Pazartesi, Kasım 25, 2013

Kayıp: Fahri The Kötü Kraliçe'nin Ormana Yolladığı İyi Kalpli Avcı



Feridun bu hikâyenin kazı olmalı. Bilal'in ağzından mektup yazdı. Özlem'in evine adam yolladı. Oğlunun başını belaya sokmak için elinden geleni ardına koymadı. Maaşallah! Hikaye kendi yaptığı hataları karakterleri kıra döke toplamaya çalışıyor. Feridun bu kadar "tedbirsiz biri' olacaktı da neden sokakta büyümüş, ağır hayat bilgisi olan eski bir kabadayı olarak tanıttınız? Cevabını bildiğim soruları sormaktan nefret ediyorum. Bu arada Kayıp'ın bu bölümünü Deniz Koloş ve Baran Özçaylan çekimiş. Bu bölümde Zeynep Günay Tan, süpervizör olarak yazıldı. O sebeple gözümü dört açıp reji ve oyunculuk izliyorum. Deniz Koloş, uzun yıllardır Zeynep Günay Tan'ın ekibinde çalışıyordu. Baran Özçaylan da sektörün reklamdan kaptığı başarılı isimlerden biri. Her ikisine de başarılar diliyorum. Gelelim bölüme.. Leyla 24 saattir ortada yok. Elmas, bu durumu da kocasının kaybı gibi normal karşıladı. Mehmet, tuttu Özlem'i kolundan evine 'Mehmet Palas'a getirdi. Gülriz'in yüreğime iniyordu. Vallahi bu Gülriz, Mehmet'e aşık. İtiraf etmeye ölümüne korksa da, Mehmet ona her 'abla' dediğinde Gülriz'in kalbi ortadan yarılıyor. Her yer kan revan. Biliyorum. Ve bazen sadece Gülriz'in imkansız aşkını ortalık yere kusuşunu izlemek için Mehmet ölümün kıyısına gelsin istiyorum. Neyse. Kemal önce Leyla'nın ağabeyine sonra da Mehmet'e başvurdu. Zaar Kemal'in aklına gelmedi kadının sabah evden falcıya gitmek için çıktığı. Elmas'ın koluna girip karısını aramak aklına gelmedi ama Murat Şarman'a gitti.

Leyla, mistik bir şekilde yolunu buldu. Kerem'in tutulduğu Beyaz Ev'e ulaştı ve Falko'nun eline düştü. Falko, Leyla'nın gelişinden tedirgin oldu. Leyla'nın anlattıklarına inanamadı. Haklı. Deli işi anlatıyor kadın. Falko, Leyla'yı sorgularken gözünü kapattırdı. Demek ki öldürmeyecekler. Yavur aksiyonlarından biliyorum. Tüh! Vallahi böylesi şans, hikayede kırk bölümde bir olur. Leyla, gözümü açın diye yalvardı. İyi ki açtılar çünkü 'yazma devamlılığı' sıfırdı. Hasan da oyuna geri döndü. Oğlunun tefeciye borcu, karısının ölümcül hastalığı Hasan'ı bu pis oyuna geri dönmek zorunda bıraktı. O tatlı karısı da, Hasan'a sözde 'doğru yolu' gösterdi. Hasan'ın 'vicdanlı' karısı, oğlunun kıçını kurtarmak için kocasına Murat Şarman'ın teklifini kabul etmesi için manevi baskı kurdu. Kadının bu tornistanı benim açımdan zayıf yazılmış sahnelerden biriydi. Hiç inandırıcı olmadı. Hasan Deliorman delirdi ve önce "Ben bu işte yokum," diyerek çıktığı işten payını istedi. Borç da değil. Payını istedi. Karakterler yıkılıyo... Senaryo ve öyküye güve dadanmış. Delik deşik adeta.. Falko, Leyla'nın onları bulduğunu hemen köstebeğine haber verdi. Korkudan evi tahliye etmeye karar verdiler. Bu arada son iki bölümdür Falko'nun telefonla konuştuğu gizemli köstebek terfii etti, 'patron' oldu. Not alın bir kenara..


Mehmet nihayet dayanamadı ve Murat Şarman'a büyük ayar verdi. "Bir katilin avukatıyla aynı odada duramam," diyen Şarman'a, "Aynaya nasıl bakıyorsunuz?" dedi. Güzel kapaktı. Kemal de adım adım Mehmet'ten yiyeceği yumruğa yürüyor. Avcunda bil dişlerini Kemal. İki vakte kadar. Murat Şarman o kadar sıkıştı ki cinayeti üzerine yıktığı ressam Mahir'e avukatı Metin'i yolladı ve hastaneden kaçmasını sağladı. Bir sonraki adımı da Mahir'i öldürmek olacak sanırım. Özlem, CD'yi gerçekten kopyaladı mı çok merak ediyorum. Bu arada Özlem yapıştı Mehmet'in eteğine, ikisi birlikte düştüler Çatalca yollarına. Leyla aradılar. Leyla ve Kerem elbette Falko'nun ininden kaçmayı denediler. Leyla kaldı, Kerem koştu. Peşinde sakat Bekir. Çocuk gide gide vardı bir tren istasyonuna. İn yok, cin yok etrafta. Bir yaşlı kondüktör. Bindi trene Kerem. Bekir de peşinden. Polis Leyla'nın arabasını, Bekir de Kerem'i buldu getirdi eliyle koymuş gibi..

Mehmet evi bulduğunda Falko çoktan tahliye etmişti. Keşke kızı Kanatçı'ya götüreydin Mehmet, boşa tepmiş olmazdın onca yolu. Neyse.. Polisler Leyla ve Kerem'i bulamadılar ama Dora'yı buldular. Bekir'in, Fahri'nin gazına gelip öldüremediği Dora polisin eline geçti. Mehmet, Falko'nun peşine düştü. Araç takip sahneleri, çatışma, tansiyon dorukta derken.. Fahri vuruldu ve.. Ay Fahri öldü demeye dilim varmadı, kıyamadım. Falko'nun şu dünyada dımdızlak kalmasına sebep oldu. Şimdi Falko'nun bütün öfkesi Mehmet'e dönecek. Hikaye ve senaryoya kızıyorum sonra bir hareket yapıyorlar, geçiyor kızgınlığım. Fahri'nin ölümü büyük bir kırılma sağlayacak. Bunlar artçı sarsıntılardı, diyeceğimiz kadar büyük acı ve hareketlere gebe, belli oldu. İşte demem o ki okyanusu geçip, bir bardak suda boğulmasın hikaye.. Biraz daha özen sadece.. Yoksa önüme -Allah günah yazmasın da- bakla koysanız yiyorum neticede, sofradan kalkacak halim yok.

Güzel bölümdü. Reji, Zeynep Günay Tan'dan dev'raldığı bayrağı en güzel şekliyle taşıyacağını gösterdi ve ayıptır söylemesi rüştünü ispat etti. Fahri'nin son yolculuğu çok güzeldi. Zeynep Günay Tan'ın slow motion 'an'larını, büyücü gibi bağlayarak kurtardığı hatta ovalayıp parlattığı kimi oyunları çok özleyeceğim elbette.. Bütün ekibin ellerine sağlık.

Böyle işte..
R.






.







Pazar, Kasım 24, 2013

Kayıp: Senden hoşlandığımın farkında mısın?


Bütün bir haftayı, tam olarak VF Avrasya Maratonu'ndan itibaren hasta ve öksürüklü geçirdim. Nevazil çok şükür. Kafamı yastıktan kaldıramadığım anlar oldu. İlk defa bir yazıyı bu kadar geciktiriyorum. Aslında Kayıp hakkında belki de son kez bu blogda yorum okuyacaksınız. Pazartesi yayınlanacak bölümden sonra artık Kayıp yorumlarını -elbette kısmetse- Ekranella'da yayınlayacağım. Yeni bir macera daha.. İnsan ne ister şu hayattan? Yeni yolculuklara çıkacak, koşturacak, her dem öğrenecek gücün olsun gerisi Şam'da ballı börek!

Dokuzuncu bölüm benim için en özel Kayıp bölümlerden biri oldu çünkü seti ziyaretine gittim. Anlayacağınız henüz siz televizyonda izlemeden çok önce bölümün -bence- kilit sahnelerinden bazılarını izlemiştim. Evvelce de set ziyaretleri yapmıştım, blog takipçileri hatırlar. Bu sefer biraz daha özel ve heyecanlı oldu. Set detaylarını, oyuncularla, yönetmen Zeynep Günay Tan ve ekibiyle sohbetimizi uzun uzun Ekranella'da anlatacağım. Kısmetse, bu hafta. Lafı uzatmadan konumuza gelirsek, geçen bölüm kaldığımız nokta hikaye için oldukça kilit ve heyecanlı bir andı. Mehmet, Hasan Deliorman'ın evini gözlüyordu. Kapıdan içeri Feridun girdi. Elbette neler olup bittiğini öğrenemedik, Mehmet'in görüntüsü kesildi ya da eve kamera döşediğini birileri tarafından Hasan ya da Feridun uyarıldı ve görüntü taammüden engellendi. Her ne olduysa oldu, Feridun ve Hasan bağlantısının detaylarını öğrenemedik. Feridun'a inanacaksak, Hasan'ı tehdit edip torununun yerini söyletmeye gitti. Çekilen sahne de bu beyanı doğruladı. Ama her zaman çekilen sahneye güven olmaz. Altından başka arızalar da çıkabilir.


APTAL KUTUSUNUN SON DEMLERİ
Görüntü kesilince öfke krizi geçiren Mehmet'ten korkmadım desem, yalan olur. Yavaş atın tekmesi pek olur, derler eskiler. Haklılar. Mehmet bu bölümde 'Ayağıma basma kalbini kırarım!' mesajı verir gibi öfkesini gösterdi. Belki de ilk defa.. Hemen baştan söylemek istiyorum bu bölümde Fahri'nin uyarısıyla Falko'nun Kerem'e aldiğı kıyafetleri görünce, "Aha, fragmanda patlamış devamlılık, tüh!" dedim. O kadar kendimden emindim, var gerisini sen düşün. Bölüm finali beni de 180 derece ters köşeye yatırdı. Ekran karşısında ağzım açık halde dakikalarca durdum. Hâlâ şaşkınım. Hikâye için sert bir dönemeç. Bakalım nasıl atlatacaklar. Mehmet'in pıt diye ailesini şehir dışına yollamasına benzemez elbet. Bu bölümde beni rahatsız eden hikâye defoları vardı. Leyla'nın Yunus Efendi'den kâm alarak Çatalca civarındaki köyleri tek tek gezivermesi ve sonunda oğlunu bulmasını seyirci algısını zorlamak olarak kabul etsem de hoş karşıladım. Hikaye her durumu cümle cümle söylemiyor, bir kısmını da seyircinin görsel hafızanına anlatıyorlar. Yemek tarifi verirken "göz kararı" demek gibisine.. Bu sahneyi de başarılı bir algı genişletme denemesi olarak yorumlayıp, kabul ettim. Aptal kutusunun son demlerini yaşıyoruz. Tembellik devri bitiyor Ey Seyirci! Hazır ol. Üstelik gerçek hayatta da bu tür, "Ulan bunu bir diziye yazsan izleyenler kıçıyla güler," anlarıyla dolu değil mi? Bende tonla böyle yaşanmış an var ve o yüzden çok rahatsız olmadım hikayenin bu hızlandırılmış kurgusundan. Üstelik de güzel çekilmişti Leyla'nın oğlunu gördüğü sahneler ve zevk bile aldım, "bakalım gelecek bölümü nasıl bağlayacaklar?" merakım yüzünden.

Özlem'in Kemal'in elinden cinayeti gösteren görüntü kaydını barındıran CD'yi almasını da iyi kotarılmış sahneler arasına yazdım. Doğalında gelişti. Özlem bir zamanlar sevdiği adamın katil çıkmasına çok da şaşırmadı. Geçen bölüm de söylemiştim, Bilal'in canını almak Kemal için ilk değil. Bu kez ateşe elini uzatmak zorunda kaldı ve yandı. Özlem CD'yi bir tür garanti gibi algılayacağını ve Kemal'i hayatından uzak tutmak için kullanacağını da beyan etti. Doğum gününü kutlamak için Mehmet'i evine davet etmesi, Kemal'in baskın yapması, Mehmet ile burun buruna kalması, Özlem'le Mehmet'in yakınlaşmalarını izlemesi güzel sahnelerdi. Özlem, Kemal'i asla satmayacak. Ama acı çekmesini sağlamak için her fırsatı değerlendirecek. Belli oldu. Özlem'in evindeki sahnelerle ilgili bıraksan sabaha kadar anlatırım da, yerim dar. Neyse.. Falko cephesinde pek bir hareket yok. Gemide kadın uğursuzluktur demiştim. Dora yüzünden ilk tartışmalar yaşandı. Bu bölümde bir ablası olduğunu öğrendik. Öz ablası mı yoksa analığına mı abla diyor henüz onu öğrenme şansına erişemedik ama, eli kulağındadır. Şimdi Dora'nın hedef değiştirip, Falko'nun koynuna girmeyi denemesi lazım. O temas hikayenin geçmişi açısından önemli. Hayatta kalmak için koynuna girmeyi göze alan kadın, Falko'da bazı anıları canlandırabilir ve bize geçmişi, kurguladığı intikam planlarıyla ilgili önemli ipuçları vermesini sağlayabilir. Güzel de olur. Beklemedeyiz.


MEKTUP YAZMAMIŞ NESİLE AŞİNA DEĞİLİZ
Gelelim bu bölümde beni fazlasıyla rahatsız eden temel meseleye. Ustalar der ki, "Eğer iyi yazılırsa, seyircinin inanmayacağı tek bir cümle yoktur. Seyirci bir çocuk masumiyetiyle inanmaya hazır olarak oturur yazdığın hikayeyi izlemeye. Sen çelme takmazsan da inanır." Bu cümleyi tam bu şekliyle olmasa da pek çok 'Usta'dan bizzat duydum/ duyduk. Öykü sahibi Sayın irfan Şahin yaşını başını almış, evvelce polis olarak görev yapmış, hayat bilen bir adam, koy kenara. Yönetmen, hayatta tanıyıp tanıyabileceğiniz en mükemmel "an koleksiyoncusu", bunu da koy kenara. Ancak senaryo sahibi Elif Usman 1981 doğumlu genç bir insan. Aklı baliğ olduğunda 'mektup yazmak' çoktan tarih olmuştu, kabul. Elmas, 30 yaşında genç kız mı kocasının üstelik ilk yıllarda mektuplaştıkları halde el yazısını tanımasın? Bu durumu gargara yapmamı, inanmışı oynamamı bekleyerek, seyirci olarak hikâyenize verdiğim değeri, emeği küçümsediğiniz ve dahi hiç ettiğiniz için kırgınım. Elif Usman bu sahneyi yazar elbette, yaşı yetmiyor bazı hayat bilgilerini biriktirmeye ve belli ki hayatında hiç mektup yazmamış. Ama önüne senaryo geldiğinde Zeynep Günay Tan'ın da, İrfan Şahin'in de bu durumu atlamaması es geçmemesi lazımdı. En başında, her şeyin başından bahsediyorum. Oraya mutlaka başka bir çözüm bulmak için tüm olanaklar zorlanmalıydı. Elbette yayın esnasında iki bölüm sonrasına çalışırken bu konuda alınacak tedbir pek yok. Kusura bakmayın arkadaşlar, iki satır da kaleme almış olsa üzerinden BİN sene geçse, kocamın el yazısını şıp diye tanırım.

Şimdi Kadir babasının kenarda köşede kalmış birkaç cümlesini bulacak da mektubu babasının yazmadığını anlayacak. Aman ne güzel.. Affedilemez bir geçiştirmeydi, çok üzülerek koydum kenara. Sadece ve sadece geçmiş bölümlerden birine tek bir sahnede bile olsa Elmas, Bilal'in başka kadınlarla olan ilişkisinden dert yansaydı. Tek bir cümle kurulsaydı. Tek bir sahnede Bilal'i bir kadınla uzaktan BİZ görseydik. Elmas o zaman zaten bu ortadan kayboluşu, şimdi anlattığı gibi "Gitti karının biriyle gönül eğlendiriyor," olarak yorumlardı ve İNANIRDIK. Zor değildi o sosyal seviyedeki kadınların ruh halini anlamamız ve empati kurmamız. Zaten de aynı şeyleri yazmışsınız. Mektup safsatasından doğacak saçmalık için çok daha kolay ve doğal bir çözüm olurdu. Bilal'i karısına sadık bir koca yaparak ne kazandınız? Hiç. Aksine mektup "kolaycılığı" ile benden puan kaybettiniz. "Bilalimin yazısı değilmiş buuu.. Ay ne bileyim ayol yıılardır tek satır yazdığı mı var? Ama ozman kim yazdı bu mektubuuu?" safsatasıyla çözülecek düğümün kalitesini/ kurgusunu artırmak değil midir, iyi senaristin baş vazifesi? Kendine engeller çıkarıp, o engelleri aşmak değil midir? Bu gafı YÜZ yıl anlatırım. Hata görmezden gelinir ama kolaycılık sevmediğim bir hâl, kimse kusura bakmasın. Şimdi izleyici olarak beni de, o mektubu yazıp durumu kurtarmaya çalışan karakteri de APTAL yerine koydunuz. Elbette bütün bunları söylerken Falko'nun Bilal'e mektubu zorla yazdırma ihtimalini kenara koyuyorum. Eğer mektubu Falko zorla (Neden yapacaksa? Falko'nun işine gelir Kemal'in darda kalması da, mektup kurgu çıksın, polis delil olarak yakalasın diye kurgulaması burdan Fizan'a beyhude bayrak çekmek olur) yazdırdıysa herkesin içinde yazarlardan özür dilerim. Hoş öyle olsa Elmas, telaşla sette eklenmiş gibi duran cümleler kurmazdı kocasının yazmazlığı hakkında..


KİM DAHA APTAL?
Basiretsiz Kemal, babası Özlem hakkında "ortadan kaldırmak" cümlesini sarf ettiğinde "saçmalama" demenin ötesine geçemedi. Kaan Taşaner'in muhtemelen oyuncu refleksiyle sahneye eklediği sigorta mahiyetli eklemeleri yok sayıyorum çünkü hikayeciyi eleştiriyorum. Kemal elini masaya vurup, "ona dokunursan kırarım boynuzunu baba!" diyemedi ama sonradan sözde kızı kurtarmak için koştura koştura evine gitti. Bu ne perhiz, demeyin. Senaryo gereği Mehmet ve Özlem'i o halde görmeliydi. Özlem'i kaybettiğini anlamalıydı ve ölümüne korkmalıydı, kalbi kırık kadının intikamından. Kemal'e tek bir an yaşatmak için karakteri kırmak, dökmek.. Gerisi gelmezse bu sahne de nazarımda özensizlik hanesine kafadan yazılır. Sizce Falko'nun -artık o gösterişli sahne fikri kimin hoşuna gittiyse- eline ilacın adını yazıp eczaneye yollayan ve bunun bir bedeli olmayacağına inanan Dora mı aptal, biz mi? Falko'nun da fena halde oyun eksiği vardı o sahneyi hepten topallattı ama, girmeyeceğim bile. Reji ve oyunculuklar şahane de, yazmayınca bazı sakatlıklar armut gibi patlıyor seyircinin zihninde. Ne yazık ki..

Özlem'in, "Senden hoşlandığımın farkındasın değil mi?" sorusuna ergen oğlan gibi afallayan şaşkın Mehmet'in derdini izah edeyim. Daha önce kaç kez romantik pozisyonlara girmiş, öpüşmenin kıyısından dönmüş, Özlem'in baygın bakışları ve gülüşleriyle muhatap olmuş yetişkin ve sağlıklı bir erkek elbette bir kadının kendisinden hoşlanıp hoşlanmadığını bilir, Elif Ablacım. Aksi mümkün mü? Tavuk mu besliyor bu adam? Bu soruyu sordurmak için nasıl da yanlış bir an seçilmiş. Yatakta, göğüs altına sıkıştırılmış çarşaflar eşliğinde sorulsa hiç değilse şaka gibisine olurdu da gülerdik hep birlikte daha anlamlı ve hoş olurdu. Ancak Mete Horozoğlu gibi hikaye koklama refleksi üst düzeyde gelişmiş oyuncular bazen durumu kurtarmak için araya sigorta yorumlar eklerler. O sahnede de tam olarak şu oynandı: Mehmet tam o ana kadar, gece başını yastığa koyduğunda kendi kendine "Valla güzel kadın, uyarına gelirse, vakit bulursam, kafam boş olursa, acımam" tadında izah ettiği durumun ötesini gördü. Özlem ile arasında olacakların fena halde tutkulu bir sevişme değil, yakıcı bir AŞK olacağını anladı. Afallaması ondan. Korktu. Yiğitliğe bok sürdürmediğine bakmayın. Özlem'in taammüden üzerine yürümesinden hoşlansa da, ölümüne korktu. Ve o anın şaşkınlığını oynadı. Ben de şapka çıkardım. Korkar elbette. Mehmet 40 yaşına kadar yalnız kalmış bir adam. Geçmişini ısrarla bizden saklıyor ama gönül defterinin can kırıklarıyla dolu olmadığını kim iddia edebilir? Ben edemem, üşenmezse senaristimiz de..

Daha da fazla devam etmeyeceğim güve deliklerini anlatmaya.. Finale ne kadar şaşırdığımı ve beni ters köşeye yatırdığını ilk başta söylemiştim. Hasan, "Benden bu kadar," dedi. Bu bir şaşırtmaca olabilir mi? Sanmıyorum. Hasan karısını ölüme nispeten temiz bir vicdanla yolculamak istiyor ve bence beyanında samimi. Gerçi Falko ile konuşurken arkasına dönüp tam da kameraya bakmasından kıllanmadım da değil. Merakla yarın geceyi bekliyorum. Bütün ekibin gönlüne bereket!

Öyle işte..
R



.




Salı, Kasım 12, 2013

Kayıp: "Biri bize oyun mu oynuyor?"



Rejinin, hikâyede renklerle mesaj veriyor mu, bilmiyorum ve bu bölüme kadar izlerken hiç o gözle bakmadım. Eğer böyle bir şifre varsa, bu bölümün adı, 'kırmızı' olmalı. Leyla'nın rüyasını not aldığı kalem zihnimi kodladı belki de, bölüm boyunca kırmızı objeler aktı gözümün önünden.. Leyla'nın arabası, Yasemin'in yağmurluğu ve bisikleti, Defne'nin elbisesi, Kemal'i durduran trafik lambası, Özlem'in çantası, bluzu.. Perdeler, halılar, say say bitmez. Hep ve her kırmızı gözüme takıldı. Sekizinci bölüm çok ve güzel olmuştu. En baştan söylüyorum. Sonra yine söyleyeceğim. Hikâye geçen bölüm zaten çok heyecanlı bir noktada kalmıştı, kanalın gün değişimi kararı yüzünden de iki gün fazladan bekleyince, hazır mezarın bayat ölüsü gibi otudum ekranın önüne.. Andım olsun, Kayıp bir kere daha gün değiştirirse, kanal binasının önüne çadır kurup kendimi ateşe vereceğim. Hoş, cumartesi gününde kalmamak da çabuk ve akıllıca alınmış bir karardı.

O zaman sondan başlıyorum. Hikaye yine, "Ama burada da bırakılmaz ki!", dediğim bir noktada finale bağlandı. Mehmet, mahkeme günü kaşla göz arasında Hasan Deliorman'ın evine kamera yerleştirdi. Hasan tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı ve evine giti. Hasan'ı ziyarete de Feridun geldi. Kemal'in babası. Kumarcı Feridun. Kim bilir, kimin kapısında çoban idi de gençliğinde, gelip o mahalle kahvesine çöreklendi. Feridun'da "Altın Kalpli Kabadayı" tipi yok. Eğer o terbiyeden yetişseydi, el kadar çocuğun boynuzunu kumar borcu vesilesiyle kırmaya çalışıp, Nuri'nin fişini çekmeye yollamazdı. Zaten Kadir'e, "Ulan bende senin gibi it çok" dedi ya, o an verdim notunu. Torunlarının kılına kast edenin, aklını alırmış. Oğlunun durumu ortada Feridun Bey, Kemal'i yıllar içinde nasıl ve nelerden koruyup kolladığını ve kollarken de nasıl gedikler açtığını zamanla göreceğiz.

Aslında Kemal'e de üzülmeye başladım. Ama sevgi dolu bir üzüntü hissetmiyorum neticede. İki faydasız dalaşır da, sen izlerken kim haklı kim haksız diye bakmazsın, 'bok yoluna gidiyorlar', der gibisine ekşir ya kalbin, o hesap bi üzülme.. Kimse bana Kemal'i savunmasın. Zengin kızına 'aşık' olurken düşünecekti davulun dengini, kalbinin ritmini. Elmas'ı azarlayışındaki o hadsiz kibir.. Sanırsın Varoşların Efendisi Zevzek Feridun'un oğlu değil de, Sadrazam'ın Son Torunu. Elmas'a söylediği "Aradı Bilal beni" yalanı da ayağına dolanacak, yakındır. Baktığın her yerde hayalini gördüğün o ceset, elbet vuracak sahile ve bir pazar sabahı ocağını yakacak Bilal'in ölüm haberi, az daha bekle. Sana acımıyorum çünkü bir kadını, söz hakkı tanımadan kürtaja zorlamakla, Bilal'i öldürmek arasında fark göremiyorum Kemal Paşa. Daha da bana "kurban rolü" oynama!


Bu arada son bölümle birlikte iyice emin oldum ki bu hikâyenin kötüsü Özlem olamaz. O kız, reenkarnasyonunu pırasaya doğranmış soğan olarak bile tamamlasa, kötü durmaz. "Halledicez" lafını,"Galiba evlilik teklif edecek", diye yorumlayarak hevesle annesine anlatan, süslenip püslenip yola dökülen 'süzme saf'dan çıksa çıksa "Buzlar Kraliçesi" çıkar. O kadar. Kemal'e de hınçlı değil çok kırgın. Şimdi tokatı bastığına bakmayın, karşısına Mehmet çıkmasaydı çoktan indirmişti yelkenlerini, başını okşayıp teselli etmeye başlamıştı 'zavallı' Kemal'i, çoktan. Özlem'in Mehmet'e karşı hislerinden emin değilim. Adamın eteğinde dolanıyor ama hâlâ niyeti Kemal'i acıtmak olabilir. Elini sallasa ellisi ama, önüne gelen ilk erkeğin ayarını bozmak da kalbi kırık kadın klişesi. "Ölmedim bak, yaşıyorum", diyor. Kürtajdan sonra da sürmüştür o ilişki, Özlem hemen kapıyı çarpıp gidememiştir. Kemal'in onu biraz daha hırpalamasını beklemiştir. İyice kırılıp dökülmek, o saf kızı öldürmek ve küllerinden doğmak için. O kadar kolay olsa keşke.. Mehmet de ağzı hiç yanmamış gibi üflemeye gerek bile görmeden takıldı Özlem'in dümen suyuna, koşar adım gidiyor. Belki de ihtimal vermiyor bu kıvılcımdan zorlu bir "aşk" çıkacağına.. Tamam, iyi güzel, hoş kız, biz de sevdik ama, iki dakka dur. Aklını kaybetme hemen, sen bize lazımsın.

Başa dönmek gerekirse bölüm, azıcık uzatılmış ama çok güzel kurgulanmış Leyla'nın rüya sahnesiyle başladı. Falko'nun Mehmet'in evine girdiği, anasını kardeşini bayılttığı flashback sahneye bağlandı. Sahne sonunda öğrendik ki Falko, Mehmet'i bayıltmış. Hiç değilse kafasına vurmadı. Kaç bölümdür darbe darbe üstüne, örselenmedik yeri kalmadı adamın. Mehmet ayıldı. Anacığına, kardeşine öyle bir sarıldı ki, "Keşke seni ben doğuraydım!", dedim içimden. Falko, Mehmet'i köşeye kıstırdığından emin bir şekilde döndü inine. Fahri, "Herkes sevmez mi zaten anasını, babasını, kardeşini" dediğinde aklı sislendi. Ağlayamayan değil, ağlamayan adamlardan Falko. Gözünün yaşı, kalbine pas olan cinsinden. Acıdan evrilip insan olacağına, isyan üretip sağa sola sıçrayanlardan. Çok çekmişlerdir. Hep örselenmişlerdir. Hep mi hayat onlara madik atacaktır? Hiç mi gülmeyecektir kader yüzlerine? Aşkta da kazık yemiş, içini görecek umuduyla karnını açtığı kadın, bağırsaklarını çıkarıp kulaklarına düğümlemiştir. Her durumda haksızlığa uğramış, sille yemiştir. Çareler tükenince de gidip Kitapsız Hayrettin'in iti oluvermiştir. Yaşa işte öyle tek başına gıcırdaya gıcırdaya Falko, umurum olmaz. Bir de sana mı üzüleceğim?


Hasan Deliorman'la konuşmak için ısrar eden Leyla sonunda emeline nail oldu. Geçti Hasan'ın karşısına, dikti gözünü gözüne önce yalvardı sonra öfkesini kustu. Çok etkili bir sahneydi. Ağladım. Zaten tatsızım. Zaten bahane arıyorum ağlamak için. İnatlaşmadım. Bıraktım. Yazanın da, çekenin de, oynayanların da ellerine sağlık. Leyla her bölüm biraz da kaosa düşüyor. Artık nerede ve nasıl tepki vereceği kestirilemez oluyor. (Az sonra laf sokacağım) Sabah diklendiği adamın akşam koynuna sığınıp af diliyor. Rüya yorumlatmak için Elmas'ın tavsiyesiyle Yunus Efendi'nin kapısına giden, itiklenince de kılı kıpırdamayan Şarmanların gözbebeği Leyla. Hey gidi Leyla.. Karmaya inanmayan taş olsun. Sırça Saray'ında, muhtemelen önce baban sonra da çapsız ağabeyinden edindiğin kompleksleri paraya boğarken kimleri öteledin de, dönüp dolanıp şimdi ayağına dolanıyor hiç düşündün mü? Düşünme sakın..

Falko'nun, Hasan'a verip postalattığı CD adrese ulaştı. Kuzu gibi yattı saatlerce sehpanın üzerinde kimse açmadı. Geçe geçe Özlem'in eline geçti. Özlem,  zarfı gönderen ismi görünce CD'yi izlemeye karar verdi. Kemal'le aynı anda izledi, cinayeti. Aklı oynadı kızın. Belli ki 9. bölüm yine çok heyecanlı olacak. Falko cephesinde kırılma başladı. Zincirin en zayıf halkası gibi görünen Fahri ve Bekir arasında Dora yüzünden sağlam bir arıza çıkaracağa benziyor. Hoş Fahri o kızı severken öldürse zerre şaşırmam. Mahir Eray davası var sırada, Murat Şarman'ın da rahat rahat gezindiği günler bitti bitiyor. Mehmet, annesini ikna etti ve teyzesinin yanına yolladı. İncesini bizimle paylaşmadığı planını işletmeye başladı. Mehmet'in tezine göre Hasan onları önü sonu bu işi asıl planlayanlara götürecek. Göreceğiz. Mehmet şüphelendiği köstebeği enseleyecek mi? Sıfat da zaten yüz demek değil mi? Bilal'i balıklar mı yedi? Özlem, Kemal'i ihbar edecek mi? Gülriz, erkekler konusunda kalp-mide ikileminin önemini idrak edecek mi? Dora, Falko'nun koynuna girmeyi denemeyecek mi? Mehmet'in teyzesi nereye gelin gitti? Bu soruların cevabını gelecek bölümde öğreneceğiz.

Velhasılıkelam çok güzel bir bölümdü. Emeği geçen herkesin gönlüne bereket. Ellerinize sağlık!

Öyle yani.
R.


Cumartesi, Kasım 09, 2013

Ah Savaş..

Yerin yolun nur olsun Savaş!..
Kalbim o kadar acıyor..
Çok üzgünüm..
Çok eksildim..
Anana, babama selam söyle e mi..


20 yaşında bir çocuktum seni tanıdığımda. İkimizin de masalları ortaktı. Kulis arkalarında büyümüştük. Sen, turne çadırlarında iskemle üzerinde uyumuştun fazladan. Her zaman ve herkesten fazlaydın. Şaşılmazdı. Birbirimizin hayatlarına karışmadan çok zaman geçirdik. Kalp kırmadan. Küsmeden. Dalaşmadan. Yıllar sonra şu illet yakana yapıştığında Fakülte Hastanesi'nin raporunu faksladık, birlikte, fazladan üç- beş doktordan daha görüş almak için. Çok erken teşhisti.

Peçetelere yazıp, hediye ederdin kalbinden geçenleri. Çok var onlardan bende. Bir tanesinde "Mutluluğa mahkumsun / Küçüksün" demişsin. Büyüdük. Akordeon eşliğinde Azeri türküler söylerdin. Kimseler bilmezdi ezgilerini. Öfken yoktu. Hırsların da.. Varsa da benle hiç paylaşmadın. Kadınları severdin. Çok severdin. En çok da Ayşe'yi galiba.. Canım yandı Savaş.. Sığamadım hiçbir yere, bu gece.. Güle güle..

Pazar, Kasım 03, 2013

Kayıp: Anneye Selamlar Yalnız Kuş!


Bölüm, Mehmet'in yorgun, dağılmış ve çakır keyif kapıdan içeri girişiyle başladı. İlk anda, "Vay Hacı adamlar perişan olmuş yorgunluktan!" yorumu yaptım ama bölüm ilerleyince hikâye gereği bu detayın bize sunulduğunu anladım ve acayip keyiflendim. Mehmet evine geldi. Kardeşi ve anasını yerde yatarken buldu. Falko ile burun burunayken biz 10 saat geriye, bölüm sonunda bir türlü emin olmadığım "fişi kim çekti?" sorusunun cevabını öğrenmeye gittik. Evet, Nuri'nin fişini Elmas'ın oğlu tatlı Kadir çekmiş. Kemal de polisleri oyalama görevini ifa etmiş. Feridun Bey de meğer Murat'ın kaşıntılarını çoğaltıp Leyla'yı didiklemesini, Leyla'nın da gaza gelip Kemal'i kurcalamasını sağlamak için güvenlik kameralarına poz vermiş. Nuri elbette ölmedi ve polise öttü, onlar da şıp diye aldılar Hasan Paşa'yı sorguya. Bu arada hemen söyleyeyim, Nuri üzerinden tansiyon yapmak için  senaristin, "Ay beynine oksijen gitmedi bakarsın uyanmaz" bilgisiyle heyecan araması da gereksizdi.

Bu bölüm, vaad edildiği üzere Falko'nun öfkesinin sebebini anlayacaktık. Falko ilk defa, flashback hapishane sahnesinde net bir şekilde derdinin Kemal'i acıtmak olduğunu ve "onun en sevdiğini elinden almak için" planlar kurduğunu itiraf etti. Falko, Kemal'in işlediği bir suçu üstlenip hapse girmiş ve bu sebeple de sevdiği herkesi yitirmiş sonra da bu "belden aşağı" ve "kaypak" intikam planını kurgulamış olabilir mi? Eğer bu üstlenmeyi Feridun planladıysa ve Kemal'in bundan haberi yoksa olabilir. Falko'ya gıcık oluyorum. Hikayesi ne çıkarsa çıksın asla da üzülmeyeceğim çünkü çektiği acı onu taammüden ve ucuz bir kötü haline getiriyor. Durmaksızın kendini tekrarlayarak onun çocuğu, berikinin anası bacısı üzerinden çıkış yolu planlıyor. Alışkanlık oldu. Bakkal sakız vermese gidip karısını mı rehin alıcan lan Bücür? Falko kendini tekrar ettikçe seyirci olarak ona inancım azalıyor. Zaten bit kadar adam nesinden korkayım bilemiyorum, bir de saçma sapan kendini tekrar eden "delilikleri" yüzünden hepten şamar oğlanına bağlandı gözümde. Misal (senarist ve reji müsaade etse) 8. bölümde Mehmet ensesine dayalı silahı Falko'nun elinden alır, afedersin burnuna sokar, kulaklarına düğümler. İş böyle olunca da huzur içinde inanamıyorum kötü diye sunduğun karaktere.. Ne oldu? Hop, hikaye 1-0 içerde.. Falko'nun öfkesi şu haliyle kirli ve ucuz.. Oraya biraz daha çalışmak lazım. Neyse..

Bana kalırsa hikayenin ihtiyaç duyduğu çatışma Kemal- Mehmet- Özlem üzerinden beslenirken, Leyla kanalı da açık bırakılmamalı. Leyla içine düştüğü acz içinde en kolay Mehmet'e aşık olacaktır. Senaryo izin verirse elbette. Ancak "geleneksel türk kadını /annesi" imajına halel getirmek istemeyen hikayeci ve yapımcımız buna izin verir mi, bilmem. Verse ortalık çok şenlenirdi. Özlem'in bir kez daha Leyla ile kafa kafaya gelmesi, Kemal için veremediği savaşı bu kez gönül rahatlığı ile Mehmet için vermesini izlemek zevkli olabilirdi. Üstelik ve şiddetle Leyla ve Özlem bu çipil Kemal'de ne buldular sorusunun cevabını da duymaya ihtiyacım var. Leyla, Kemal'e aşık mı oldu yoksa sadece kürtaja ve evdeki erkek egemen sisteme karşı olduğu için mi evlendi? Belli ki Murat ne koca, ne baba, ne de ağabey olarak çekilir nane değil. Onca ihtişam içinde Leyla neden ağzındaki altın kaşıkla sokak tezgahtan pilav yemeyi seçmiş, doğrusu çok merak ediyorum. Leyla konusunu kapatmıştım. Birkaç hafta da açmayacağım. Zaten bu bölüm Dolunay Soysert de daha sakindi ve oyununu biraz daha aşağıdan aldı. Son kez söylemek isterim ki, yazar çizer arkadaşlar bu karakteri seyirci gözünde toplayıp kurtarmayı planlıyorlarsa biraz da "öncesini" görmemize izin vermeleri lazım. Hâlâ Leyla kimdi, nasıl bir kadındı da bu hale geldi bilmiyoruz. Özlem ile karşılıklı yazılmış tek bir sahne bile seyirciye Leyla'nın alt yapısını izah etmeye yeter. İzin verin, dertleşsin Leyla, kendini bir anlatsın. Hiç canı yandı mı, pamuklar içinde mi büyüdü, ne oldu da şimdi bu kadar "over" doz acı yansıtıyor? Tamam, Leyla yorumunu sevemiyorum ama bölümler ilerledikçe, ufak ufak mızırdanmaya başlıyorum. Senaryo biraz destek atsa, acının altını doldursa mı, demeye başladım, kusura bakılmazsa..

Aslında bu bölüm tam da Kemal'in bölümüydü. Kaan Taşaner çok yetenekli bir adam. Karakteri çok iyi taşıyor ve yansıtıyor. Özlem ile karşılıklı sahnesinde içim cız etmedi desem yalan olur. Zaten bu sahneyi bölüm fragmanında izlediğimde de çok etkilemiştim. Özlem'i kaybetmiş olmanın onda yarattığı acıyı hissettim, inandım. Neredeyse evladının kaybolmasına bile bu kadar dağılmadı. Kemal, aile reisi olmak ve her durumda dik durmakla ilgili ezberi sağlam bir ağabeyimiz ama iş aşk- meşk durumuna gelince ruhu ve öğretileri tabakta muhallebi gibi çalkalanıyor. Toplumun erkek nesline biçtiği rol de tam bu işte.. Erkek demişken, gelelim Mehmet- Özlem sahnelerine... Sahne çok ateşli, tahrikkâr, bir o kadar da masumane kurgulanmıştı. "Bu ne lan, ergen misiniz siz?" dedirtmedi. Akıllıca kurgulanmıştı. Ancak bir tarafta bu kadar akıllıca "ergen flörtünden" ayrışan duygusal bir sahne yazıp, diğer tarafta tökezleyince kafam karışıyor ve sahnelerin aslında biraz da sahada kotarıldığı hissine kapılıyorum. Hemen izah edeyim. Açıkçası benim genç kızlığımdan beri (Parmak hesabı yapma, yetmez) erkek piyasasının en sağlam işlediğine inandığı cıvık bir klişeyi Mehmet'ten duymayı beklemiyordum. Hoş, Mete Horozoğlu bu cıvık klişeyi çok güzel kavradı, alladı pulladı, samimiyet çemberinde paketledi ve sundu. "Kafamı dağıtmayı deneyen bol oldu", "Bunu beceren ilk kadın ay pardon ilk insansın" minvalli klişe çook eski bir ezberdir. Tedavülden kalktı sanıyodum. Duyunca şaşırdım. Bu klişeyi yemişliğim, sahibinin peşine düşmek için tahrik olmuşluğum, zaman zaman kazanıp, çok zaman da kıç üstü oturmuşluğum oldu da, bu cümleyi kuran adamdan hayır geldiğini görmüşlüğüm hiç olmadı. Mehmet bu tür klişelerin adamı olmamalı. Olmamalı diyorum, bunu da 7 bölüm boyunca önüme koyduğunuz, "Mehmet"e bakarak söylüyorum. Mehmet, "ilkleri" yaşayacaksa da bunların cümleye dökülüşü böyle olmamalı. Yok, o karakterin altından çiğ bir zampara çıkacaksa da aynen böyle yürüyün, lafımı geri alırım.

Şu bir gerçek ki her zaman karşınıza bu kadar supleksli yüksek ve güçlü oyuncular çıkmayacak. Çoğunlukla ne yazdıysanız onu çeken/oynayan insanlarla karşılaşacaksınız. Aman diyeyim.. Buraya kadar hep hikayeciye abandım ama, açık söylemek gerekirse bu bölüm rejide de duygusal arıza emareleri vardı. Ufaktı ama vardı. Mehmet- Özlem temalı "Yalnız Kuş" sahnesini ne kadar beğendiysem, misal Hasan ve karısının sahnelerini de o kadar zayıf buldum. Menderes Samancılar iyi fotoğraf da, duygu takibi açısından izlerken yanlış yerde genele çıkıp, yanlış yerde yakın plana odaklanmışlar hissine kapıldım. Karısının, Hasan'a cevaben verdiği pek çok tepki araya kaynamış, bir kısmı da, "motor" dediği anda verilmiş gibi planlı ve yapay görünüyordu. Daha etkili ve yüksek bir sahne olabilirdi. Çok müthiş bir hesaplaşma, savunma, kırılma anıydı. O sahne beni ağlatabilirdi. Kısmet olmadı. İnce girdim ama, söylemeden de edemedim. Bölüme dönersek, galiba Bilal'in ölümü gelecek bölümde patlayacak. Bu bölüm anladık ki Murat'ın karısının ölümü üzerinde de çalışanlar var, boş bırakmamışlar. Bakalım, Mehmet de Falko'nun pis oyununa yenik düşecek ve Hasan'ı kurtaracak mı? Bölüm, hikaye ve karakterlerin geleceği açısından son derece kritik bir sahne ile final yaptı. 8. bölümü gerçekten merak içinde bekliyorum. Bütün ekibin eline sağlık..

Böyle yani..

.