Pazar, Mayıs 15, 2011

İnternetime Dokunma!


Beyaz popolarımızı klavye başından kaldırıp sokağa döktük. Güneşli bir günde Taksim'den, Tünel'e seslerimiz aktı: Kurabiye Tayyip- kurabiyee Tayyip- kurabiyeeee- kurabiyee- Tayyip- kurabiyeee Tayyip- Kurabiyeee Tayyip- Kurabiyeee- kurabiyee Tayyip!


Böyle yani..

.

Perşembe, Mayıs 12, 2011

Soldan say!


.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
.
fotoğraf Cannes Film Festivali'nin resmi web sitesinden alınmıştır.

Cumartesi, Mayıs 07, 2011

Bir Zamanlar Anadolu'da..




Nuri Bilge Ceylan'ın son filmi Cannes yolunda. Taner Birsel, Yılmaz Erdoğan, Ahmet Mümtaz Taylan, Fırat Tanış ve Muhammet Uzuner'in rol aldığı filmin resmi web sitesi'nden yolculukla ilgili gerekli tüm bilgilere ulaşabilirsiniz. Bir Zamanlar Anadolu'da, Cannes Film Festivali sonrasında vizyona girecekmiş. Hayırlısı bakalım..


Yukarıdaki fotoğrafı da dayanamayıp trailer'den kestim. Pardon..


Böyle yani..









•• photo by Nuri Bilge Ceylan

Pazar, Mayıs 01, 2011

1 Mayıs..


Aynalı Çeşme'de oturuyoruz. Mahallenin genç, yakışıklı üniversiteli abileri var. Gonk Sineması'nın üzerindeki binada oturuyorlar. Gonk Sineması'nın üzerindeki sıvaları dökük, yüksek apartmanda bekar odaları var. Üniversiteli abiler, mahellemizin güzide kızlarıyla kaçamak aşklar yaşıyor. Bekaretini mahallenin afili delikanlılarından, tombalacı, esrarkeş, köfteci ve taksicilerinden kurtarabilen kızlarımızı ya beli kırık gibi geriye kaykılarak yürüyen "disko dans" tutkunu oğlanlar ya da devrimci abiler kapıyor. Mahallemizin evde kalmış kızları, mahalle delikanlılarından farklı görünen, farklı konuşan bu genç adamların gözüne girmek için devrimci kesiliyorlar, hızla. Boyum yaşımdan çok daha küçük. Bu fiziksel özelliğim mahalle kızlarının hep işine yarıyor. Kapış kapış bu gizli flört seanslarına şahit yazılıyorum. Açıkça söylemeliyim ki devrimci abileri, diskocu oğlanlardan daha çok seviyorum. Mahallemizin yetişkin kızları dans tutkunu bu parlak oğlanlarla çıktığı zamanlarda, pis kokulu bekar odalarının en uzak köşesinde yalnız kalıyorum, canım sıkılıyor. Ama devrimci abiler uzun uzun konuşuyorlar. Tek umudu yaşadığı hayattan kurtulup, mahalleden kaçmak olan güzel genç kızlarımıza beyhude bir masal gibi eşitlik, emek, artı değer, hak hukuk anlatıyorlar. O zaman da kızlar sıkılıyor, ben dinliyorum.

Ali Abi, Fatsalı bir ailenin tek oğlu. İstanbul'da işletme okuyor. Özgür Fatsa'nın -her ne demekse-, yeşil gözlü delikanlısı, mahallenin en güzel kızı Gülay'a vurgun. Gülay da ona. Henüz aşk derinleşmeden, değişiyor Gülay. Siyah uzun saçlarını saatlerce ütüleyen, gözlerine sürme çeken, sütyenine pamuk yerleştiren, küçücük odasında renk renk elbise öbekleri yaratmadan giyinip sokağa çıkamayan Gülay Abla, kot pantalon, yeşil parka, sıkıca at kuyruğu yapılmış saçıyla devrim şarkıları ezber ediyor. Bir mayıs işçinin emekçinin bayramı! Enternasyonal şarkılar ezberliyoruz. Gülay gelinlik modellerine bakıyor. Ali Abi evlilikten hiç bahsetmiyor. Çok işi var. Önce devrim yapacak. Gülay sabırla 'devrim' olmasını bekliyor. Çeyiz hazırlar gibi Ali Abi'nin devrim etkinliğine yardım ediyoruz. Gece yarılarına kadar mum ışığında, soğuk odalarda pul yazıyoruz. Mahalle sokaklarını afişlerle bezemelerine yardım ediyoruz. Bekçi Amca, karanlık sokaklardaki öbekleşmeleri masum bir kaçamak zannediyor, düdük çalmıyor. Saklanması gereken kitapları paylaşıp saklıyoruz. En çok, "Çizgilerle Komünist Manifesto" adındaki kitabı seviyorum. Galiba fransızca. Neden sevdiğimi bilmiyorum ama, o kitabı ben saklamak istiyorum. Kitapları neden, kimden saklıyoruz? Onu da bilmiyorum. Soru sorma zamanı değil, yardım etmeli. Devrim ne kadar çabuk yapılırsa, Gülay o kadar çabuk mutlu bir yuva kuracak.

Günler geçiyor, biz 1 Mayıs sabahına uyanıyoruz. İşçi Bayramı. Taksim'de bir kutlama yapılacak. Davetli değiliz. Zaten ben işçi de değilim. Yine de erken kalkıyorum. Babam, uyuyor. Babam özel şoför ama o gün işe gitmiyor. Pazar Matinesi var ama, annem de o gün işe gitmiyor. Annemin de işyeri Taksim'de. Öğrenci evinin perdeleri kapalı. Saatler sonra Bayram kutlamasına katılacak olan kalabalıklar, Tarlabaşı Bulvarı'nı takip ederek mahallemizin önünden geçiyor. Seyrediyoruz. Ezberimizde olan sloganlara kıyı kenar eşlik ediyoruz. Ali Abi'yi, Yusuf'u, Erdem'i görmeyi umut ediyoruz. Göremiyoruz. Kalabalık öfkeli gibi... Kalabalık çok gürültülü... Asık suratlı bir kalabalık kapımızın önünden geçerek Taksim'e yürüyor. Bayram kutlamaya değil, devrim yapmaya gidiyorlar. Sonrası tufan.. Eve bir telefon geliyor. Telefonla konuştukça kararıyor babamın yüzü. Taksim fena, diyor babam. Bir cigaralık daha sarıyor. Hava kararıyor. Taksim'den kanlı haberler geliyor. "Pandorosa'nın tepesinden ateş açıldı, kendimi yere zor attım" diyor, Uğur. Bağır çağır anlatıyor olanı biteni. Pancaldi marka, maron, en sevdiği ipek gömleği yırtık, krem rengi şalvar pantolonu kan içinde. Kapı önü sohbetlerine telaşlı bir sessizlik yapışıyor. Öğrenci evinin ışıkları yanmak bilmiyor. İp atlamıyor, yakar top oynamıyor, çekirdek yemiyoruz. Kasımpaşa'daki bostandan yüklendiği sebzeleri sokak sokak dolaşarak satan Arnavut Hüsnü, Peşkirci Sokak'tan ileri geçemediğini anlatıyor mahalle halkına. Maksim'in kapıcısı İbrahim Amca'nın yokuş aşağı inen insan seline kapılıp, ezilerek öldüğünü ise ertesi gün öğreniyoruz. Okula gidecek miyim? Uğur'la elele, arka sokaklardan geçerek, üç günlük yola gider gibi, koşar adım Rebul Eczanesi'nin önüne kadar gidiyoruz. Parke taşlarına, vitrinlere sinen ölüm ve karmaşa havasına bakıyoruz. Tanıdık bir iz arıyoruz. Bulamıyoruz.

Hava yine kararıyor. Öğrenci evinin ışıkları yine yanmıyor. Bekliyoruz. Günlerce. Uykusuz. Haftalarca. Gülay abla'nın gizli gizli akan gözyaşları eşliğinde ağrılı bir karanlığın kaybolmasını bekliyoruz. Aylarca...


.



•• 2010 Beyrut, yevgenizamyatin