmurun tadını iliklerine kadar çıkarırdın. Şimdi üstün ıslanmasın, façan bozulmasın telaşındasın. Hadi canım sen de! Ne ilgisi var? Kendini de unutmadın ya evde. İster misin şimdi, yoldan geçen biri cebinden asma kilit çıkarıp tamamlasın bu boktan sahneyi..




•• ©Dmitri Goutnik 2005


Pazartesi, Mayıs 12, 2008

Tomris Kuzu



Mimar Sinan Üniversitesi, Güzel Sanatlar Fakültesi, Sahne Dekorları ve Kostüm Tasarım bölümü mezunu genç bir tasarımcı Tomris Kuzu. 2003 yılında Şehir Tiyatroları'nda sahnelenen Macbeth'in dekor tasarımını yapmış. Son olarak da Semaver Kumpanya tarafından sahnelenecek olan "Çirkin İnsan Yavrusu" adındaki oyunun kostümlerini...

Mesleğine bakışı, kendi cümleleriyle şöyle özetli: Sahne Dekor ve Kostüm Tasarım eğitimi ve sahneleme deneyimimin artistik ve disiplinlerarası boyutuyla üniforma sektöründeki müşteri talebi analizi, trend takibi, ergonomi, işlev, seri üretim ve kalıp deneyiminin teknik boyutunu birleştirdiğim anlayışımla tekstil sektöründe yaratıcı ve trendlere uygun koleksiyonlar hazırlamak.

Uzun lafın kısası; geliyorum diyor..
Hayırlısıyla...

••• Çirkin İnsan Yavrusu/ Elif

Pazar, Mayıs 11, 2008

Hatırlamalı: Butterfly


Neye niyet, kime kısmet demişler, doğru söze ne hacet. Yarın öğle vakti çıkacağım "Kelebek Avı" sonrası yazacağım yazı için telif ödediğim fotoğraf sitelerinin dışında alternatif dia bankası bakınırken rastladım bu tatlı kelebeğe.. Gece vakti içim geçti. Eylül 2005 yılından beri üretimdeymiş Leyla Akçağlılar ve Ebru İpekçi'nin bu çikolata butiği... Sanırım en son ben duydum. Olsun. Geç olsun güç olmasın. Ürünlere ulaşabileceğiniz yerler Alkent, İstinye Park ve Akmerkez. Lafı çok uzatmaya gerek yok. Butterfly, temelde el yapımı çikolata ve pastane ürünleri satan bir butik. Mükemmel hazırlanmış, bütün ürün gamını açık açık gösteren, tarifler veren ve müjdeler olsun ki "online" alışveriş yapmanıza imkan sağlayan bir websitesi var.
Tadım ve online alışveriş hakkında detayları da haftaya pazara yazarım artık..


TIKLAYIN!

••• Kırmızı Acı Biber Pataman Hurma
•• Fotoğraf ilgili kişi ve eserlerin resmi websitesinden alınmıştır.

Ayakkabı Çılgınlığı


Her kadın sadece kendinde görülen nadir bir hastalık olduğunu düşünür ayakkabı tutkusunun. Oysa oldukça yaygın bir hastalıktır. Özellikle sıradışı tasarımcıların elinden çıkmış her biri eşsiz birer sanat eseri gibi parıldayan ayakkabılar... Bu pazar gününü ve bundan böyle her pazar gününü kendime ve alışveriş hastalarına hizmet günü olarak ilan etmiş biri olarak, deha niteliğinde bir ayakkabı tasarımcısını tanıtmaktan gurur duyarım.

İşte Storm Schmooz ve koleksiyonundan örnekler...










Adres: L'Atelier Storm Schmooz 161.211.24 (PG)

KLOCK



"Her mekan farklı bir ruh farklı bir renktir... K’lock sizin için, size özel hazırladığı tasarımlarıyla duvarlarınızdaki yerini almayı bekliyor. Yaşam tarzınız, zevkleriniz ne olursa olsun sizin de beklentilerinizi karşılayacak birçok seçeneğe sahip K’lock koleksiyonunda ahşap,metal, akrilik, cam, keçe ve deri dekoratif tasarımlarda bir araya geliyor. "
Basın bülteninde böyle tanımlamış yaratıcı ekip kendi üretimlerini. Tamamı el yapımı, sınırlı sayıda üretilmiş özel ve özgün tasarımlar içeren koleksiyona her sene yeni modeller ekleyerek ancak çok satılan modelleri de satışta tutarak yollarına devam edeceklermiş. Bu saatlere tek tıkla ulaşıp, online satın alabileceğiniz gibi, yok ben elleyip koklamadan alamam diyorsanız, şimdilik İstanbul'da Suadiye ve Anadolu Hisarı'nda iki mağazada açılmış corner'larını ziyaret ederek satın alabilirsiniz.





Üstelik, doğum günümde bana bir adet

KLOCK

hediye etmek isteyen olursa, şu üstteki turuncu olanı beğeniyorum. Adı: Havana



••
Ürün fotoğrafları markanın resmi web sitesinden alınmıştır.

Zaman Akıp Gider Durulmadan*


Yokuş aşağıya iniyor hayat, kendine göre bir tempo tutturmuş işte. Durur muydu öyle sen istedin diye? Durup da gülümser miydi uzaktan? Durur mu kuş, kaçar korkusundan. Durur muydum ben? Durdum. Duruldum. Günün, benden çıkan ve benim de duyduğum ilk sıradan cümlesini kurdum. Bugün gibi sıradan bir gün. Her köşe başında çiçek arıyorum bugün. Çingeneler nasıl tasasız, işveli, birinin önünde dursanız, her biri dalıyor ya araya. Hayatdan alacaklarımız da böyle, önünde ya da kuyruğun sonunda. Şimdi sarı, top top çiçeklerde benim aklım. Mimozalarda. Bir kucak mimozayla devam etmeli yola, mimozaların arkasından seçilmiyor bu karmaşa nasılsa.

Hani kızdırılmış büyükler, kızdıran küçükleri bir yerden bir yere hırsla koyar ve bir tehdit savurur ya, bir yere kıpırda da gör gününü diye, zaman da böylesi bir hırsla düşüvermiş gibi peşimize. Ama insanoğlu bu, en efsunlu çabanın bile anlamsızlığını anlayamaz da piramitlerden birkaç yüz ayak uzakta, eğilir ve bir avuç kum alır avucuna sonra biraz ilerde sessizce dökülmeye bırakır. Fısıltıyla der ki: Sahra'yı değiştiriyorum. Oysa hepimiz hayatın ortasında bir o yana bir bu yana koşuşturuyoruz. Gösterdiğimiz yerden ses geliyor sanıyoruz.

Şimdi zaman dursun öyleyse, ben sırayı değiştiriyorum!



* Orhan Gencebay
rd, Dolmabahçe 1998

Cumartesi, Mayıs 10, 2008

Hatırlamalı: William Lyon Phelps


"Hiçbir zaman bir kadına ondan daha zeki olduğunuzu göstermeye çalışmayın, tabii eğer bir kadın değilseniz."






Çeviri: Gökhan Özgün
•• Mirrored, © SuperStock, Inc.

RUM CAY


San Salvador'un 35 mil güneyine denk gelen Bahama Adalarından biri. Nassau'dan dahi pırt diye uçabileceğiniz bir adet havaalanı bile varmış. Uçan kaçan, dalan çıkan, yüzen gezen herkeslerin pek bildiği, pek sevdiği bir ada. Zamanın bütün korsanları, hırlısı hırsızı bu adada barınmış, hattı zatında... 1965 yılında Sir Robert Little denilen zat-ı muhterem bu adaya ilk yerleşenlerdenmiş. En son 1990 yılında sayım yaptıklarında adada yazlıkçı-kışlıkçı toplam 53 kişi barınmaktaymış. Ardından adacık almış yürümüş. Hatta ilk olarak Sir Robert'in mirasçıları "Sumner Point Marina"yı açmışlar. 1995 yılında ada hepten yerleşime açılmış. Son duyumlarıma göre Cotton Field Point'da yapılması düşünülen yeni bir marina- otel inşaatı için 5 büyük firma birlik olup bir proje hazırlamaktaymış. 700 milyon dolar'a mal olacakmış bu yeni resort marina. Sen hâlâ otur burda.

Özel Bilgi: Rum Cay'da değil ama hemen karşısındaki Long Island'da uygun fiyatla arsa ya da okyanus manzaralı müstakil barınaklar bulunabilmekte. Yatırımcılarına duyurulur.





Duydunuz dalgaların sesini!

Çay Saati


Bir bardak çay.. İnsanın içini ısıtır, durup dururken... Yoksa üşümüşsün de, ısınmak istemişsin değil. Mesela, ters tarafından uyanmışsın sabaha. Kötü bir haber almışsın, olmayan keyfini eni konu kaçırmışsın. Ceketini de unutmuşsun evde, havanın ayazını yemişsin. Bitmedi! Mesela kasketin de yok başında, yağmur bastırmış o anda. Kavga etmiş olsun bir karı koca, tam da senin önünde. Bir kadın elinden tutup döverek sürüklesin çocuğunu. Yetmesin, otobüs şoförü son anda uyandırsın seni, canhıraş bir fren sesiyle fırlatsın ileri..

Dahası da var, bir araba hızla geçsin yanından, yolun çamuruyla baştan ayağı ıslan, içindeki dünya güzelinin yüzünü buruşturması da cabası... Vapuru son anda kaçır, koşarken uygun adım marş, bir çam yarmasına çarp, azarını işit, devam et yoluna. Büyük ikramiyeyi bir rakamla kaçır. Gazetelerde de haberler kötü olsun, her yerde didişme, açlık, kıyamet, yalan, talan gırla... Sonunda vardım derken ekmek kapına, anahtarın olmasın yanında, mesela!

Nasıl ısınır adamın içi böyle zamanda? Güzel bir söze ne derdiniz? Bir selama, iyi bir dileğe, geri çevrilemeyecek bir teklife? Bir bakış da ısıtabilir insanın içini aslında. Hararetli bir el sıkış da, gizli bir anlayış da ısıtır. Bir rastlaşmaya tanıklık da...

Oysa çok zaman bir bardak çay hepsine bedeldir. Bir kere güzel bir sözdür tek başına bir bardak çay. Sonra bir selamdır, almak gerekir. Hal hatır sorar, karşılık vermeli. İyi bir dilektir, bu kesin, iç de ısın der, ikiletmemeli. Ya nasıl geri çevrilir ki, çay içer misiniz nezaketi? Ah, bir bardak çayı kavrar gibi kavrasak bize uzanan her eli.. Bir bardak çay gibi dindirsek öfkemizi.. Tam zamanında önümüze uzatılmış, elimize tutuşturulmuş bir bardak çay gibi minnet duysak hayata, başkalarına ve kendimize..

Kötüden ne kalırdı geriye?



•• rd, istanbul 2008

Gül Bayramı: Richmond Nua


Bulunduğu mevkiye ilk kez gidiyorsanız, oteli bulacağım diye didinip sonunda kaybolma ihtimalinizin yüksek olduğu göl manzaralı bir spa merkezi burası. Bir kez konuk oldunuz mu, evinize broşür, yeşil elma, gül dolu keseler filan yani ellerine ne gelinse promosyon niyetine yolluyorlar. Bu sebeple iletişim adresi verirken dikkatli olun. Ne diyordum? Hah! Tabela mabela hak getire! Eğer yolu ve civarı bilmiyorsanız, kaybolmanız işten bile değil ya da ben yeteneksizim. Neyse ki bakkal çakkal, bisikletli teyze, burnunu karıştıran amca filan oteli ezberlemişler de, el kol muhalefetiyle bulabiliyorsunuz yerini. Mimari yapısı oldukça sade tasarlanmış. Göz yormayan iç dekorasyonu ve oda düzenlemeleriyle adımınızı attığınız andan itibaren dinlenmeye başlıyorsunuz. Odalarda beni rahatsız eden tek detay, banyonun baş köşeye konuçlandırılmasıydı. Odadan içeri giriyorsunuz iki tarafı camlı, kapısı sürmeli, kilitlenemeyen bir banyoyla gözgözesiniz. Jaluzi maluzi hikaye! Misal ben konakladığım süre boyunca kat tuvaletini kullandım. Üstelik epeyce bir sıra bekliyorsunuz kat tuvaletlerinde.

Otel personelinin en dikkat çekici yanı hepsi çok genç, deneyimsiz ama gayretli. Buna rağmen otel yönetimi, spa personeli konusunda önceden aldığı eleştirileri dikkate almış olmalı ki, durumu toparlamış, bilumum çekik gözlü güzel kızı ve adamı ortalığa salmış. Yerli spa'cıların da tamamı spor akademisi mezunu, yetenekli gençlerden oluşmuş. Bütün buhar banyoları, tuzlu sıcak, tuzsuz sıcak su havuzu, açık havuz, göl kıyısındaki efil efil esintili kabanalarda özel çift masajları ve elbette göl manzarası aldığınız program dahilinde sabah 07.30-22.00 saatleri arasında emrinize amade. Masajlar, Türk Hamamı, Kleopatra Banyosu, Vip odalar, cilt ve vücut bakımı denilen asıl naneler ise ekstra ücrete tabi. Sözde otel içinde / dışında değişik yerlere kondurulmuş 3 değişik mutfağı içeren restoran var ama tamamında İtalyan Mutfağı hakim. Yine de yemekler güzel. En şaşırtıcı olan da otelin geniş ve oldukça kaliteli bir şarap listesine sahip olmasıydı.

Tabii ki otele 14 yaşından küçük çocukların alınmaması da ayrıca bir rahatlık konusu. Hoş, bulunduğum tarihler nedeniyle mi bilmiyorum ama otel müşterisinin yarısı müze ziyaretçisi kılıklı Zeytinburnu sosyetesinden, diğer yarısı da hafta arasında yabancı uyruklu hanım kızlarımızla gündelik nikahlı pamuk tüccarı kılıklı adamlardan oluşmaktaydı. Spa alanında, otelin verdiği şık keten kimonolara sıkı sıkı sarınmış kadınlar ve adamlar elele tutuşarak gezinip, buhar odalarına ve etrafta yatıp uzanmış diğer insanlara meraklı gözlerle bakıp duruyorlardı. İlik gibi genç kızların başını bekleyen amcalar, "Lan karıyı boş bırakırsam biri kapar mı?? Sikicem havuzunu mavuzunu kızım, sıcaktan imanım gevredi, gel odaya çıkalım!" bakışlarıyla etrafı süzüyorlardı. Eh, koca tesisi böyle müze ya da gecelik otel gibi kullanırsan ücretler fahiş tabii. Darıca Kuş Cenneti'ne gideceksiniz o zaman.. Yok, ben iki gün kaçamak yapıp vücudumu ve ruhumu dinlendireceğim derseniz de, fiyatları oldukça uygun.
Umarım bu müşteri portföyü mevsimsel veya sadece bir tesadüftür. Aksi halde Richmond Nua Wellness Spa, bu hızla giderse tez zamanda e5 kıyısındaki otellerden birine dönmeye adaydır nazarımda...

Şimdi de "Gül Bayramı" vesilesiyle müşterilerine bir paket hazırlamışlar. 18 mayıs itibariyle, 2 günlük, 2 kişilik kahvaltı dahil fiyatı: 1420 ytl.-
Eğer giden olursa, dönüşte bildirin yorum niyetine, var mı otelin halinde tavrında bir değişiklik, taze haberleri sizden dinleyelim..



•• Fotoğraf ilgili kişi ve eserlerin resmi web sitesinden alınmıştır.

New Balance

Annenizin size koşarak sarılmasını istemez misiniz?

Bu soru email kutuma düştü bu sabah. New balance'ın "Anneler Günü" kampanyasının sloganıymış. Görseline bakıp, çayımdan ilk yudumu alırken, düşündüm. Annemin koşarak bana sarılmasını istemez miyim? İster miyim? Cevabı bilmiyorum. Şimdilerde ne zaman bir televizyon programını izlese, gazete haberi görse orada rastladığı kayıp ruhlar ve kırık hikayelerle kendini/ beni kıyaslayan anneme koşarak sarılmak ister miyim... Gerçekten bilmiyorum. Ne tuhaf.. Bütün bunları bir reklam yüzünden mi düşünüyorum? Hiç sanmam..

İlk çocukluğum çoğunlukla sokakta yürürken yere bakarak, derin iç çekişlerle, göz yaşlarımı gizleyerek ama hızlı adımlarla önden giden anneyi takip ederek geçti. Öğretmenin ya da sıra arkadaşımın annesinin sıradan bir şikayetiyle tetiklenen annemle nadiren okuldan eve "elele" dönerdik. Genel pozumuz: anne önde sinirli, çocuk arkada gözyaşları eşliğinde... Arada bir durup, geriye dönerek zılgıta çoğunlukla da dayağa devam ederdi annem. Hergün gidip geldiğim, tanıdık bildik o sokaklarda, "Önde giden bu kadını tanımıyorum..." edasıyla kapı önlerindeki esnafa kaçamak bakışlar atardım. Okul yolum, benim yediğim dayaklarla bitmek bilmez bir dünya turu gibi gelirdi bana. Bazan tatlı neşeli çıktığımız alışveriş gezilerinden de dayak yiyerek dönerdim eve. Uyardığı halde yapmadığım çişim , alışveriş turunun ortasında geliverince de sonum dayak olurdu. Hangi büyük suç dayağı mazur gösterebilir, tartışmasına giremeyeceğim yaşlarımdaydım. Şimdi bakınca daha iyi anlayabiliyorum geçirdiği öfke nöbetlerini. Sadece sokakta değil, kapalı mekanlarda da anne dayağından kaçmayı beceremeyenlerdendim. Kaçmayı gururuma yediremezdim. Kıstırıldığım köşede paşa paşa dayağımı yerdim. Masa altına, anane kucağına, tuvalete ya da sokağa kaçıp, sinir anını geçiştirmeyi kendime yediremezdim. Dayak yerdim.. Sebepli sebepsiz, haklı haksız, farketmez. Şimdi annemin koşarak bana sarılmasını ister miyim? Bilmem. Refleksle yüzümü kapatabilirim, yine bir tokat geliyor sanarak. Kimbilir.. Dayakla büyüyen çocuklar bilir.

Sonra o anne yaşlanır. Siz büyürsünüz. Artık ne yediğiniz dayakların önemi kalmıştır, ne de sebeplerinin... Tartışmazsınız, tartmazsınız. Sadece bir insanın, elinden kayıp giden yılları için kendiyle giriştiği beyhude hesaplaşmasını ne büyük bir acıyla yaşadığını gözlersiniz. Annenizi gözlersiniz. Televizyonda ya da gazetede rastladığı her "dayak" haberini size attığı dayakların muhasebesine çevirişini izlersiniz. Kendini gerekçelendirişi aslında sizden dilediği özürdür. Af'edersiniz! İstiklal Caddesi'nden, Küçük Parmakkapı sokaktan geçerken hatırınıza düşen, gülerek anlattığınız sol yanağınıza yediğiniz tokattan, kopasıca örüklü saçlarınızdan, kolunuzdaki morluktan, çenenizdeki yırtıktan daha çok acıtır canınızı bu gözlemler...

Velhâsılıkelâm; dayak acısı bumerang gibi. Acıtana geri dönüyor, önünde sonunda..


Annelerin günü kutlu olsun!

Kuş Beyni


Uzun yıllar "Budalalık"la eşanlamlandırılan kuş beyni, içeriğinin karmaşıklığı ve ince uyumları sebebiyle insan beynini tanımaya çalışan nörologlara ışık tutmuştur. Beyni incelemek kolay, ya şarkıları? Bulunmuş bir yiyeceği ya da yaklaşan düşmanı haber vermek için ya da Çalıkuşu gibi birkaç dişiyi birden çağırmak için şakıyıp duran kuşların şarkılarının sırrı çözülmüş mü? Kuşkusuz insanlar onları dinlemekten haz aldığı için bedava konser verip durmamaktalar.

Tam zamanıdır. Kuşlara kulak verelim!



•• Dave King (c) Dorling Kindersley

Cuma, Mayıs 09, 2008

Unutmamalı: Johann Wolfgang Von Goethe


"Bir erkek, eğer dünyada kendinden başka erkek olmasaydı, bir başka erkek daha yaratırdı; oysa aynı durumda bir kadın, kendi hemcinsinden bir tane daha yaratmayı bir an olsun bile düşünmeden sonsuza dek yaşayabilir."




Çeviri: Gökhan Özgün
Geoff Dann (c) Dorling Kindersley