Pazartesi, Nisan 18, 2011

Ahmet Mümtaz Taylan'dan mektup var


Yusuf Eradam, T24'deki sayfasında istisnasız hastası olduğumuz Ahmet Mümtaz Taylan'la ilgili bir haber paylaşmış. Yazıyı okumak isteyenler için istikamet: Haysiyetli Hayır!


Hayattır ne olacağı belli olmaz, link gider filan diyerek söz konusu mektup metnini Ahmet Mümtaz Taylan'ın gıyaben izniyle aynen aşağıda yayımlıyorum:

“Sayın Monica Mazzoleni,

Lütfen aşağıda söylediklerimi üstünüze almayın ve proje sahiplerine ilettiğinizden emin olun.

Osmanlının II. viyana kuşatması ve bu kuşatmada papaz marco d’aviano’nun hıristiyanlığı nasıl da kurtardığını anlatan böylesi inanılmaz bir filmde bana da bir rol teklif ettiğiniz için teşekkür ederim. Fakat Wikipedia gibi bir siteye girip okuyabilen çocuklar bile öykünüzün tarihi yanlışlar içerdiğini, kuşatmanın 11 eylül tarihi ile ilgisi olmadığını ve kahramanlaştırdığınız rahibin o sırada kilisede dua ettiğini görecektir. bir keşişten kahraman yaratma girişiminiz utanç verici.

buyurun wikipedia’dan size alıntı:

“efsanede anlatıldığı gibi rahip marco d’aviano’nun turklere haç tuttuğu ve “tanrının haçına bakın da kaçın düşmanlar!” diye bağırdığına ilişkin hiçbir somut kanıt bulunmamaktadır. rahip, kuşatma ve saldırılar sırasında vaktini kilisede dua ederek geçirmiştir.”(Bknz: Marco D )

bir yaratığa haç tutmak, sizin kolektif belleğinizde vampiri ortadan kaldırmak için yapılan bir eylemdir ki vampirler fantastik yaratıklardır. bir başka deyişle, birine haç tutmak için onu ötekileştirmeniz ve onun düşman olduğunu kabul etmeniz gerekir. bu, ne yazık ki, hıristiyan kültürel belleğinizde aptal bir jest olarak kalmış olabilir, fakat unuttuğunuz bir şey var: insanoğlu evrim geçiren bir yaratık, hem zihinsel hem de yürekte iyiliğe doğru değişmek ve faşistçe düşmanlık ve antagonizmadan kurtulmak arzusunda bir yaratıktır ve öyle görüyorum ki siz bu gelişmelerden nasibinizi almamışsınız. burası çok açık.

ben, demokrat bir oyuncu yönetmen olarak bilinirim ve yaptığım işlerin hepsinde diktaya, zulme, faşizme karşı tavır almışımdır ve barışı, farklı kimliklerdeki halkların kardeşliğini ön plana çıkaran projelerde yer almışımdır ve hayatım ile sanatım da tutarlı gitmektedir. inanç farklılıklarından dolayı insanların arasına nifak tohumları ekecek, onları birbirlerine yeniden düşman kılacak, üstelik tarihi bilgilerin saptırıldığı ve nefret suçlarını alevlendirecek bir projede yer almam düşünülemez.

şunu da bilmenizi isterim ki temas kurduğunuzu söylediğiniz bakanlık hangisi ise, proje ile ilgili düşüncelerimi onlarla da paylaşacağım. yeni haçlı seferlerinin başlatıldığı, libya istilası sırasında böyle bir proje geliştirmeniz de inanılmaz bir zamanlama uyanıklığı belirtisi.

osmanlı da dahil tüm imparatorluklar geçmişte hatalar yapmışlardır ve sizinki gibi faşist projeler üretenler yüzünden de geçmişin hataları bugüne ve gelecek kuşaklara maalesef taşınmaktadır.

ikinci viyana kuşatmasının 11 eylül tarihi ile ilgisi yok. insanların kafalarına bu tarihi iki dinin düşmanlığının tescil edildiği bir tarih gibi kazımak niyetinizden dolayı utanmalısınız. sanki viyana surları dibinde mağlup osmanlı türklerinin o gün kaldırdıkları uçaklar dünya ticaret merkezi’ne ancak 2001 yılında varabilmişler gibi. sizin hayal gücünüzü şekillendiren, nefret ve intikam duygularıdır ki bu yolda sanatını size teslim etmeyecek birçok hıristiyan sanatçı ile de karşılaşacaksınız.

biz burada atalarımızın zaferlerinden kibirlenmiyoruz ve savaşta zaferin anlamını en iyi bilecek, tanımını en iyi yapabilecek kişinin mağlup kişiler olduğunu da biliriz. lütfen emily dickinson’ın yazdığı ve “başarı tatlıdan sayılır” diye başlayan şiiri okuyun. yenilgiden öylesine kederlenmişsiniz ki bu durum özgüveninizi ve içinizdeki iyi değerleri alıp götürmüş ve sizi yoldan çıkarmış. dahası, bu hastalığınızı kitlelere de yaymak, bulaştırmak istiyorsunuz ki bu affedilemez. düşmanlık bulaşıcıdır ve güç kazanan cahil ve öfkeli kitlelerden daha tehlikeli bir şey olamaz, bunu bildiğinizden eminim. biliyor olmalısınız ki bu kitleleri kötü amaçlarınıza alet etmek istiyorsunuz.

belli ki niyetiniz sinema sanatını küpünüzü doldurmak, kan döktürerek intikam almak için kullanmak. şair, emily dickinson bu niyetinizi bir hadis’in ırzına geçmek diye yorumluyor:

o geçer biz
kalırız.

memnuniyetimizi

yalancıklaştıran

bir yitiklik niceliği
sanki ticaret bir hadis’e
ansızın tecavüz etmiş gibi.

(Emily Dickinson, Beni özenle aç, s. 152)
(şiiri çeviren: Yusuf Eradam)


o çok önemli projenizi, hikâyenizi alıp dilediğiniz yere sokabilirsiniz! bu projeyi gerçekleştirebilirseniz, eminim ki her inançtan duyarlı insanlar sizi lanetleyeceklerdir, kendi gelecek kuşaklarınız bile ve o sözde ‘vatikan masumlarınız’ bu ustalıklı şeytan çıkarma marifetiniz için büyük büyük ödüller kazanmanızı sağlasalar bile.

Ahmet Mümtaz Taylan
Oyuncu, Yönetmen



.


Böyle yani..

Pazar, Nisan 17, 2011

Tren..


on sekiz nisan ikibinbeş...

sonsuzluğa gidip gelen iki cam sileceğinin arkasında
imkansız ela gözlerinde, öldüğümü gördüm.

sana bakıp ellerime tuzlar serpeceğim

sen öldün bugün
ben yaşlanıyorum

bilmiyorsun ki yağmur hâlâ yağıyor.
ben görüyorum...



.


•• photo by Hakan Özdeğin

Çarşamba, Nisan 06, 2011

Sümüklü!


Nezle illeti yakama yapıştı, perişanım. Mutsuzum. 4 günde toplam 20 festival bileti yakmak zorunda kaldım. Kapıdan dışarı adımımı atamıyorum. Nefes alamıyorum. Durmaksızın akan burnumu, 'Sümüklü!' diyerek motive etmeye çalışıyorum. Oralı değil! Bugün daha iyi hissettim kendimi ama festival koşturmasına girmeyi göze alamadım. Yarından umutluyum.

Dört gündür sigara içmiyorum. Bırakır mıyım? Pazar gününden beri televizyon seyrediyorum. Ekran eleştirisi yazarken televizyon izlemek bir tür 'iş' haline gelmişti. İzlemediğim zamanlar işi aksatmışım gibi hissediyordum. Şimdi gerçek bir bağımlı gibi sadece izliyorum, Twitter ve Sözlük geyiklerine katılıyorum.

Birkaç dakika sonra Fitaş 4'de, Nigel Cole'un 2010 yapımı filmi 'Kadının Fendi' başlayacak. Umarım kaçırdığım son film olur.

İyi seyirler!






••
Narmanlı Han by Hakan Özdeğin

Cumartesi, Nisan 02, 2011

Festival Başladı!




Dün gece açılış törenini Cnn Türk'den canlı olarak izledim. Festival organizasyonu dünyanın hiçbir yerinde görülmemiş bir görgüsüzlüğe de ödül töreni esnasında imzasını attı ve ödül alacak oanı sahneye çağırıp bekletip ödül verecekleri sonradan anons etti. Şakir Bey'in mirasçılarına bu büyük gaf hiç yakışmadı. Neyse..

Festivalde ilk izlediğim film John Turturro'nun Napoliten belgeseli, 'Passion' oldu. Festival acemisi Fitaş'da, 4. salonda izledim. Turturro hayranlarının yaş ortalaması 50+ gibi görünüyordu. Ergonomisi tuhaf koltuklarıyla Fitaş'da, festival seyircisinin alfabe ile imtihanı komikti. Ortalıkta yer gösterecek kimsecikler olmayınca reklamlar bitene kadar harfler havada uçuştu. Turturro'nun, Napoli'ye ve müziğe olan tutkusuna saygım arttı ama belgesel beni çok heyecanlandırmadı. Belki belgeselin adı, beklentimi büyüttü ama aradığımı bulamadım. Belki de müzikli övgü/ sövgü etiketini katbekat hak eden bir kentte yaşıyor olduğum için heyecanlanmadım. Bilmiyorum. Ama Turturro'yu 'Petrol' klibine rağmen fazla mülayim gördüm. Yine de Napoli gettosunu görmek ve yıllar sonra Mina'yı dinlemek de keyifliydi.

Festivalde günün ikinci filmi Marc Fitoussi’nin yönettiği ve Isabelle Huppert, Aure Atika, Lolita Chammah ve Jurgen Delnaet’in oynadığı 'Copacabana' oldu. Açıkçası film bana yeni birşey söylemedi. Vaad etti mi? Elbette. Eğer hikayenin kıblesini son 50 yılın en popüler klişesine dayarsan, seyirci olarak ben de farklı bir söz, yol, bakış açısı, öneri beklerim. Isabelle Huppert'i izlemek, bilmediğim bir Belçika şehrinin kıyısını dikizlemek, gülümsetici sahneler görmek hoş olabilir. Üstelik senaryonun akışı filmin ilk yarısına bile gelmeden hikayenin finale yürümesini sağlayacak çözümle ilgili bütün ip uçlarını gözüme soka soka bir hal olunca canım sıkıldı. Takdir edersiniz ki bilinen bir eserden uyarlama değil ise sonunu bildiğim/ tahmin edebildiğim filmleri izlemeyi sevemiyorum.

İstanbul çok soğuk, yağmur çok şiddetli, rüzgar çok sert. Hapşırıyorum!

İyi seyirler..





•• Fotoğraf, filmin resmi web sitesinden alınmıştır.



.