Pazartesi, Mart 30, 2009

Kuyruk Acısı..


Uzun zamandır kendi kendime soruyorum bu soruyu, ben birini sevebiliyor muyum, sevdim mi, sevebilecek miyim? Hayır. Ben kimseyi sevmiyorum. Sevemiyorum değil, dikkatinizi rica ediyorum. Taammüden sevmiyorum. Çoğalmakla ilgili sorunum var. Çoğul olmak, insanlarla duygusal bağ kurmak, korumak, kollamak, onlar için üzülmek, dertlenmek istemiyorum. Bu sebeple de kimseyi sevmiyorum. Birarada yaşamanın gerektirdiği kadar saygılı, hoşgörülü ve tahammüllüyüm, bunun adı sevgi değil. Cevabı bu sabah buldum. Haddizatında bu sabah cevabımdan emin oldum.

Bu sabah ne oldu? Kapı çalındı. Açtım. Gül gelmiş. Gül, bana ev işlerinde yardımcı olacak, birbirimizi yeni tanıyoruz. Huylu ve iyi huylu bir kadın, çokça bana benziyor. Dudağının arasından sigarası eksik olmuyor iş yaparken, radyo dinliyor ve bol bol çay içiyor. Hiç yemek yemiyor. İlk gün, boş evi temizlerken çok yorulduğunu farkedince gayri ihtiyari bir refleksle sırtını sıvazlayıp (beni tanıyanlar bilir en tipik sevgi jestimdir bu hareket) "çok yoruldun, bırak artık" dediğimde, kenara çekilip " elleşme benimle, hiç sevmem dokunulmasını" diyerek azarlamıştı. Tamam dedim, tam benim kafadan bu Gül Kadın. Bu sabah Gül yine geldiğinde köpeğim onu karşılamanın sevinciyle kuyruk sallayarak dolanıyordu ortalıkta. İkimiz de aynı anda etrafın kan revan içinde kaldığını farkettik. Duvarlar kan içindeydi, kaynağını aradık. Köpeğin kuyruğu kanıyordu. Karşılama merasimi için sallarken duvara vurmaktan kanamıştı kuyruğunun ucu. Kanamaya rağmen kuyruk sallamayı kesmedi.

Rutin yaz traşını yapan yeni veteriner bütün uyarılarıma rağmen kuyruk ucunda tüy bırakmayı ihmal ettiği gibi gerekçemi açıkladığımda da bana kahkahalarla gülerek, "Ay çok yaşayın ranini hanım güldürdünüz beni, on senelik hekimim hiç duymadım böyle bir durumu" dedi. Saat 09.00'a yeni varmış. Elim hırsla telefona gitti. Vazgeçtim. Kuyruğunun ucundan kan damlamasına rağmen ısrarla sallamaktan vazgeçmeyen köpeğime baktım. "Dur, yapma!" diyorsun, hayvan anlamıyor. Bir sigara yaktım. O kadar hastayım ki öksürürken ciğerlerimin ağrıdığını hissediyorum ama yine de yaktım sigarayı. O kuyruk salladı, ben sigara içip ona baktım. Her yer kan içinde kaldı. Canı acımıyor olmalı yoksa vazgeçerdi sallamaktan. Acıyor belli. Acımasa "kuyruk acısı" lafını salmazdı ortalığa atalarımız. Ama kuyruk sallamayı durduramıyor, sevgisini gösteriyor.

Ben ne zaman vazgeçtim kuyruk sallamaktan. İlk kanattığım gün mü, canımın acıdığına ikna olduğum o en kanlı gün mü? Hatırlıyorum. İnsan denilen yaratığın, -ben de dahil- hayatı sadece kendi düzeni, keyfi, mutluluğu, huzuru üzerinden algıladığını ve planladığını anladığım gün kuyruk sallamayı kestim. Acısıyla, kayıplarıyla, mücadelesiyle, hayatta dik durmaya çalışırken yaşadıklarıyla yani kendi öyküsü, travmalarıyla bile sana karşı avantaj elde etmeye programlanmış yapısını farkettiğim gün vazgeçtim kuyruk sallamaktan. Bencil olmadığını iddia edebilecek kadar meczup ve yalancı olduğunu anladığım gün vazgeçtim kuyruk sallamaktan. Faturayı kendine kesmekten deli gibi korktuğunu, her adımına bahane aradığını anladığım gün vazgeçtim kuyruk sallamaktan. Benim kuyruğumu koruyan tüylerim yok. Doğuştan tüysüz, korunaksız kuyruğum ilk çarpmada kan revan içinde kalıyor ve çok acıyor. Bunu biliyorum ve kimseye kuyruk sallamıyorum. Tavsiye ederim, deneyin. Ya hemen kesin kuyruk sallamayı ya da inatla kuyruk sallayacak ve kanatacaksanız acısını başkalarından çıkartmaktan vazgeçin.


İyi haftalar...

Perşembe, Mart 19, 2009

Mutfak Levazımatı


Yemek pişirecekseniz ya da pişirilenleri yiyecekseniz mutlaka elinizin altında bulundurmanız gereken kap kacak, tava tencere, musluk kurna, tel dolap ve benzeri edevat bütünüdür. Eski yeni, paslı isli, kırık dökük diyerek sebepli sebepsiz ayırıp kenara koymak, sarıp sarmalayıp kutulara basmak zorunda kalırsınız, hayatınızın farklı zamanlarında çok zaman da farklı duvarlar arasında...

İşte bu alet edevat aslında hayatının en önemli gereksinimlerindendir, gerekene kadar farketmezsiniz. Küçük bir şişeyi açmaya çalıştığınızda bulamadığınız açacak, dibi tutmasın diye paniklediğinizde gözünüzden kaçan tahta kaşık konuşsa, konuşabilse kimbilir neler anlatırdı? Eşyaların belleği olsa, hatırlattıklarından çoğunu hatırlasalar misal, hayat çekilmez mi olurdu? Bilemem.

Aidiyet duygusundan sıyrılmış olarak hayat bulan, içeri girdiğinizde mutlaka geçmişe döneceğinizi iddia eden tuzaklarla donanmış mutfakların, cinsiyet ayırmadan en kolay anı biriktirilen eşyalardır bunlar. Kapısından sızan teşrifatçi kokulara kanan, kolayca düşer bu tuzaklara. Bakır bir tepsi görür, annenizin böreklerini hatırlarsınız. O tepsiye anneniz hiç yufka döşememiş olsa bile. Bir şarap kadehinde saklı gidişleri, tezgahtan lokma kapan küçük serçeyi, yanan tavadan balık çalan sarmanı hatırlarsınız. "Eleğimi duvara astım." der biri, siz yakıcı anlamlarını tanırsınız mutfak levazımatının.




•• juicy salif - Desing by Philip Starck

.

Çarşamba, Mart 18, 2009

MİM: Çantamın içinde neler var?


Birkaç kez teğet geçtim ben bu "mim" meselesine. Sonunda yakalandım. Aslında umursamazdım da mimleyen başkan olunca es geçmek, kırmak istemedim. Biraz da teşhire girdiği ve en sevdiğim eylem olduğu için kabul ettim.

Buyrun!

Çantam
Furla. Modelini ve hangi sezona ait olduğunu bilse bilse başkan bilir. Çantayı İstanbul'dan aldım. Çok kullanışlı. Kırmızı, sarı bej ve siyah renklerin hakim olduğu koton omuz askısı var. Aynı zamanda elde taşıyabilmek için de çantanın içinde gizli halde duran deri el askısı var. Çantanın her iki yanındaki fermuarlar aç / kapa yaparak çantanın iç hacminin genişleyip daralmasını sağlıyor. Günlük kullanımda çok rahat ediyorum.

Ve Çantamdakiler

Kent/ Barclay

1990 yılından beri değiştirmeden ve ara vermeden içtiğim sigaram, Barclay. Bir yıl önce BAT tarafından satın alınarak Kent bünyesine katıldı. Evet, bandrolsüz. Evet, kaçak sigara içiyorum. Genelde 2 ya da 3 paket taşırım yanımda...

Jo Malone / Orange Blossom Cologne
Aslında bana "doğum günü hediyesi" olarak parfüm ve kitap alınmasından tiksinirim. Fakat bu yıl doğum günü hediyesi olarak gelen bu kokuyu severek kullanıyorum. 10- 12 senede bir kez koku değiştiririm. Bu hediye de tam olarak arayış içinde olduğum bir ana denk geldiği için mutlu etti beni, aksi halde gerilirdim.

iphone
Ben bu cep telefonu muhabbeti ilk çıktığı yıllarda son derece namuslu kullanıyordum. Eve geldiğim zaman kapatırdım. evden çıkınca açardım. Şimdi 24 saat açık!

Tom Ford /Whitney Smoke
Yaz-Kış, neredeyse günün 24 saati güneş gözlüğü kullandığım için çantamın müdavimidir. Çok sık güneş gözlüğü satın almadığımı fark ettim birden bire...

Anahtarlık

Gümüş bir anahtarlık kullanıyorum. Nazar boncuğu ve benzeri küçük aksesuarlardan oluşuyor. Uğuruna inandığım bu anahtarlığın ucunda aslında Göl türkbükü Ada Otel'in oda anahtarları vardı. Otele ilk gittiğim sene (1998) anahtarlığı çok beğendiğim ve ısrarla beğenimi belirttiğim için ayrılırken işletme müdürü armağan etmişti. Ucunda ev anahtarlarım, iki tane akbil (biri boş), mavi ışık veren küçük bir lamba var.

Chanel Wallet Black
Yeni aldım ama galiba yanlış seçim yaptım. Hiç memnun değilim. Eski cüzdanıma (aslında eskimedi ama galiba kullanmaktan sıkıldım) döneceğim sanırım.

L'occitane Creme Mains Caresse

Bu el kreminden çok memnunum. Çantamda el kremi mutlaka olur ama markası her seferinde değişir.

La prairie Cellular Concealing
Sıfır numara kapatıcı. vazgeçilmezimdir. Hemen hemen her çantamda bir tane bulunur. Birer tane de seyahat çantalarımda...

Anna Sui / Face Powder 704
Uzun zamandır allık olarak bu rengi kullanıyorum. Memnunum.

Mac Allık Fırçası
Küçük ve güzel bir fırça. Her çantaya sığabiliyor. Minnacık el çantalarına bile..

Estee Lauder Automatic Pencil for Eye / 09
Göz kalemi. Kartuşlu oluşu bu kalemi benim açımdan çok kullanışlı kılıyor. "Ucu gitti, kırıldı, ay köreldi" gibi dertleri yok.

Body Shop Lipstick / 13

Uzun zamandır bu rengi kullanıyorum. Uçuk ve pırıltılı bir pembe. Alışamadım, iskenden yemişim de ağzımı silmemişim gibi duran lakelenmiş dudak görünümü yaratan rujlara...

Moleskine
Not defterlerim. İki tane. İkisi de kareli. Çantamdan hiç eksik olmazlar.

Lammy Rouge
Bu dolmakalemi bana armağan edene sözüm var. Umarım sözümü tutmak nasib olur.

Cartier Panthera
Plastik çakmaklar o kadar kolay kayboluyor, masanızdan kalkanın o kadar kolay cebine giriveriyor ki artık kullanmaktan vazgeçtim. Bıktım çakmaksız kalmaktan. Tek sorunu var taş ve gaz bitmesi. Biraz eziyetli ama kolay kaybolmuyor.

Starck Eyes / Palladium Brillant Cristal
Bir yıldır Philip Starck'ın Alain Mikli için dizayn ettiği bu okuma gözlüğünü kullanıyorum. Şeffaf, çerçevesiz, kemik saplı okuma gözlüğü. Tam bana göre dizayn edilmiş, eğilip bükülüyor ama kırılmıyor. (Fotoğrafın alt ortasında duran da gözlüğün kutusu başkan, yanlış anlaşılmasın hani )

Bunların dışında Advil 200 mg tablet ve Lansor 30 mg kapsül de daima çantamda bulunur ama ilaç reklamı yasak diye fotoğraf çekerken kenara ayırdım.. Çantamda neler olduğunun cevabı böyle. Gelelim bu mim'in idamesi için kimlere yollanacağı konusuna. Hmmm... Kimin başını yaksam acaba? O zaman listemize bakalım. Şimdi kime paslasam, geri geliş yolunu açmış olacağım. Kısmet. O zaman bu mim: pretty in pink, Goddess Artemis ve Aceto Balsamico'ya gitsin.*


.

Pazartesi, Mart 16, 2009

Bana müsaade...


En son cuma gecesi uyumuştum. Bugün pazar. Uyumaya niyetim var. Uykum yok. Sabah olsun istemiyorum. Bir kez daha böyle bir duyguyla sabahlamıştım. 12 yaşındaydım. İki gündür, her fasılada şu soruyu düşünüyorum: Benim hiç annem oldu mu? Oldu. Benim bir annem vardı. Çok severdim. Narin bir kız çocuğuydum. Hastalıklı büyümüşüm, hâlâ anlatır. Okula başlayana kadar yaşıtım çocukları yakından görmedim. "Arkadaş" denilenin ananem, Nadide Teyze, Ragıp Amca, Leyla Abla, Aslan Abi gibi insanlar olduğunu zannederdim. Hiç bebeklerle oynamadım, hep kitap okurdum. Kimseler "ders çalış!" demezdi, derslerimi yapardım. Yine de annemi üzmeyi becerir, çileden çıkarır ve dayak yerdim. Gülcan'ı ağlattığım, yemeğimi tabakta bıraktığım, ananem yat dediğinde yatmadığım için en çok da annemle sokağa çıkmayı hiç sevmediğim ve istemediğim için dayak yerdim. Çok dayağını yedim annemin, o kadar da çok sevdim annemi.

Bazen okula gelip dersten çıkarırdı annem beni, doktora giderdik. Yalnız gidemezdi çünkü benden başka hiç kimsesi yoktu. Öyle söylerdi. Tembel ve sorumsuz babamdan peydahladığı çocukları aldırmak için giderdik doktora. Yol boyunca tekrar ederdi. Tembel baban! Sorumsuz baban! Doktorun kapısında bekler, annem ölmesin diye dua ederdim. İstiklal Caddesi'nden yürüyerek eve dönerdik. Annemin bacaklarından kanlar akardı. Ben korkuyla anneme bakardım. Ölecek sanırdım. Üzülmesin, daha fazla canı yanmasın, ölmesin, tembel ve sorumsuz babamdan bir an önce kurtulsun diye okumak, çok para kazanmak, büyümek isterdim.

Benim bir annem vardı ama, öldü. 12 yaşındaydım. Hatırlıyorum. Bugün gibi aklımda. Katina Teyze'de kahve içiyordu ölmeden önce. O son yudumu alan yüzünü, parıltılı gözlerini ve sesini hatırlıyorum. Gece eve gelmemişti. Neden gelmediğini anlatıyordu. Daha fazla anlatmasın diye içimden yalvararak dua ediyor, gözlerinin içine bakıyordum. Görüyordu. Ama yine de ölmeye devam ediyordu. Annem bir adama aşık olmuştu. Çok aşıktı. Ama umutsuz bir aşktı onun yaşadığı. Adam, "bırak kocanı benimle gel" demişti. "Gelemem benim bir evladım var" demişti sevdiği, aşık olduğu adama, şimdi de anlatıyordu. Fedakarlık ediyordu. Ertesi gece, sonraki gece annem eve daha sık gelmemezlik etmeye başladı. Geldiği zamanlarda da durmadan o adamı anlatıyordu. Duyuyordum. Günlerce, haftalarca susmadan, beni umursamadan anlattı. Sanırım bu ihaneti anlamlı bulmaya zorlanıyordum. Babamdan çok çeken, gün yüzü göremeyen genç kadın kendini buluyordu, ben annemi kaybediyordum.

O hafta, iki gece üst üste annem eve gelmedi. Aptal bir yalanla geçiştirilmiş babamın esrarlı sigarasını sarmasını gözledim. Sardı. İçti. İzledim. Bir tane daha sardı. Bekledim. Son sigarasını sardığında, "Annem başka bir adama aşık" dedim. Dinledi babam. Ne biliyorsam anlattım. Sen o adamı hiç gördün mü? diye sordu babam, görmedim. Evine gittin mi? diye sordu babam, gitmedim ama o kadar dinledim ki elimle koymuş gibi bulurum yerini dedim. Git yat, dedi. Yattım ama uyumadım. Sabah olsun istemedim. Sonra.. Annem eve gelemedi. Biz, baba-kız yaşadık. Bir süre. Beş- altı ay kadar. Beceremedik. Babam, annemin eve dönmesine izin verdi. 12 yaşındaydım ve baba-kız yaşamamız zordu. Babam öyle diyordu. Annemin dönmesine izin verdi ama ananemi istemedi babam. Annem eve döndükten altı ay sonra ananem vefat etti.

O sabah ananemi ziyarete gidecekti. Ben gitmek istemedim. Dayak yedim, ama gitmedim. Ben gitmeyince annem de gitmedi. Yalnız gidemiyordu nedense. Akşam üzeri annesinin ölüm haberi geldi. Ertesi gün, beni evde bırakıp Katina Teyze'yle cenazeyi kaldırmaya gitti. Eve döndüğünde üzgündü. Çok ağlıyordu. Ağlaması öfke krizine döndü ve "annemi son kez göremedim senin yüzünden" diyerek beni dövmeye başladı. Elinden zor kurtardılar. Komşular kapıyı kırarak içeri girdiler ve beni elinden aldılar. O gün kendine hiç gelemedi. Beni her gördüğünde deli gibi saldırıyordu. Anneme iğne yaptırdılar ve babamı çağırdılar. Ertesi gün babam evden hiç gitmedi. Evdeki bütün kesici aletleri toplayıp kilitledi. Annemi yalnız bırakmamamız gerektiğini, çok üzgün olduğunu, kendine zarar verebileceğini ve iyileşmesi için hastaneye yatıracağımızı anlattı. Ertesi sabah annem hastaneye yatacaktı. O gece tuvalete gitmek istediğini söyledi. Babam onunla tuvalete girmek istedi. Ama annem, yanına beni istedi. Girdim. Tuvalete oturdu. Yüzüme bakıyordu. Mermer kurnanın üzerindeki küçük, sarı tırnak makasına gözüm takıldı. Annem, "sana öğle bir ders vereceğim ki ölene kadar unutamayacaksın", dedi. Korktum. Makası alıp kendine zarar verecek sanıyordum. Tuvaletin yanında duran çamaşır suyu şişesini alıp içmeye başladı. Şişeye hamle yaptım, ama elinden almayı başaramadım. Bağırtımıza babam geldi. Beni dışarı çıkardı. Saatler sonra annemi alıp götürdüler.

Bir ay yattı hastanede. İyileşmiş ve eve dönmüştü. Doktorların verdiği ilaçları içmemişti. Şehir efsanesi gibi anlatıyordu. Önceleri ilaçları içmiş, uyuşmuş. Sonra yan yatakta yatan bir kadının tavsiyesi üzerine ilaçları camdan atmıştı. 13 yaşındaydım. Annem iyileşmişti. Kendisi de bundan emindi. Ama dayaklarına, babamla kavgalarına ve zoraki sokak gezmelerimize bir de öfke kusmaları eklenmişti. Hayatını yaşamasına, mutluluğu yakalamasına engel olmuştum. En önemlisi anlaşmayı bozmuş, konuşmuştum. İhbarcı olmuştum. Oysa ben anlaşmamızı hiç bozmadım. Son kez tokat atmaya kalkıştığında 16 yaşındaydım. Elini tuttum. Bir daha dövmedi. Ama hırpalamaktan hiç vazgeçmedi. İstemediğim hiçbir şeyi yaptıramadı. Ama ruhumu acıtmaktan hiç bıkmadı. "Neden babana anlattın?"diye hiç sormadı. Beni anlamayı denemedi. Haklıydı. Hesap ağırdı, altından kalkamazdı. Faturayı bana kesti, hayat devam etti.

Büyüdüm. Kocaman kadın oldum. Olanı biteni el yordamıyla anlamaya çalıştım. Affettim. Önceleri samimi ve içten bir özür bekledim. Sonra ondan da vazgeçtim. Kabullendim. Uzlaştım. Yola devam ettim. Yalnız kalmayı öğrendim. Korkmamayı öğrendim. Ne düştüğümü söyledim, ne canımın yandığını anlattım, ne kimselerin dizine yatıp ağlayabildim. Kimseye fazla yaklaşmadım. Çok fazla anlatmadım. Akıl sağlığımı korumaya ve tek parça kalmaya çalıştım. Gözü yaşlı o küçük bir kız çocuğunun emaneti olan bu kadından hiç vazgeçmedim, hiç saygısızlık yapmadım, hiç yalnız bırakmadım. Evet, benim bir annem vardı. Çok severdim. Çok uzun yıllar önce öldü. Başım sa'olsun!

.

Pazar, Mart 15, 2009

Festival Zamanı


20. Ankara Uluslararası Film Festivali 12 Mart gecesi start aldı. Biliyorsunuz. Sırada 28. Uluslararası İstanbul Film Festivali var. 4- 19 Nisan 2009 tarihleri arasında düzenlenecek. Festivalde Ulusal ve Uluslararası Yarışma bölümleri dışında geleneksel "Dünya Festivallerinden", "Genç Ustalar", "Mayınlı Bölge" gibi bölümlerinde ve "Gümüş Ülke, Altın Sinema: Arjantin" ve "Aşk Olsun" gibi yeni bölümlerde toplam 200 film ( kitapçıktan saydım) gösterimi yapılacak. Lale sahipleri dışında kalan festival takipçileri 21 Mart itibariyle bilet almaya başlayabilirler.

Dün ders kitapçığımı elime aldım. İki haftaya 50 film sığdırdım. Kaç fire çıkacak bakalım. Maalesef 16 Nisan akşamı itibatiyle iş yüzünden İstanbul'a veda edip festivalin son günü (kısmetse) geri geleceğim için pekçok meraklandığım filmi izleyemeyeceğim.

Bugün pazar. İstanbul kararsız. Güneşleneyim mi, bulutlanayım mı, bilemez halde havası... Karnım tok. Çok şük'r sağlığım yerinde. Evimi tuttum, taşınmak üzereyim. İşim var. Gücüm var. Biraz ayaklarım ağrıyor o da dün gecenin yorgunluğundan. Ama çok mutsuzum. Kalbimin tam ortasında kapkara bir leke var, bardak bardak umut içtiğim halde renklendiremediğim..


Böyle işte!


.

Cumartesi, Mart 14, 2009

Ranini'nin kaçırılışı...


Aşağıdaki bölüm, karşılıklı yazarak "online" oynanan frp türüne örnek olması için yüzüklerinefendisi.com.tr isimli sitede gerçekleşen bir hikayeden alınmıştır. Tharbad'da mola veren kafileden ranini kaçırılmıştır ve olaylar gelişir.

tarih : 10 ekim 2002
yer : `tharbad` çıkışı, kamp yeri

oynayanlar:
ranini (anlatıcı, forsuk tepegöz, topal brandir, bilge burun, styric'in kurtçukları)
bobadillo[uh](kendisi)
urugh khakh (kendisi)
sirano bey (tindome)

**tharbad çikişi- kamp yeri **

forsuk tepegöz: forsuk aniden çalıların arasından çıkıp bağıra çağıra üzerine atlayan bilge burun'dan kurtulmak için hamle yapmaya fırsat bile bulamamış, şişman hobbitin altında debelenmekteydi. bilge burun hem bağırıyor hem de forsuğa tokat atıyordu. forsuk olanca gücüyle bağırdı: "imdaaat!! kurtarın beniii...!!"

topal brandir: brandir, anlattığı öykünün etkisiyle biraz sersemlemiş..
önünde olan bitenlere öylece bakıyordu.. başını kaldırıp ork'a baktı.

bilge burun: bilge burun, nefes nefese kalmıştı. altına aldığı forsuğun yakasından tutup sarsmaya başladı "doğru söyle bana.. hazine nerde? altın dolu sandık nerde? benden kurtulacağını mı sanıyorsun.." bir anda etrafında beliren gölgeleri gördü. bir ork ve ork kadar iri biri daha ona bakıyorlardı. hırsız hobbitin dostları olmalıydılar.. tedirgin oldu.

bobadillo[uh]: iki hobbiti enselerinden tuttuğu gibi havaya kaldırdı.. "durum zaten karmakarışık ve her geçen an yeni bir karışıklık ekleniyor.. senin kim olduğunu sormayacağım yeni hobbit.. hele sandığı, hazineyi hiç sormayacağım.. şimdi yapmamız gereken önemli bir işimiz var.." forsuk'un suratını kendi suratının önüne getirdi.. gözleri şimşek şimşekti.. "porsuk!!!!! son kez soruyorum.. bu sittiric büyücü ne tarafa gitti? anlat çabuk.."

forsuk tepegöz: ork'a ilk kez bu kadar yaklaşmıştı. burunlara ziyan bir koku üzerine geliyor, gözlerinde çakan şimşekten de etkili oluyordu. sesi titreyerek cevap verdi "şu...şşş..uu.. ta..ta...tarafa..."

topal brandir: "orman arazisine doğru gidip, kaybolmuş.." dedi, brandir.. "zaten yerini belli edecektir bize...." forsuğun son sözlerini hatırladı. "demek bir kuş ve bir de köpek vardı hobit kadının yanında.." ork'a döndü sakin bir sesle devam etti." bir elf, bir köpek ve bir kuş eksiğimiz var. halka tamamlanınca izler açılacaktır. orman bir nehire açılıyor, nehir yolunu takip edeceğiz..."dedi.

urugh khakh:telepoyrtazzzyoyon!!!
ofsuruyk pepegotun paymaykiylayn gozzztdertiyi yerteyn biyr andta dumaynlar arasiyndta biyr buycucu belirtii....amay sittireyt diyil oruhg buycususuydu.......
og gakh 14.39 (15.39)
teleportasyon! forsuk tepegöz'ün gösterdiği yerden bir anda dumanlar arasında bir büyücü belirdi. ama sytric değil, orc büyücüsüydü.

bilge burun: forsuğun eliyle gösterdiği yer dumanlara boğulmuş, arasından kocaman ve yamuk yumuk bir dev belirmişti.. bilge burun korkuyla bağırdı "o da neeeeey!!!!"

urugh khakh: yanizzsca popaytiyoyu tanyorggdtu....
"soole bakayliym popaytiyyo, bunnarrr kiyymm, kiym bu uszayk dtiyarglarta guynlerdtir gkezsineyn hobiybiykler, sittiretler, ofsuruyklar?"....kizmish biy hayldte org ha bakyorgtu "leszisz rannigh iym nerte?" "buraylarisi fazsssla bosh birakymisiym kalba"
og gakh 14.43 (15.43)
Yalnızca bobadillo'yu tanıyordu. " söyle bakalım bobadillo bunlar kim, kim bu uzak diyarlar'da günlerdir gezinen hobbitler, sytricler, forsuklar? kızgın bir halde orca bakıyordu. "leziz raniniö nerede?" buraları fazla boş bırakmışım galiba"

bobadillo[uh]:
ork bir kez daha asıldı kılıcına.. dumanlar arasından bir anda beliren kadim düşmanları urugh khakh'ı tanıdı.. şüpheyle baktı.. " eh.. bir sen eksiktin guguk kuşu.. popatyaymış.. biz her yeni gelenle tanışma törenleri düzenler, hikayeler anlatacak olursak ranini'nin cesedini değil fosilini bulacağız en sonunda.. buyur kendin tanış hobibiklerle, ibibiklerle.. ya da boşver de bir numaraya kalkışmayacaksan benimle gel istersen lesis hanımı bulmaya.. yolda anlatırım olanı biteni.. brandir.. sen de halkayı tamamlamak istiyorsan git ara bul kediyi, köpeği de sonra ne yapacaksan yap.. ben nehre doğru gidiyorum.." bobadillo söylene söylene forsuk'un gösterdiği yöne, ormana doğru yürümeye başladı..

urugh khakh: sabrisizsz buycuydu urghh....
orugh buycususuy yerteyn biytme bitli bir-un'a baktiy, arkaziyndtayn ofsurk pepeye, ontayn topach bagardur'a...sonnra giney popaytilyoya dtondu...bi aciyklamay beykletiyi kesiyndti...gkozssslerinsini kiszzdiy "beyn yoykkeyn neleyr olmush burlarta?" tiye dtussuyndtu...(aszzliyndta tuym hikkayyeyi bilyorgtu...kayiyt kazsaniyndayn isslemistiy yasaynaynlarisi soyn bi kaych gkuntur...ama sittiret buycucusuu -kendunnu bi amuyletle koruyduyundtan onu izzsleyemiyorg, nerte olduyunuyu kazsaniyndayn gkoremiyordtu)...kalmishti bu gkariyp gkurubuyn arasiyndta, inzaafflarina...ormayna tooru gkiteyn popatyaya baykti, sonna topach a dondtu...sankiy onuyn koshmaszini bakliyorgtddu...
og gakh - 15.04 (16.04)
Sabırsız büyücüydü urugh... orc büyücüsü yerden bitme bitli bir urug hai'a baktı. atkasından forsuk tepegöz'e, ordan topal brandir'e.. sonra yine bobadillo'ya döndü. bir açıklama beklediği kesindi. gözlerini kıstı "ben yokken neler olmuş buralarda?" diye düşündü. (aslında bütün hikayeyi biliyordu. kayıt kazanından izlemişti bütün olanları son birkaç gündür. ama sytrıc büyücüsü kendini bir amuletle koruduğu için onu izleyemiyordu. nerede olduğunu kazanından göremiyordu.) kalmıştı bu garip grubun arasında, insaflarına... ormana doğru giden bobadillo'ya baktı. sonra topal'a döndü. sanki onun koşmasını bekliyordu.

forsuk tepegöz:
çonnkkss!!
diye yere bırakıvermişti elinden forsuğu ork!! iki eliyle kalçasını tutarak ayağa kalktı. yeni gelen büyücüye korkuyla baktı. arkada kalanlara baktı.. ork'un peşine takılmaya karar verdi.. "bu kadar çürük olsam benim de sinirlerim harab olurdu tabi" dedi içinden..

topal brandir: "ne büyük bir sadakat!" dedi. brandir yaşlanan gözlerini elinin tersiyle silerek, liderini bulmak için acele eden ork'u ve onu izleyen hobbiti takip etmeye karar verdi. arkalarında kalan bilge burun'a dönerek " burda bekle, elf, köpek ya da kuş hangisi gelirse, nehire doğru ilerlediğimizi söyle" dedi.

bilge burun: bilge burun düştüğü yerden kalkamamış, ork onu bıraktığında altında kalan bacağını ovalayarak, sızlanıyordu. brandir'in sert bir sesle verdiği talimata kekeleyerek cevap verdi " pe..pe..pe..peki... bee..beee.beekleerim.." içinden tekrar etmeye başladı " elf, kuş ya da köpek .. kim gelirse nehire gittiler..elf, kuş ya da köpek .. kim gelirse nehire gittiler..elf, kuş ya da köpek .. kim gelirse nehire gittiler.." içi geçti, bayılmıştı...

tindome: elf, saklandığı yerden atını sürüp çıktı. hobit'in papağanladığı sözlere yüzüne bakmadan yanıt verdi "biliyorum". sonra da diğerlerinin peşine atını sürdü. durmadan söyleniyordu" "demek bir styric ha" dedi, gözleri öfkeyle yanıyor, hayalinde onu hırpalıyordu. "ered'de soyunuzu sona erdirdim sanıyordum. demek bitirmem gereken bir iş daha var." sonra peşlerinden sessizce takip etti. `çeyrek` peşisıra geliyordu. "aslında bunları takip etmek için bir köpek burnuna ihtiyaç yok" diye düşündü. "acaba çeyreği handa mı bıraksaydım?"

bobadillo[uh]: ani bir kararla durup geriye baktı.. forsuk ve brandir peşinden geliyordu.. urugh olduğu yerde kararsız bir şekilde arkalarından bakıyordu.. kendisine doğru gelen ikilinin yanından geçerek urugh'un yanına geldi tekrar.. "düşündüm de eğer bir büyücüyle uğraşacaksak ancak sen bize yardım edebilirsin..ne diyorsun?"

forsuk tepegöz: ağaçlık alana girerlerken ork durmuşgeride kalan devin yanına gitmişti. "aslında kaçmanın tam zamanı "dedi. geriye dönse bilge burun'a hesap vermek zorunda kalacaktı. olduğu yeri daha güvenli buluyordu. "nehir..." nehir lafı onu çok korkutmuştu. sudan korkardı. büyük büyükbabası nehir kazasında ölmüştü. "bir sal bile yok! nehire nası girecekler ki" diyerek rahatladı.

urugh khakh: geliyorgggggg...
"pekiyy, popaytilyo, keliyorgum...bi buycuyle ancayk bi buycuy basha cikkayr...bana yerni bulun yeteyr, rannniki paylasiyrisz sonna" dedu...bi yaydtan da atiyniyn uzztuydeyn kendunnu suszen rintindine bakyorgtu...
og gkah 15.26 (16.26)
" tamam bobadillo, geliyorum.. bir büyücüyle ancak bir büyücü başa çıkar.. bana yerini bulun yeter, ranini'yi paylaşırız sonra" dedi. bir yandan da atının üzerinden kendini süzen rintintin'e bakıyordu.

styric'in kurtçukları: kımııılllg!! kımııııllllgg!!
yüzbinlerce iri, iğrenç kurtçuk tepelerinden aşağıya yağmur gibi yağmaya başladı.. iri!! iğrenç ve yapişkandilar!!

urugh khakh: ........geldti ........birteyn rindindin iyn uzseriyndte beliyreyn sariy bulta baykrti " sittireyt bizsi buldtu.sittireyt beniy buldtu...geriy cekliyn heppunuzsss" diyey baardti...bi yayndtayn da cebiyndtekiy cesssveyizsini cikayrtip bi tutaym kayvfe vfe suyttozsu koytu iciynde vfe buyyusuyne bashladi...
og gkah 15.35 (16.35)
... geldi!... birden bobadillo'nun üzerine beliren sarı buluta baktı. " sytric bizi buldu. sytric beni buldu. geri çekilin hepiniz" diye bağırdı. bir yandan da cebindeki cezvesini çıkarıp bir tutam kahve ve süt tozu koydu içine ve büyüsüne başladı.


topal brandir: "geri çekilin" diye bağıran büyücünün önünü açarak kılıcını çekti. gökten yağmur değil, kurtçuklar yağıyordu. üstüne, başına ordan da yerlere saçılan iri kurtçukları kah ayağıyla eziyor kah kılıcıyla ikiye bölüyordu. ikiye böldüğü kurtçuklar ölmüyor, bölünerek çoğalıyorlardı. bölmeden ayağıyla ezip öldürmenin daha doğru olduğuna karar verdi.

bobadillo[uh]: bir türlü harekete geçemiyor olmalarına iyice canı sıkılmıştı bobadillo'nun.. urugh büyücüsü kurtçuk büyüsünü yaparken o da gökten yağanlardan birini yakaladı.. miğferini kaldırarak yarısını ısırdı kurtçuğun.. biraz çiğnedikten sonra geri tükürdü.. "böööğğğğ.. tadı kerevize benziyor.. nefret ederim kerevizden.."

forsuk tepegöz: üstüne düşen ilk kurtçuğun altında kalmış debelenip duruyordu. "biri bişiiler yapsın!! kurtarın beniii!!" diye bağırıyordu

urugh khakh: fiayr balll
uruygh buycususu...kurtdlartayn kurtuylmalariniy saalaycayk buyuyu olshturmuystu...amma yerte bayira cayira kifvraynayn ofsurk pepe'niyn dte olumusune yol acaybiliyrti buysiusu.... og gakh
fire ball! urugh büyücüsü kurtlardan kurtulmalarını sağlayacak büyüsünü oluşturmuştu ama yerde bağıra çağıra kıvranan forsuk tepegöz'ün de ölümüne yol açabilirdi.

bobadillo[uh]: urugh büyücüsünün yapacağı büyünün gücünü yüzünden anlayan bobadillo yerde kıvranan forsuk'a doğru atıldı.. üzerindeki kurtçuğu kenara fırlatarak hobbiti kucakladığı gibi büyücünün yan tarafına doğru koştu.. "brandiiiiiiirrrr.. çekil sen de oradaaannnnn.. diğer hobbit neredeeeee???"

topal brandir: viciiivkks!!
ork'un uyarısı üzerine ayağının altındaki son kurtçuğu da ezdikten sonra çevik bir hareketle geriye doğru çift parande atarak kenara çekildi brandir. ayakları yere basınca ork'a cevap verdi "diğer hobit kamp yerinde kaldı! merak etme dostum!" dedi.

urugh khakh: styric'in kurtçukları:caziiirtt!! cuzuuuurttt!!
yaniyordu kurtçuklar!! caziiirtzz!! cuzuuurttz! etrafa pis bir koku yayiyordu kurtçuklar!!

forsuk tepegöz:
ork dostu onu bir hamlede kucağına alıp ölümden kurtarmıştı.. forsuk minnettar gözlerle ork'a bakıp "teşekkür ederim dostum, şu sefil hayatımı sana borçluyum "dedi. "artık yanından hiç ayrılmayacağım ama rica etsem beni yere bırakabilir misin? ben yüksekten korkarım da"...

urugh khakh:
hymmm lesis kokyorgdtu
uruyk buycususu, konzantereyagi olduy....simdtiy bu kokuyyu uzsaklaystirmaliydti....hemeyn russgkar guluy buyyuszune bashladti...bu sttiretle urasmayk raninik i yemeykteyn dtaha kolaydti vfalla....
og gkah :p
Hmmm.. Leziz kokuyorlardı! Urugh büyücüsü, konsantre oldu. Şimdi bu kokuyu uzaklaştırmalıydı. Hemen rüzgar gülü büyüsüne başladı. Bu sytric'le uğraşmak ranini'yi yemekten daha kolaydı valla

bobadillo[uh]:
forsuk'u yere bıraktı bobadillo.. koku bobadillo'yu pek rahatsız etmiyordu ama büyücü yeni bir büyüye başlamıştı.. yanan kurtçuklar yerde kalın ve yoğun, balçık gibi bir kül tabakası oluşturdular.. geriye yanmayan tek bir kurtçuk kalmıştı.. diğer kurtçuklardan daha farklı görünüyordu.. kül tabakasının üzerinde sağa sola gidip gelmeye başladı.. bir süre sonra o da toz haline dönüştü.. geriye külün üzerine yazılmış bir yazı kaldı :
"..yalnızca aklını kullanan erişecek menzile,
büyüler çözmeyecek hiçbir düğümü..
saf ve iyi olan bulacak sırrın çözümünü.."

urugh khakh:
kulleyr havaylandti....
"..yannizsssca ayklısinı kulaynayn erşeyecek mennzssiyle,
büylergg çözszzmeyceyk hiychbiy düyüymü...
zarf ve iygg oln bulceyk sırınnnn çözssmüynü.."
yaszzzsilargg ruzssgayrlar beryabeyr kaybooldtu fakayt soyn hallerisi urugh buyciususunun ziyniney kazsiyndti...
illebeyt og gakh
Küller havalandı... "yalnızca akılını kullanan erişecek menzile, büyüler çözemeyecek hiçbir düğümü, saf ve iyi olan bulacak sırrın çözümünü" yazılar rüzgarla beraber kayboldu fakat son harfine kadar Urugh büyücüsünün zihnine kazındı. ilelebet urugh khakh

** arkası yarın**

anlatıcı:
son kurtçuğun dönüşerek mesaj haline gelmesi, yolcuların derin düşüncelere dalmalarına sebep oldu. ağır adımlarla yürüyerek ormana daldılar. en kısa zamanda nehir kıyısına ulaşıp, yola devam etmeleri gerektiğini biliyorlardı.

"

.. yalnızca aklını kullanan erişecek menzile,
büyüler çözmeyecek hiçbir düğümü,

saf ve iyi olan bulacak sırrın çözümünü
..
"

- Orc lisanından çeviren: ranini

.

Hobbit olduğumu biliyor musunuz?


Muhtemelen pek azınız bu bilgiye sahip. Süzme bir hobbit olduğum bilgisine.. Evet. Tolkien'in efsane eseri, The Lord of The Rings'in, Türkiye gösterimi esnasında tesadüfen girdiğim Umut Sanat sponsorluğunda açılan bir sanal ortamda oluverdi herşey. Site, içinde aptal bir "item toplama" oyunu barındıran aslında tamamen promosyon için kurulmuş bir portaldı. Birkaç gece gezindim. Forum sayfasında, her ırk için ayrı alanlar oluşturulmuştu. Sonra bir gece "Shire" forumunda bir başlık açarak yazmaya başladım. Forum kuralları gereği üyeler sadece film ve eserle bilgi ve görüşlerini paylaşıyordu o alanlarda. Ben bir sofra kurdum, Beyaz Ev'in önündeki yola. Tek başıma. Bütün gece boyunca yazdım. Evi temizledim. Taşındım ve yerleştim. Bitkiler topladım. Sofraya bir sürahi bolusu su ve boş bardaklar bıraktım.

Ertesi gece ilgili başlığın olduğu foruma girdiğimde birçok protesto mesajı atıldığını gördüm. "burası forum alanı frp yapmak istiyorsanız chat odalarını kullanın" anlamında en kibarından, en edepsizine kadar pek çok mesaj vardı. Yazdım. Umursamadan yazdım. Kaç gün yazdım bilmiyorum ama bir gece sofrayı gözleyen bir çift göz görene kadar sürdü bu yalnızlığım. O geceden sonra sofra yalnız kalmadı. Her gece Deringöl mevkii diye isimlendirdiğim o kurgusal mekanın kıyısındaki sofranın misafirleri olmaya başladı. Tek bir kuralı vardı sofranın. Her misafir silahsız oturacaktı. Uruk hai'ler, Orc'lar Troller geldi geçti o sofradan. Tolkien kurgusuna göre kahvaltısı olabileceğim ırkların, dostu oldum. Ve 1990 yılından beri mahlas olarak kullandığım "ranini" vücud buldu. Hobbit ranini oldu.

Sonra bir klan kurduk. Samanpostlular. Birbirinin yüzünü hiç görmemiş, varlığını sadece bir ırk ve mahlas olarak bildiğimiz "karakterler"le sanal bir dünya oluşturduk. Gerçek dediğimiz dünyada anlatmaya çalıştığımız herkes bize gülerken ve şaşırırken biz sanal hayatımızı gerçeğe dönüştürdük. Düzenli olarak sanal hayatta kurduğumuz sofraları ortak hayatımızı yaşadığımız maddi dünyaya taşıdık. Her cuma toplanmaya başladık. Gerçek sofranın da tek kuralı vardı. Her sofra müdavimi reşit olmalı ya da ebeveyn onayı ile katılmalıydı. (Hoş, ana babasından izinli misafirleri de saat 21.00 oldu mu, eve postalardık. Sofrada tütün ve alkol tüketmeleri de yasaktı. )Türkiye'nin her şehrinden ve ülke dışından üyelerimiz oldu. Klan üyesi olmayan misafirler ağırladık her iki soframızda da. Hikayeler yazdık. Çoğunu kaybettiğimiz, kayıt altına alamadığımız mükemmel hikayelerde yaşadık, savaştık ama hiç cana kıymadık, kan dökmedik. Söz tükenmeden silaha davranmadık. En güçlü silahın söz olduğuna biat ettik. Gerçek dünyamızda tatile gittik, kutlamalar yaptık. Aşklar yaşadık, evlendik, kıskandık, boşandık. Çocuklarımız vardı, yenileri doğdu. (Biri benim adımı taşıyor. Ömrü bol olsun. Ne zaman hatırlasam gururdan gözlerim yaşarır.) Kavgalarımız, ihtiraslarımız, küskünlüklerimiz oldu. Kırıldık tamir olduk. Nefret ettik unuttuk. Gidenler oldu. Hiç gelmeyenler olduğu gibi. Ama yaşadık. Yaşıyoruz. Anlatılamazı yaşıyoruz. Bu gece yine soframızı kuruyoruz Komutan Cle sa'olsun! Bekleriz...

Yola devam, barış için...







.. Photo: hobbit ranini



.

Çarşamba, Mart 11, 2009

Kusmak...


Yazarak da kusulur. Yazarak kusar kimi insan içindekileri. Tekme tokat, sille kötek yazarsın. İlk cümlede sobelersin üzüntüyü. Sevgiyi de.. Kusar rahat edersin. Uzaklaşır alay edersin. Senin değilmiş gibi yaptığın bir oyundur.

Yazarsın, kusarsın. İzle dur, topla biriktir. Olay hayatta geçiyor. Tashihler almış başını gidiyor, kalem hâlâ hurufat peşinde! Dize dur ah ve kâmları, birbiri peşi sıra. Yetti gayrı in aşağı şimdi, onca zahiri arasında kendini ara.

Yazarak da kusulur. Umursuz bir kaya gibi dikilir harfler önünde. Gölgeleriyle, koyaklarıyla, uyaklarıyla dizersin kelimeleri peşpeşe. Eteğiydi doruğuydu cümlenin bakmazsın. Yalındı yalçındı kaçınmazsın. Uyaktı makamdı aramazsın. Kalbin ağzından daha bozuktur. Sadece kusarsın. Çaresizliğini de...

Yazarak da kusulur. Vız mı gelir hiç, elalem ne der demezsin. Okuyan ne düşünür, ne kaynatır demez yazarsın. Neme lazım, bilmesin kimse sokağa çıkmaktan neden korktuğumu, köprüden aşağıya sadece olta mı sarkıttığımı, gönlümü kime kaptırdığımı, kimin arkasından gözyaşıyla baktığımı demez, yazarsın.

Yazarak da kusulur. Yazanın gözyaşlarıdır, okuyanın gözlerinden dökülen..



•• Fotoğraf: Vedat Ozan

.

Hatırlamalı: Georges Lautner


1926 doğumlu fransız, iyi zanaatkâr, yüksek hasılat yapan filmlerin ustası bir yönetmendir. Alain Delon, Mireille d'Arc, Jean- Paul Belmondo, Miou-Miou, Jean Gabin, Ornella Muti, Sophie Marceau gibi hangi dönemde film çekiyorsa, o döneminin en ünlü yıldızlarıyla çalışmıştır. "Galia", "Pas de problème", "Les Seins de glace", "Mort d'un pourri", "Le Pacha", ve "Room Service (1992)" filmlerinin bazılarıdır.

Lino Ventura ve Bernard Blier'in oynadığı, senaryo yazımına da ortak olduğu, " Les Tontons Flingueurs" sinema tarihine adını yazmış önemli bir komedi filmidir. Film, çeşitli vesilelerle ülkemizde de sıkça teşhir edilir. Sinema sektörüne film yapmak dışında "adam" yetiştirerek de katkı sağlamıştır. Fransız sinemasının göreceği en centilmen muhalif olan Bertrand Blier bile yönetmenliğe Lautner'in asistanlığını yaparak başlamıştır. Georges Lautner, halen doğduğu yer olan Nice'de yaşamakta ve senaryo yazmaktadır.


.

Cumartesi, Mart 07, 2009

ULUMA


Bu projenin 6 haziran 2008 günü Karga'da ilk gösterimi yapılmıştı. Mehmet Öztekin'in yönettiği 'Uluma', Kaan Çaydamlı prodüktörlüğünde yapılmış ve iddiaya göre ülkenin ilk 'beat generation' belgeseli.

Diyorlar ki: "Allen Ginsberg'in siiri "Howl"un, olmasi gerektigince yuksek sesli ve ritmik olarak ulkemizde ilk defa seslendirilisini belgeleyen ve tek derdi amaci da bu olan bir belgesel projedir."

Fragmanda projenin prodüktörü olan Kaan Çaydamlı'nın da görünüyor olması tıklama rekoru kırılmasına sebep olmuş, link kitlenmesi yaşanmış. Elinize sağlık olsun!


İzleyin!




.

20. Ankara Uluslararası Film Festivali Başlıyor...


Bu festivali izlemek için davet edildim. Blog yazarı olarak. Pek keyifli olacaktı yola gitmek lakin iş programımda oluşan olağanüstü bir sapma sebebiyle davete icabet edemeyeceğim kesinleşti. Kısmet değilmiş. Yine de festival organizasyon komitesini bağımsız oluşumlara kıymet verdikleri için içtenlikle kutlarım. 12- 22 Mart 2009 tarihleri arasında düzenlenen festivalde Macit Koper de "Aziz Nesin Emek Ödülü" alacakmış. Festival organizasyonu, 12 Mart sabahı bir grup basın mensubu ve sanatçıyı İstanbul'dan kalkacak olan "Festival Treni"yle Ankara'ya götürüyormuş. Aynı gece düzenlenecek olan açılış törenini Janset ve Ruhi Sarı sunacakmış. Festivalle ilgili detaylı bilgiyi web sitesini tıklayarak öğrenebilirsiniz.




.

Beni Affet!

"Hergün bir yere konup, bir yerden göçmek, akar su gibi, bulanmadan, donmakdan kurtulmak ne hoş. dün de geçti, düne ait söz de dün gibi gelip geçti. bugün yeni bir söz söylemek gerek."*

Avcumda sakladığım, sevilenlerin o uzun listesidir. Hiçbir isim silinmemiştir.
Beni affet... Ruzgâr nereden eserse essin, yeter ki yelkenimi şişirsin diyen bir gemi, hiç limanda demirli kalmak ister mi? Beni affet... Bir yarımadaya benzesem de, aklı engin denizde kalmış, denize doğru hamle yapmış ama karadan bir türlü kopamamış bir adayım. Beni affet... Kök salamadığım her karış toprağın, gölgesi kalabalık her ıhlamur ağacının, bir avuç mavinin, bir tutam yeşilin, bir sarı nazarın ardından akmalıyım.

Beni affet...



* Mevlana




.. Vedat Ozan, Mısır Fotoğrafları- Nil

Çarşamba, Mart 04, 2009

CALL CENTER MACERASI


Mermaid emekli olma halime şaştıkça bugün başıma gelen bir banka call center macerasını anlatmak farz oldu. Olay adı lazım gelmez bankanın call center'ında görevli bir hanım kızımızla aramızda gelişmiş, müşterilerine daha iyi hizmet vermek için kayıt altına (banka tarafından) alınmış bir konuşmadır. Sadece salladığım küfürleri yok saydım, gerisi olduğu gibi aktarılmıştır.
- İyi günler ben F, nasıl yardımcı olabilirim?
- İyi günler F hanım, internet şubesi için şifre almak istiyorum.
- Sizi santrale aktarayım yıldız ikiyüz on bir tuşlayın müşteri numaranızı girin ve yeniden ikiye basın. Müşteri temsilcimiz sizinle ilgilenecektir. iyi günler..
- Teşekkür ederim..

F Hanım beni sisteme aktarıyor. Ben, -sanırım salak olduğum için- söylendiği gibi "yıldız ve 211" tuşlarına basarak hattan düşüyorum. Yeniden arıyorum. Yine aynı şeyler söyleniyor. Hattan düştüğümü belirttiğim halde mümkün olamayacağını söylüyorlar ve ben birkaç kez daha hattan düşüyorum. Sonunda insaflı bir call center çalışanı çıkıyor karşıma,
- Özür dileriz hanımefendi, çok haklısınız, "yıldız ve 2- 1- 1 tuşlayın" dememeleri lazım. Çünkü bu tuşlara tek tek basmalısınız. Yani önce yıldız'a basın, bekleyin yeni ses gelince 2'ye basın sonra 1 ve sonra yine 1..
- Teşekkür ederim.

Bağlanıyorum gerekli servise, cezam devam ediyor.
- İyi günler raninimanini hanım ben Ö, nasıl yardımcı olabilirim?
- İnternet şubesi için şifre almak istiyorum.
- Elbette önce güvenliğiniz için bilgilerinizi kontrol etmek istiyorum..
- Buyrun..
- Annenizin kızlık soyadının ikinci ve üçüncü harfi lütfen
- Sivastopol- fizan
- Teşekkür ederim.. Doğum tarihiniz lütfen
- Onbeş temmuz bindokuzyüz altmışbeş
- Teşekkür ederim. Ev adresiniz..
- Trakya caddesi, kaşkaval sokak..
- Pardon raninimanini hanım, hesap sahibi siz misiniz?
- Evet?
- Sesiniz yaşınızdan genç geliyor da..
- Teveccühünüz, teşekkür ederim..
- Sesiniz yaşınızdan genç geliyor, işleme devam edemeyeceğim..
- Ne demek devam edemeyeceğim? Otuz tane sorunuza cevap verdim az evvel?
- Özür dilerim raninimanini hanım.. Sesiniz burada yazan yaşınıza göre genç geliyor.. İşleme devam edemeyeceğim..
- Sizin kulaklarda bir sorun olabilir mi?
- Ranini hanım, nüfus kağıdınız yanınızda mı?
- Evet..
- Lütfen seri numarasını söyler misiniz?
- Fatsa sıfır beş- yüzyetmişsekiz dokuzyüzüç
- Ranini hanım maalesef sesiniz yaşınızdan genç geliyor ve işleme devam edemeyeceğim..
- Sizin adınız soyadınız nedir?
- Ö.. K...
- Sevgili Ö K sizin aklınızdan zorunuz mu var ? altı yaşındayım ve annemin hesabını mı heklediğimi sanıyorsunuz? Ömrü hayatınızda teveccüh lafını kaç kere duydunuz siz? Ulan ya acil bir durum olsa sizin paranoyak kulaklarınızla mı uğraşacağım ben?
- Ee, bir dakika raninimanini hanım..

Hattı beklemeye alıyor. Yaklaşık 4 dakika kadar (iphone vasıtasıyla süre takibindeyim) bekliyorum. Müzik de yok. Ö K hanım hatta geri dönüyor.
- Müdürüme sordum. Şüphelenmem yeterliymiş, size hizmet veremeyeceğiz lütfen şubenize gidin.

Çatadanak kapatıyor yüzüme telefonu. Sonra? Sonra yeniden aradım, başka bir elemana bağlandım ve işlemi yaptım.



•• Vedat Ozan, Mısır Fotoğrafları- Zamalek, Kahire

.

Do you love me?

izleyin



Alo!

.

Salı, Mart 03, 2009

"Bilmiyorum, bilemiyorum başarabildim mi?"


Emekliliğin tadını çıkarıyorum, biliyorsunuz. Bu gece de tiyatro gişesinde bilet alırken, 'emekli indirimi'nden yararlandım. Keyiflendim. Kenterler, emeklilere ve öğrencilere özel fiyat uyguluyormuş. İKSV'de var mı benzer bir uygulama acaba? Bilmiyorum. Toplu taşıma ücretinden muafiyeti var biliyorum ama henüz toplu taşımadan beleş yararlanacağım yaşlara varamadım. Kısmet. Önce o günleri görmek lazım. Biliyorsunuz, Tiyatro Gerçek prodüksiyonu olan bir oyunu izlemeye gidecektim. Gittim. Salı gecesi tıklım tıklımdı salon, benim gibi birkaç bedavacıyı ( '39 Basamak' için bilet aldım.) saymazsak elbette. İnsanın içi ısınıyor. Genç insanlar tiyatroya gidiyorlar, oyun izliyorlar, ne mutlu.

Tek kişilik oyunun adı: Van Gogh... Lal rengi bitki tutamlarıyla süslü fır dönen geçitler, bir porsuk ağacının açtığı çukur yollar, saf altından buğday yığınları üzerinde dönen morumsu güneşler, gösterişli kargaların kanatları altında bomboş bir ovadır bana göre. Neyse... W. Gordon Smith'in yazdığı ve Ülkü Tamer'in dilimize çevirdiği bu tek kişilik oyunu yine Hakan Gerçek sahneye koymuş. Sahnede sergilenen metin didaktik ötesi. Mecburen. Çünkü finalin ihtişamını ve karmaşasını verebilmek için hiç bilmeyenleri de donatmak, bir tür hızlandırılmış 'Van Gogh Kursu' vermek zorunda kalmış yazan ya da sahneleyen.

Oyunun kurgusunu keyifli hale getiren video görüntüleri akıllıca düşünülmüş. Van Gogh'un bahislediği resimleri sahnede kanlı canlı görmek kurguyu keyifli hale getiriyor ama salonun her yerinden aynı etkiyi yaratmıyor çünkü görünmüyor. Özellikle alttan gelen ışık sebebiyle üzerine dekorun gölgesi düştüğü için pekçok resmi göremedim. Üçüncü sıra, on üçüncü koltuktan bildiriyorum. Dekoru değil ama sahne tasarımını sevdim. Renklerin Efendisi'ni renklerden yoksun sergilemek yaşadığı sürece çırak bellenmiş, eleştirilmiş, horlanmış o küçük adamın kuşkulu karanlık ve sağlıksız ruh halini bizim üzerimize de serpiştirdi oyun boyunca. Nurullah Tuncer'in eline sağlık.

Tek kişilik oyunlar her zaman daha zordur, derler. Bu oyun çok zor. Çok. Belki sadece benim için zor. Bilmiyorum. Açıkçası Van Gogh ve resim sanatı aşina olduğum ama çok ilgilendiğim, bilgilendiğim köşeler değil. Bu sebeple bilmediğim bir hayatın yorumu üzerinde yorum yapamıyorum iyidir eğridir, doğrudur eksiktir diyerek. Üzerinde konuşabileceğim tek konu Hakan Gerçek'in oyunculuğu olabilir. Mükemmeldi. Meydan okuma gibi. Perde her kapandığında 10 yıl daha yaşlanır insan o yorgunluk ve duygu karmaşası sonrasında. Özellikle ikinci perdede insanın her hali resmi geçit yapıyor önünüzden korkunç bir süratle, üstelik sağlıksızlık da cabası. Gerçek, halden hale geçerken siz düğüm oluyorsunuz. Hep söylediğim gibi yine iddia ediyorum Hakan Gerçek bu memleketin yetiştirdiği, sahnede namuslu performans sergileyen birkaç oyuncudan biridir. Kanının son damlasına kadar oynar, geçiştirmez, eskiyle geçinmez. Yolu açık olsun.

Oyunun sonunda salon alkıştan yıkılırken ve biz perdenin bu gecelik kapanmasını beklerken, Hakan Gerçek nefes nefese bizi durdurdu. Dedi ki, "Bu oyunu 21 yıl önce Müşfik Kenter oynarken ben onun asistanıydım. Ve şimdi, bu gece ustam bu salonda ilk kez beni izledi ve ben öldüm öldüm, dirildim." Arkamıza baktık. Müşfik Kenter tiyatronun balkonunda, ön sırada, ayakta alkışlıyordu öğrencisini. Bütün salon ayakta alkışladı bu sahneyi ve tahmin edersiniz ki, ben yine ağlıyordum.


Emeği geçen herkese teşekkür ederim.


Böyle yani...




•• Afiş Fotoğrafı: Okan Yalabık. Afişin fotoğrafı: iphone

.

Pazartesi, Mart 02, 2009

Hiç Eskimeyenlere Dair...


Tegv'in 23 Şubat gecesi düzenlediği özel bir organizasyonda kardeşi Kenan Doğulu ile sahneye çıkıp, babaları Yurdaer Doğulu'nun "Haykırış" isimli eserini seslendirdiler. Ozan Doğulu adını duyduğum ilk andan bu yana 20 yıl geçmiş. Hiç unutmuyorum, zorla gittiğim bir davette yanılmıyorsam Harbiye'de Mehmet Teoman'ın açtığı gece klüplerinden birinde küçük bir grupla birlikte çalıyorlardı. Klavye başında küçük bir adam. Yüzünde kocaman, aydınlık bir gülümseme, parıldıyordu. Tahminen 17 yaşında olmalı... Ozan Doğulu'yu sahnede yeniden gördüğümde Gürol Ağırbaş, Erkan Oğur, Cem Aksel, Cem Erman ve Tahsin Endersoy'dan oluşan bir grupta İskender Paydaş'dan boşalan iskemlede oturuyordu. Paydaş askere gitmişti. Onlar, "Gereği Düşünüldü" isimli oyunun orkestrası olmuşlardı. O yıllarda Kenan Doğulu henüz şarkı söyleme yeteneğini ve bestelerini kalabalıklarla paylaşmamıştı. Sonra iki kardeşin Ataköy Marina'da gece çalışmalarına başlamasıyla, Kenan Doğulu'nun Roma'yı yakması bir oldu. Kalabalıklar "Doğulu" soyadını yeniden duydu ve onlar yan yana bugüne geldiler. Ömürleri bol olsun...

O gece, iki kardeş babalarının bestesini icra ederken ben 20 sene süren uzun bir yolculuk yaptım. Yüzünü gördüğüm ilk gece de dikkatimi çeken o gülümseyişi hiç silinmemiş, eskimemiş, yaşlanmamıştı. Onları sahnede yan yana görünce ağladım, söylemeye ne hacet!

Hiç eskimeyenlere...



.