Pazar, Mart 30, 2014

Akta Manniskor: Dikkat, bu Nordic kalp kırabilir!

Akta Manniskor (Real Humans), 2012 yapımı bir İsveç bilim-kurgu draması. Şimdilik elde iki sezon ve 60'ar dakikadan toplam 20 bölüm var.

Bu sabah erkenden oy kullanmak için uyumadan sandığa gitmeye niyet edince, sezon içinde izlemediğim, çok ilgilenmediğim dizilerden biri ile maratona girişmek istedim. Vedat’tan 
(@vedaot) gelen bir tavsiye üzerine de bu diziyi izlemeye başladım. Bu tavsiyeye uymasam Helix izleyecektim. Helix'in ilk bölümünü izledim ama nedense hikayesine bir türlü ısınamadım.  Akta Manniskor'un yaratıcısı aktör ve yazar Lars Lundström daha önce Hakan Brakan (izlemedim), Tusenbröder (izlemedim) ve Labyrint (izlemedim) adındaki televizyon dizilerinin senaristliğini de yapmış. Dizinin 1960 doğumlu yönetmeni Harald Hamrell’i (Cismi, ikinci bölümde Hubot Cenneti’nde gözünüze ilişecek) dev beğendim. Müthiş incelikli, sade bir dünya kurmuş. Zaman ve mekan kavramlarından bağımsızmış gibi yaşayan bu fantastik dünyayı çok temiz ve inandırıcı kurmuş. Aksiyonu aksiyon, dramı dram gibi çekmiş. Her karakterin duygusuna yakın durmuş. Seyirciyi tarafsız bırakan bir rejisi var. Karakterlerin dünyasını seyirci için manipüle etmiyor. Şu iyi, bu kötü demiyor. İlginç bir adam vesselam. Diziyi öncelikle dünya kurmakta zorlananlara tavsiye ederim.

 Hikayenin kilit kahramanlarından biri olan Leo'yu, Andreas Wilson canlandırıyor.

Oyunculuklara gelince elbette şahane, övgü cümlesi kurmama gerek yok. Kadroda boş yok desem yeridir. Ancak ilk bölümler itibariyle dikkatimi çeken performansların sahipleri, Nordic meraklısı genç kızların yükselen ilahı Andreas Wilson (Leo) dışında, Ellen Mattsson (Eva), Lisette Pagler (Mimmi), Lennart (Sten Elfström) ve Alexander Stocks (Odi) oldu. Hikaye, yakın gelecekte, kısmetse hepimizin muhatap olacağı sentetik robotlar yani Hubotlar ve insanlar hakkında. Neredeyse cılk klişe haline gelmiş, kainatta yaşayan insan, hayvan, bitki ve dahi robotlarca resmedilmiş bir başkaldırı hikayesinin nesi ilginç, diyecekseniz, haklısınız. Hikaye, gelecekte var olacağı iddia edilen bir fantazi üzerinden ‘Benim de canım var?’ tartışması yaratarak geleceğe bakarmış gibi yaparken aslında bal gibi de içinde yaşadığımız çağa rahmet okuyor, ‘Biz ne zaman bu kadar zalim olduk?” sorusuna ve üflesek devrilen, evrilen değer yargılarımıza cevap arıyor. Dizi, Voltran'ı oluşturmak üzere oyun kuranlara ne anlatır bilmem ama, ilk oyuncağı arkadan takma plakla konuşur gibi yapan sarı saçlı İrma olan bir çocuk için kalp kırıcı bir gidişat sergiliyor. 

Trafik kuralları boşuna değil, duygusuna kapılmamı sağlayan Claes Hartellus, 10 dakikalık performansıyla adeta "rolün ufağı büyüğü olmaz" diyor. İzleyin.
 
Bölüm, gecenin köründe telefonla konuşarak araç sürdüğü için dikkati dağılan ve kamyonetiyle yoldan geçen birine çarpan Dr. Emmet Brown görünümlü vatandaş Gösta'nın (Claes Hartellus) telaşlı, gergin hikayesiyle başlıyor. Açık söyleyeyim dizinin bu aşamada gerilim öğeleri o kadar güçlüydü ki, ‘Korkunçluymuş, izlemem ben bunu’ noktasına gelmek üzereydim. Kamyonetinde “Akta Manniskor” etiketi olduğunu kaşla göz arasında gördüğümüz Gösta, kazadan sonra son sürat evine sığınıp ‘gelenleri’ beklerken, tatlı karısı Siri’nin (Lisbeth Tammeleth) kocasının telefonda sipariş ettiği kahve ve keki bütün o kargaşaya rağmen servis etmeye çalışması çok ferahlatıcı bir sahneydi. Sırf bu sahne üzerine günlerce konuşabilirim. Ortalık sakinleştiğinde anladık ki  Leo'nun liderliğinde özgürlük koşusuna başlayan Hubotların yani, hikayenin en başında gruptan ayrı koşmaya zorlanan ve gerçek insan Leo'ya aşık Mimmi, Eva, Fred (David Lenneman), Gordon( Andre Sjöberg), Max (Christopher Wagelin) ve haklı (!) yaşam savaşını izlerken insanlığımızı da temize çekeceğiz. Çok da lazımdı!

Johan Paulsen'in andropoz döneminde bir aile babası kompozisyonu çizdiği Hans karakteri gerçekten çok etkileyici.

Bütün hikayenin tam ortasında oturan kahramanımız Leo, Max'ı yanına alarak karaborsacıların eline düşen Mimmi'yi bulmaya karar verdiğinde biz çoktan Engman Ailesi'nin evine konuk olmuştuk. Üç çocuklu ailemizin sıradan ve sıkıcı hayatlarına giriş yaparken televizyonda Miyakki reklamını izledik. Anladık ki robot teknolojisi almış başını gitmiş. Ailedeki karakterlerin dağılımı dramanın çatışmasına son derece uygun yapılmış. Kahve makinasıyla bile başa çıkamayan babamız Hans (Johan Paulsen) robotlu yaşama sıcak bakarken, annemiz İnger (Pia Halvorsen) insansız yaşam istemeyen bir muhafazakâr olarak direnen son kaleyi temsil ediyor. İnger, yaşlı babacığını yanına alamadığı ve onu Odi ile yaşamak zorunda bıraktığı için de vicdan azabı çekiyor. Evde ayrıca bir adet hormonları tavan yapmış delikanlı Tobias (Kare Hedebrant), bir delişmenimsi genç kız Matilda (Natalie Minnevik) ve bir de hâlâ Noel Baba'ya inanan tekne kazıntısı kız çocuğu var. Hepsi de bizi az sonra tanışacağımız Büyükbaba Lennart ve Odi'nin acıklı hikayesine titizlikle hazırlıyorlar.

Odi rolünü, 1979 doğumlu İsveçli aktör Alexander Stocks canlandırıyor.

Odi, Lennart 'ın can yoldaşı, kıçtan prizli olacak kadar eski teknoloji ürünü bir robottur. Lennart Raf ömrü çoktan bitmiş olan Odi'yi alışkanlıklarından vazgeçemediği için elden çıkarmayı bir türlü göze alamıyor. Lennart hikayemizde sadakat kavramının temsilcisi.. Tatlı Odi, market alışverişi esnasında 'marmelat- reçel' karmaşası içinde çipi yakınca da sorunlar başlıyor. Markette olay çıkaran Odi zaten rutin kontrolleri esnasında 'kullanmayınız' raporu almıştır ve tez zamanda geri dönüşüm çöplüğüne teslim edilmelidir. Bu arada büyükbaba rolündeki aktör Sten Elfström'ün performansını ağzım açık izledim. Elbette büyükbaba Lennart, Odi'yi çöpe atamaz ve olaylar gelişir. Bu aşamadan sonra hayatmıza ilk on dakikada tanışıp, kaybettiğimiz Gösta ve Siri yüzünden Dedektif Bea (Marie Robertson), hubotları kötü yola düşüren Nuri Alço bozması, karanlık tarafa hizmet eden ve ölümüne çekici aktör Jonas Malmsjö'nün canlandırdığı Luther, proleteryanın son ateşli temsilcisi Roger (Leif Andree) ve onların pek güzel yayılan hikayeleri de giriyor. Bütün bu karakterlerle tanışırken Leo'nun fıldır fıldır aradığı Kore yapımı Mimmi ise.. Neler olduğunu öğrenmek için diziyi izleyin bence..

Böyle işte..
R.



.



Perşembe, Mart 20, 2014

33. İstanbul Film Festivali Başlıyor!



Bu yıl 5-20 Nisan tarihleri arasında 5 sinema, 4 salonda 200'den fazla film gösterime girecek. Yine Biletix eziyeti ve "Seneye kesinlikle gişede sıraya gireceğim" yeminleriyle sabah 10:00'da başladığım bilet satın alma eziyetini iki saat içinde tamamlamayı başardım. Ön sonuç: Sinir harbi, bir sürü mükerrer bilet, iki kayıp gün.. Tam biletleri aldım, ödemeyi yaptım, işlemi bitirdim ve keyif içinde ekrana bakıyordum ki telefon çaldı ve 12-13 Nisan'a İstanbul dışı iş geldi. Böylece bu festivalde kayıp gün sayım dört oldu. Neyse..

İlgilenen olursa diye 33. İstanbul Film Festivali'nde izlemeye niyet ettiğim filmleri listeliyorum:


Venedik'te Gümüş Aslan alan 1992 yapımı Jambon-Jambon, Festivali açmak için en iyi seçenek gibi geldi..


Jambon Jambon-Yönetmen: Bigas Luna
İnce Buz, Kara Kömür- Yönetmen: Diao Yinan
Polis Memurunun Karısı- Yönetmen: Philip Gröning
Sıfır Teorisi- Yönetmen: Terry Gilliam
Umudun Peşinde- Yönetmen: Stephen Frears
Nükleer Santral- Yönetmen: Rebecca Zlotowski
Bizden İyisi Yok- Yönetmen: Lukas Moodysson
Bir Masumiyet Anı- Yönetmen: Mohsen Makhmalbaf
Riley'in Hayatı- Yönetmen: Alain Resnais



Alexandros Avranas'ın Venedik'te En İyi Yönetmen Ödülü aldığı film, konusu itibariyle bu sene çok tartışıldı.


Şiddet Güzeli- Yönetmen: Alexandros Avranas
Büyük Budapeşte Oteli- Yönetmen: Wes Anderson
Her Şey Onun İyiliği İçin- Yönetmen: Mar Coll
Şeytan Düğümü- Yönetmen: Atom Egoyan
3 Oyunculuk Egzersizi- Yönetmen: Cristi Puiu
Durgun Hayat- Yönetmen: Uberto Pasolini
Görünmeyen Kadın- Yönetmen: Ralph Fiennes
Muhteşem Kedi Balığı- Yönetmen: Claudia Sainte-Luce
Medealar- Yönetmen: Andrea Pallaoro
Laurence Anyways- Yönetmen: Xavier Dolan


Morgan Neville'in Oscar'a aday gösterilen müzikal belgeseli, perde arkasında kalanlara selam çakmış.

Yıldız Olmaya Ramak Kala- Yönetmen: Morgan Neville
Şiddete Dair- Yönetmen: Göran Hugo Olsson
Büyük Müze- Yönetmen: Johannes Holzhausen
Yaza Veda- Yönetmen: Koji Fukada
Humus'a Dönüş- Yönetmen: Talal Derki
Yalnız Hayaletin Öyküsü- Yönetmen: Anup Singh
Salinger- Yönetmen: Shane Salerno
Kitap Hırsızı- Yönetmen: Brian Percival
Savaşsız 20 Gün- Yönetmen: Aleksey German
Bergman'ın Evinde- Yönetmen: Jane Magnusson, Hynek Pallas


 Zar Oyunu, aslen oyuncu olan senarist ve yönetmen Geetu Mohandas'ın ilk uzun metrajlı filmi

Zar Oyunu- Yönetmen: Geetu Mohandas 
İnfaz- Yönetmen: John Michael Mcdonagh
Bertolucci'den Bertolucci- Yönetmen: Walter Fasano, Luca Guadagnino
Babil Okulu- Yönetmen: Julie Bertuccelli
Walesa- Yönetmen: Andrzej Wajda
Ida- Yönetmen: Pawel Pawlikowski
Salvo- Yönetmen: Fabio Grassadonia, Antonio Piazza
Meçhul Malum- Yönetmen: Errol Morris
Dokuz Ay Hapis- Yönetmen: Albert Dupontel
Tom Çiftlikte- Yönetmen: Xavier Dolan
Ben, Kendim ve Annem- Yönetmen: Guillaume Gallienne
Sözcükler ve Resimler- Yönetmen: Fred Schepisi

Annelerini kaybetmiş iki kardeşin, mahallelerine yeni taşınan bir diğer çocukla nehre yaptıkları yolculuğu Amerikan sineması'nın yükselen değeri Bağımsızların en tazesi Alexandre Rockwell'in vizöründe..

Minik Ayaklar- Yönetmen: Alexandre Rockwell
Beş- Yönetmen: Abbas Kiarostami
Sinirlenmeyeceğim- Yönetmen: Reza Dormishian 
Elyazmaları Yanmaz- Yönetmen: Mohammad Rasoulof
Trans X İstanbul- Yönetmen: Maria Binder
Ana- Yönetmen: Ebubekir Uygur
Taş Bebek- Yönetmen: Joanna Kos-Krauze, Krzysztof Krauze
Japon Köpeği- Yönetmen: Tudor Cristian Jurgiu
Scola Fellini'yi Anlatıyor- Yönetmen: Ettore Scola
Avludaki Fısıltılar- Yönetmen: Pierre Salvadori
Üçleme- Yönetmen: Robert Lepage, Pedro Pires
Frank- Yönetmen: Lenny Abrahamson
Sessizlerin Sesi- Yönetmen: Maximón Monihan
Mandalina Bahçesi- Yönetmen: Zaza Urushadze 



Aksiyon yüklü bu gerilim filmi, yönetmen Donovan Marsh'ın yetenekli oyuncular bulmak için düzenlediği Class Act isimli TV yarışmasını kazanan ve filmde Chili rolünü üstlenen Sdumo Mtshali için çekilmiş.

Vurgun- Yönetmen: Donovan Marsh 
Kurt Kapıda- Yönetmen: Fernando Coimbra
Sesini Duyuramayanlar İçin- Yönetmen: Jasmila Žbanić
Bir Varmış Bir Yokmuş- Yönetmen: Kazım Öz
Çul Çaput- Yönetmen: Ahmad Abdalla
Körlük- Yönetmen: Eskil Vogt
Hawaii-  Yönetmen: Marco Berger
Dışişleri- Yönetmen: Betrand Tavernier
Göldeki Yabancı- Yönetmen: Alain Guiraudie
Hepimizin Sevgilisi- Yönetmen: Hong Sang-Soo
Tanrının Oğlu- Yönetmen: James Franco
İtiraf I-II- Yönetmen:Lars Von Trier
Tarihin Sonu- Yönetmen: Lav Diaz



Bakalım, bu sene kaç film fire verecrek festival maratonunu tamamlayabileceğim.
Böyle işte.
R.






















Salı, Mart 11, 2014

Allaha emanet ol..


"Hiç masal dinlemeden büyümüş çocuklardanım. Herhangi birini tanıma imkanınız oldu mu? Masal niyetine anlatılan insan hayatlarını biriktirerek büyüdüm. Seçkin ailelerin, orantısız aşkların peşinde aklını yitiren evlatlarının perişanlığını, kocasını aldatan kadınların korkunç dramını, anneanne sözü dinlemeyen çocukların sonunu, kocaya kaçan kızların sefaletini dinleyerek kabus dolu uykulara uğurlandım. Yattığı odanın duvarından gelen tuhaf seslere dayanamayıp duvarı yıkan ve içinde hazine bulan adamın hikayesini saymazsak, çocukluğumda anlatılan hayatlar mutlu son ile bitmezdi. Duvarın içinde hazine bulan adam da çok mutlu olur ama ifrat ile hazineyi savurur, sıfırı tüketirdi ne hikmetse. Mutluluğun yolu mutlaka acıdan geçerdi. Eskiler, kaybedenlerin mutsuz hikayeleri üzerinden hayatı öğretmeye çalışırdı yenilere. Olmak için de, aydınlığa çıkmak için de önce yanmak gerekirdi. Doğuştan mes'ud insanlar, sebepsiz kahkahalar atan çocuklar ve onların masalları çok uzaktı bize. Kan çıkmazsa para yok diye bağırırdı Karpuzcu Acem Ali, öte dünyada arkamızdan koşardı tabağa mahkum pirinç taneleri, ayrılık olmasın diye gözden öpülmezdi. “Devrim vaktiyle bir ihtimaldi ve çok güzeldi**”, işbu sebeple bile, yazdığınız masala sahip çıkmayı, evlatlarınızı ferah uykulara uğurlamayı unutmayın çocuklar.." 
Allaha emanet ol!


*Gezi olayları vesilesiyle Sabah Gazetesi için yazdığım, "fazla sevecen" olduğu gerekçesiyle yayınlanmayan yazıdan alıntıdır. 

** Murat Uyurkulak 




.
 

Pazar, Mart 09, 2014

Yeni başlayanlar için dizi eleştirmenliğinin püf noktaları


Ülkemizde, prime time denen dilimde günde en az bir dakikasını televizyon karşısında geçiren izleyici sayısı 2012’de 30 milyona ulaşmış. Şimdi taşmıştır. Dizi piyasası (sektör diyemedim farkındaysan) her anlamda popüler ve kârlı. Hal böyle olunca da bu piyasanın ürünleri için eleştiri mekanizmasının çalışması doğal. Kahvede, altın günlerinde, yemek araları ve kuaför salonlarında özetle sokakta “ne olacak bu memleketin hali?” sorusunun yerini “ne olacak bu karakterin hali?”nin almasına ramak kala dizi eleştirmenliği meselesi üzerine ahkam kesmeye niyet ettim. Efendim, konvansiyonelde yani yaygın tanımıyla yazılı medyada önceleri, 'bir yükselen değer olarak televizyon'un üretimleri de eleştirsin diye ‘laf olsun sayfa dolsun’ prensibiyle dağıtılmış, farklı alanlarda iştigal eden ama televizyonla ‘ilgili’ muhabirlere dağıtılmış köşelerde, tv eleştirileri yazanlar, çalıştıkları gazeteler televizyon sahibi oldukça ya da televizyonlar gazeteye sahip oldukça doğal olarak (neresi doğalsa?) kolları kanatları kırık bir şekilde sadece kendi gruplarına ait işlerle ilgilenir, diğerlerini görmezden gelir bir pozisyon aldılar. Bir proje yeri göğü de inletse, -misal isim de vermek gerekirse- Sabah Grubu’nun, Kanal D projesini övdüğünü göremezsiniz ya da Hürriyet Gazetesi’nde tv yazarı olup, Yalan Dünya hakkında olumsuz cümleler sıralayamazsınız. Muhataplarına yazılı ya da sözlü olarak iletilmiş bir kural var mı bilmiyorum ama, bu konuda kişisel sansür mekanizmasının da haddinden fazla işlediğine inanıyorum. Neyse..

İş bu haldeyken seyirci tarafsız görüşe ve televizyon işlerine eşit mesafeli duran eleştirileri nasıl okuyacak? 2004 yılında önce Ekşi Sözlük’te dizi başlıklarına eleştiri yazıp sonra bakir bir blog açmaya götüren sebep, dizi eleştirilerimin daha çok, her gün daha da çok okunmaya başlamasıydı. Bakmayın sektör tarafından halen ötelendiğimize her geçen gün bağımsız dizi eleştirmenleri çoğalıyor ve bol bol da okunuyorlar. Çok uzattım topluyorum. Geçen gün Twitter’da taze dizi eleştirmeni arkadaşlardan birinin takipçi fanlara sinirlenip “ama böyle yaparsanız dizinize desteğimi keseceğim ve tek satır yazmayacağım,” dediğini görünce, aklıma 'Adından bahsedilen, sözü dinlenen bir dizi eleştirmeni mi olmak istiyorsunuz? İşte size parlak bir dizi eleştirmeni olmanın 'püf noktaları' minvalli, şaka ile karışık konvansiyonelde ya da bağımsız mecralarda dizi eleştiriren bağzı tuhaf üslup sahiplerine ithafen bir yazı yazmak geldi. O zaman buyrun buradan okuyun!

GÖMMEYE DEĞİL, ÖVMEYE ODAKLAN
Tecrübe ile sabittir, ne zaman bir dizi ya da oyuncuyu sert bir dille ve olumsuz eleştirsem alkış sesleri, övgüler ve okunma oranları yükselir. Olumsuzdan beslenen bir toplumuz vesselam. O sebeple siz siz olun, bu alkış seslerinin büyüsüne kapılarak olumsuz eleştirinin dozunu kaçırmayın. Eğer izlediğiniz dizide övecek hiçbir şey bulamıyorsanız da o dizi hakkında yazmayın. Fare bile ısırırken üflermiş. Üflemeden ısırmayın.
Olumsuz eleştiri yaparken, bir hatayı ortaya dökerken, olmamışı söylerken mutlaka bir çözüm önermeyi de unutmayın. “Sarı saçlarından sen suçlusun!” dediniz de, neden suçlu? Karşı çıkma gerekçenizi ortaya koymaz, hatayı gösterip çözümü önermezseniz boşa kalem oynatmış olursunuz. Yıkıcı eleştiriler yapmak, kırıp dökmek kolay olan, siz zor yolu seçerek farklı olmayı deneyin.

Hata ve tercih ayırımını iyi yapın. Hikayecinin gittiği yolu sevmeyebilir, hiç de beğenmeyebilirsiniz ama bu onun bir senaryo/hikaye hatası olduğunu göstermez. Hikaye söz konusu olduğunda her beğenmediğiniz yol ayrımına “Çok büyük hata!”, “Bu böyle asla olmaz!” demek yerine “bu tercihi sevmedim” demeyi öğrenin.

Tercihleriniz, seçkileriniz olsun. Sevmediğiniz işleri sırf popüler ya da izleniyor diye yazmayın. Bazı işler hakkında tek kelime etmemek de bir tutumdur. Tutumlu olun.
ORDİNARYUS OLAMAN ŞART DEĞİL, KENDİN OL YETER
Dizi eleştirmek için çok bilen olmanız şart değil ama hiç bilmeden ahkam kesen olmak da hoş değil. Fazla bilmek ve bunu her vesileyle göstermek de okurla arandaki organik ilişkiyi zedeler, kibirli bir mesafe oluşmasına sebep olur. Bu sebeple mutlaka ve maksimum seviyede teknik ve pratik bilgiyi edinmeyi edinmeyi ama bu bilgiyi kibirli bir lisanla kullanmamayı öğrenmeyi de hedef haline getirin.

Elbette sevdiğiniz, kendinizi yakın bulduğunuz kişi ve projeler olacaktır. Arkadaşlarınız, hayran olduklarınız ya da ekmeğini yediğiniz/ yiyebileceğiniz insanları eleştirmek zorunda kalabilirsiniz. O gibi durumlarda ‘tarafsızım’ yalanı söylemek ve kötü iş yapan ‘sevdiceği’ ölümüne kollayarak komik olmak yerine kırıp dökmeden dürüst davranmanın bir yolunu bulun. Tarafsız olmayın ama dürüst olun.

Oyunculuktan zerre nasibini almamış insanları, çöpten hallice işleri sırf iki satır övgü duymak için gazlayıp, “Balım şahanesin valla,” demeyin. Yazıktır, günahtır. Bu gün övdüğünde seni seven, yarın ilk olumsuz eleştirinde aynı derecede nefret edecektir. Oyuncu/ yapımcı/ yazar/ yönetmen ile aranızdaki güvenli takip mesafesini her daim korumaya özen gösterin. Alaka görmek için boş yere goygoy yapmayın.

Fikir, yorum ve üslup hırsızlığı yapmayın. Sözlükleri, blogları, yabancı siteleri gezip fikir aşırmayın. Herhangi bir mecrada “Vay anasını bunu ben nasıl göremedim” diyeceğin bir cümle kurulmuşsa, o cümlenin hakkını sahibine teslim edin adlı adınca, korkmayın. Mutlaka özgün bir üslup sahibi olmanın yolunu bulun. Altında imzanız olmasa da okuyan, “Bunu Ayşe yazmış” diyebilsin.

KONTROLLÜ OL
Eleştiri yaparken, yazarlık yeteneğini de göstermek için izlediğiniz hikayeyi hiç olmadığı kalıplara sokmayın. Yazıyı metaforlarla süsleyip, ağdalı cümlelerle olayı abartmayın. Elbette hikayenin sizde hissettirdiği özel duygular kıymetlidir ama okur, ne kadar da yetenekli bir yazar olduğunuzu görmek için değil, takip ettiği dizi üzerinden bir ortaklık kurmak için sizi okumayı seçiyor. Eleştiri yeniden yaratmaktır, kabul ama kantarın topuzunu kaçırmayın. Kendi yazarlık yeteneğini sergileyeceksin diye seyirciye ve okuruna ‘algısı düşük şaşkın’ muamelesi yapmayın.

Ufak atın. Gösterişli ama içi boş cümleler kurmayın. Dizi eleştirecekseniz sektör ve dinamikleri hakkında mutlaka bilgi edinin. Şartları kulaktan duyma bilgilerle öğrenmeyin, setlere gitmeyi deneyin. Teraziniz hassas olsun. Sonuna kadar arkasında durabileceğiniz özgün argümanlar üretin. Değişim, gelişimdir lakin gelişken değişim ile istikrarsızlık arasındaki çizginin pamuk ipliğine bağlı olduğunu unutmayın.

Projeye odaklanın, insana ya da kuruma değil. Oyuncu eleştirirken karaktere, senaryo eleştirirken hikayeye, reji eleştirirken gördüğünüze odaklanın, o performansların sahiplerine değil. Eleştirmen kisvesi altında kişisel husumetlerinizi ortaya dökmeyin. İyi yazılmış karakterler kendilerini hemen ele verirler. Kötü yazılmışları da.. Eleştirdiğiniz oyuncu kağıt üzerinde iyi yazılmış bir karakteri mi perişan ediyor yoksa olmayanı mı var ediyor? Doğru gözlemleyip öyle eleştirin. İnce eleyip, sık dokuyun. Her iki durumda da meseleyi kişiselleştirmeyin. Görecelik kavramını unutmayın. Size hoş gelmeyen bir başkasına bal börek olabilir. Elbette ve daima büyüğünüzü sayın, küçüğünüzü sevin.
BİLGİ VER, DEDİKODU ÜRETME
Eş dost sohbetinde duyduğunuz, önünüze düşen emailden gördüğünüz ya da herhangi bir şekilde ‘içeriden’ edindiğiniz duyumları fazladan üç-beş takipçi kazanmak uğruna sosyal medyaya kontrolsüzce boca etmeyin. Bilgiyi ‘vermek’ ile ‘sızdırmak’ arasındaki ince çizgiyi ihlal etmeyin. Zamansız ve gereksiz bilgi de zararlıdır. “Her şeyi ilk ondan duyuyoruz,” fısıltıları size sadece haybeci bir takipçi kitlesi getirir ve o kitle taze haberi kim verirse yarın da onun peşine takılır. Bu geçici kalabalığa esir olma.

Oltaya gelmeyin. Eleştirinize maruz kalan kişi ve kurumların sizden daha bilgili ve daha da önemlisi deneyimli olabilecekleri ihtimalini kulağınıza küpe etmeyi unutmayın. Özellikle de hikaye eleştirirken ‘Klişe seyirci’ için ortaya atılan zokaları yutup, şeytanın aklına gelmeyecek teoriler üretmeyin. Komik oluyor. Bunu önlemek için çok okumak/ izlemek yetmez, okuduğunu/ izlediğini doğru anlamanın da yolunu bulun. Ve en önemlisi sakın ola yarışma. Yazanı, oynayanı, yöneteni gerekirse acımasızca eleştir ama onlarla yarışmayın. Özellikle eli kalem tutan eleştirmenler, bilgelik hevesine yenik düşüp hikayeyi zamanından önce deşifre etmeyin.

Okuyun.Yazıyı bitirdikten sonra mutlaka birkaç kez, yüksek sesle okuyun. Salt sizce kötü bir projenin içine dahil oldu diye eleştireceğiniz insanda ömür boyu göreceği, iyileşmez izler, kırgınlıklar bırakmayın. Olur da karşılaşırsanız, göz göze gelmekten rahatsız olmayacağınız kadar eleştirin. Unutmayın ki herkes eleştirinizi kendi ses tonu ve ruh hali ile okuyacak. İmla kurallarına sonuna kadar riyayet etseniz de nafile olacak. Özellikle olumsuz eleştirileri, muhatabınızla empati kurarak bir kez daha okuyun. Yazınızın son halinden memnunsanız, attığınız taşın açacağı yaraya razıysanız da yazınızı gönül rahatlığı ile yayınlayın.

OKURDAN ÖVGÜ DİLENME
Bu günden sonra dikkat edin bakalım, “Ben demiştim,”, “Sözlerimi dikkate alın,”, “Ne dersem çıkıyor”, “Tutmaz dedim, tutmadı” tarzı cümleleri ne sıklıkta kullanıyorsunuz? Hatta hasbelkader yaptığınız bir tesbit tutunca arşive koşup tozlu raflardan yazıyı bulup önümüze atıyor musunuz? Yapmayın. Yazdıklarınıza aşık olup, kendinizi övüp durmayın. İzin verin sizi başkaları takdir etsin, övsün, beğensin. Yakanıza kendi ellerinle taktığınız o süslü ünvanın esiri olup komik durumlara düşmeyin. Son söz. Rahmetli Ananem derdi ki, "Kimi övüp, kimi gömeceğine kendin karar ver."
Böyle işte..

R. 


.

Cumartesi, Mart 08, 2014

Ergen Beth, Andropoz Daryl'e Karşı

Acımasız bir başlık oldu biliyorum. Ama hak ettiler, inan. Okumaya devam et, anlayacaksın. Tatlı Beth'in bu maceradan sağ çıkamayacağı aniden içine doğdu. Eskiler 'ayan oldu' der ya hani, öylesine.. Çayır bayır gezerken aniden bu fikre kapıldı ve "Ölmeden Yapılması Gereken 100 Şey" listesini önüne koydu. İşe alkol ile başladı. Sanırım ilerleyen bölümlerde de Daryl'a 'bekaret'ini teklif edecek. Hiç şaşırmam. Beth'in erkek arkadaşları oldu evet, ancak kızına "İçki bütün kötülüklerin anasıdır" diye eski moda öğütler veren mütevefa Hershel, "Evlenmeden olmaz" da demiştir diye şüphe içindeyim. Evvelki bölümlerde Beth'i sevişirken gören, bilen, hatırlayan varsa kaleye mum diksin.


Aç mezarı mı var?
Rahmetli Ananem, yemek konusunda sorun çıkardığımda sofrayı toplar. Arkasından da, "Yemezsen yeme aç mezarı yok" derdi. Ertesi öğüne kadar bekler, aynı tabağı tekrar önüme koyardı. O tabak bitene kadar bu tatlı (!) seramoni tekrar edilirdi. Yıllar sonra öğrendim ki aslında bu bir köpek eğitim yöntemi. Neyse.. Daryl dağ bayır demedi, mükellef sofralar kurdu ama kızı mutlu edemedi. Son yemekleri Izgara Yılan oldu. Sanal alemde tadının tıpkı tavuk gibi olduğu dedikoduları dolaşıyor. Jenerikte uyarı görmedim. Bilmem bu sahne için yetişkin kaç yılanın kanına girildi? Derisi soyulan yılan bana pek de butafor efekti vermedi..


Bizde olsa tedavülden kalkar o paralar..
Çok sembolik göndermeler vardı bölümde. Özellikle Golf Kulübü sahnelerinde.. "mezara mı götürücen?", "Hayatta etiketlerin dışında yapıştığın şeyler de olsun!" tadında hamasi derslerle geçti bölüm. Sonunda Golf Kulübü'nde bulduğu nakit ve ziynet eşyalarına çantaya atan Daryl bunları ne ile takas edecek acaba? Ya da bu Zombi dünyasından kurtulmayı mı ümid ediyor dersiniz? Bu hareketler beni hep huylandırıyor. İlerleyen bölümlerde sırf bu nakit ve mücevherler yüzünden başına bela açılacak diye korkuyorum. Beth de sıcak su bulamayınca sadece temiz giysilerle yetindi. Zavallı kızın üstü başı da Daryl sinir krizi geçirene kadar temiz kalabildi.


In The Flesh izleyin..
Golf Kulübü'nde adeta bu zombi bokundan kurtulmak için kendini asan insanlar, belki kurtulurum umuduyla kafasına sıkanlardan kurulu bir mezarlık vardı. Toplu katliam yaşanmış gibiydi. Bu kez sağ kalıp zombi olanların gözünde açlık hissi değil de, "sık kafamıza kurtar bizi bu boktan" bakışı vardı. Umarım zombi olunca hafıza da sıfırlanıyordur. İnsan olmaya dair hiçbir şey hatırlamıyorlardır. Hoş, meraklısı hatırlar sanırım, virüsün tedavisi ve sonrasını anlatan In The Flesh (Hatta çevirisini de @aytackara yapmıştı, bulup izleyin derim) namlı mini dizinin çatışmasına renk katan bu hatırlama anlarıydı ve beni çok ürkütmüş, çok zor izlememi sağlamıştı.

Uzan ve Anlat!
Haftalardır Carl'dan beklediğim duygusal 'patlama' en şahane şekliyle Daryl'dan geldi. Beth, hızla büyüdü ve "Uzan ve anlat" abla pozuna geçti. Karakterlerin değişim grafikleri çok güzel planlanmıştı. Bu sahneleri alışmakta zorlanacağım kadar romantik bir adam gördüğüm için ne hissedeceğimi bilemeden izledim. Daryl'ın dev travmaları olduğu hepimizce malum ama hiç bu denli dillenmemişti.


Şeftali Likörü mü? Böğğrk!
Carl'ın ergenlik krizlerine rahmet okutmaya and içen Beth'in peşine çaresizce Daryl da takıldı demiştim. Daryl, kızçeniz ilk içkisini yudumlasın diye isteksiz de olsa uğraştı. Allah için senaristler, haftalardır ekranda göremediğimiz Norman Reedus hayranlarına "Al ve sus!" diyerek bölümü Daryl'a karakterine adamışlardı. Şikayet eden yoktur?  Beth, kulübün barında yarım şişe Schnapps (Şeftali Likörü diyelim) buldu. Daryl son anda, "ilk içkin bu boktan şey olmayacak, düş peşime!" dedi. İşte o andan beri Daryl- Beth ilişkisi beklemeye başladım. Nazarımda ilk bölümden öpüşen Kurt Seyit ve Şura kadar efekt yaratmış bir sahnedir.

Daha içelim hey hey!
Daryl kızı aldı, evvelce Mishonne ile bir benzerini bulduğunu iddia ettiği bir kulübeye getirdi. İçeride kaçak içki gani. Başladılar içmeye. Daryl burnundan kıl aldırmıyor. Beth bir oyun oynamayı önerdi. Başladılar oynamaya. Sahne bir cümleyle özetlenebilir: Daryl oğlum ağzına iç!


Daryl'den yersiz okçuluk dersleri. 
Bölümün en dramatik sahnesi desek yalan olmaz. Meğer Daryl'in sarhoçluğu çok pismiş. Bölümün başından itibaren kurgulanan gerginlik bu sahnede enerji boşaltımına geçti ve Daryl'ı bir çırpıda pamuk helvaya dönüştüren sahneleri tetikledi.


Big Hug!
Bu Amerikalılar sarılmaya çok önem veriyor. Ben de ahir ömrümde şu sarılma işini bir türlü sevemedim.


Son bakışdaki gülüşler kaldı aklımızda..
Hepimizi ağlatan (AĞLAMADI!) final sahnesine gidişi anlatmayacağım. Neler olduğunu da.. İzleyin..
Böyle işte..
R.





.
*Photo by Gene Page| ABC



.



Çarşamba, Mart 05, 2014

Kurt Seyit ve Şura: Bu diziden Kıvanç’ı alın geri neyi kalır ki?

Aşkın ve cesaretin yolculuğu, Kanal D’nin ‘çocuk dizisi’ne yenildi.

Nermin Bezmen’in yayınlandığında da çok ses getiren kitabı Kurt Seyt & Shura, Star Tv için uyarladı. Projeyi, Ay Yapım için Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu kaleme aldı. Ve uzun süren bir bekleyişten sonra Kurt Seyit Ve Şura yayına girdi. Hemen söyleyeyim ki diziyi değerlendirirken, yayınlanacağını duyduğumda ikinci kez okuduğum kitaptan bağımsız davranacağım. Sizin de Kurt Seyit Ve Şura’yı kaynak aldığı eserden bağımsız bir projeymiş gibi odaklanarak izlemenizi tavsiye ederim. 


Celil (Ushan Çakır) eğer hikaye hak ettiği kadar yer açarsa kalbimizi çalacağa benziyor.

Müziklerini Toygar Işıklı’nın yaptığı dizinin oyuncu kadrosunda Kıvanç Tatlıtuğ (Seyit Eminof), Farah Zeynep Abdullah (Şura), Birkan Sokullu (Petro), Ushan Çakır (Celil), Serdar Gökhan (Mirza Mehmed Eminof), Şefika Tolun (Zahide), Seda Güven (Valentina), Aslı Orcan (Barones Lola), Elçin Sangun (Güzide), Neşe Baykent, Mehmet Yılmaz, Berk Erçer (Mişa), Doğu Alpan (Vlademir), Petro Sergei, Zerrin Nişancı, Oral Özer (Mahmut), Barış Alpaykut (Osman), Selçuk Sazak, Emel Erel, Atay Gergin, Tuğçe Karabacak (Nina), Atilla Kılıç, Sümeyra Koç (Havva), Filiz Kaya ve Sarpcan Köroğlu rol alıyor.


Dizinin tanıtımı için basına dağıtılan fotoğraflar, televizyonda izlediğimiz işten çok daha kaliteliydi.

Büyük prodüksiyon olduğunu, masraflı proje olduğunu söylemeye gerek var mı?
Oyuncu kadrosu, yazarı, saha ekibi, mekanlar, dekor- kostüm, yönetmen Hilal Saral ve ille de ilk kez bir televizyon dizisinde görev alan görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki.. Rüya takımı toplanmıştı. Bütçesi de arş’a ulaşmış olmalı. Ya hikâyenin izleyene vaad ettiği o masalsı aşk ve cesaretin yolculuğu? İşte tanıtımları gördüğüm ilk andan beri beni korkutan tek nokta bu olmuştu. Fragmanlarda gördüğüm dünyaya inanmış olmama rağmen Şura ve Seyit  arasında tesis edilecek olan aşka bir türlü ikna olamamıştım. Fragman eldeki malzemeyle ve aceleyle kesiliyor dizi daha iyi olacaktır diyerek iç sesimi haftalarca susturdum. Kurt Seyit ve Şura’yı izlemeye işte bu kaygularla başladım. Ne yazık ki korktuğum da başıma geldi…

Petro (Birkan Sokullu) dizinin en kusursuz parçasıydı.

Açık söyleyeyim ki eğer Radikal Blog’a söz vermiş olmasaydım Kurt Seyit ve Şura eleştirisi yazmaz, izlememiş gibi yapardım. Öncelikle Kıvanç Tatlıtuğ, prime time’da ekrana çıkıp ilaç prospektüsü okusa bu kadar reyting alırdı, bunu bir kenara koyalım. Bunun dışında Kurt Seyit ve Şura bana gore muhteşem bir teknik başarısızlık abidesiydi. Işık karmaşası yüzünden ne gün olduğunu anladık, ne de gece.. Sanki gün çekip, gece diye bağlamışlar gibiydi. Oyuncular kafalarında kandille gezer gibiydi. Mekanlar ışık zaafı yüzünden dekor gibi göründü. Mükemmel mekanlar ve kostümlere rağmen bir dünya kurmayı başaramayan reji, hikayeye dev çelme takmış. Renklerle her sahnede başka bir konsept oluşturmuş. Ya beyaz patlıyor ya da karanlık. Color correction yapan arkadaşın bileklerini kestiğini ya da iki bölüm sonra kesmeye niyet edecek olduğunu düşünüyorum.


İlk bölümde kadraja dolan Mirza’nın beyaz saçlı ensesi beni benden aldı.

Kurgucuyu da hiç beğenmedim. Hilal Saral’ın çektikleri kusursuz değil ama kabul edelim ki kurgu da parlak değildi. Yanlış yere bakan, talimatla sipere dizilen oyuncuları, kadrajı dolduran ‘kakafoni’yi görünce sanki kanala vaad edilen süreyi tutturmak için elde ne varsa kullanmışlar hatta ‘ekşın’dan bir tık öncesiyle bile iş bağlamışlar gibi hissetmemi sağladı. Sahnelerin çoğu ‘radyo tiyatrosu’ gibiydi. Ses var, görüntü yok. Birileri konuşuyor ama biz konuşanın yüzünü görmüyoruz. Dublaj ise, yanlış seçilmiş ve kötü planlanmış müziklerden sonra kulağımıza kast eden üçüncü öğe oldu. Flaş Tv canlandırmalarında, herkesin alay ettiği Samanyolu dizilerinde ya da B sınıfı prodüksiyonlarda teknik aksaklık/ eksiklik görünce kuyruklarına teneke bağlıyoruz da aylarca ve tonlarca para harcandığı duyurulan bir projenin teknik yeterlilik çıtasını yerin dibine çakmasına ses etmeyecek miyiz?


Farah Zeynep’den masum yerine ‘hastalıklı kız’ resmi çıkaran rejiyi ayrıca tebrik ediyorum.

Oyunculuklara gelince Birkan Sokullu ve Ushan Çakır dışında kimseciklere inanmadım. Kıvanç Tatlıtuğ rolü giyememiş. Kuzey askerde! Zamanla role ısınır, karakteri de giyer hayırlısıyla. Nasılsa bizde sistem böyle işliyor ve güzel olan her şeyi affediyor. Farah Zeynep Abdullah, çok sevdiğim, bakmaya kıyamadığım, çok özendiğim, yetenekli bir oyuncu ama bu dizideki performansı için tek bir kelime dahi etmeyeceğim. Elbette bu suskunluğumda rejinin başrol oyuncusuna attığı golün de önemi büyük. ‘Yılın Aşk’ hikâyesinde Kıvanç Tatlıtuğ gibi ‘Seks İkonu’ olmuş bir adamın karşısında basına dağıtılan fotoğraflardaki akça pakça kadın  yerine göz altları mosmor olmuş, adeta hastalıklı bir Şura diktiler ya, çok teşekkür ederim.


Sabaha kadar dans!!

Kitabı iki kez okumuş biri olarak, hikâyenin ilk bölüm sunumunu da oldukça sıkıcı buldum. Kalktık dans, oturduk dans.. Bu sahnelerle mi aşka inanacağız? Senaryoyu original hikaye üzerinden eleştirmeyeceğimi söylemiştim. Şapkasız selam veren asker ve benzeri hatalara da girmeyeceğim. O kısmına tecrübeli abla ve ağabeylerimiz değinir nasılsa.  Ama diziyi izlerken çok sıkıldığımı söylemeliyim. Dört kişi güle oynaya izlemeye başladık sonunda salonda tek başıma kaldım. Bu kadar ‘klişe’ bir hikaye kurgusu beklemiyordum ama senaryoyu kısmetse ikinci bölümü izlemeden ince görmeyeceğim çünkü reji senaryoya da gol atmış. Ece Yörenç ve Melek Gençoğlu’nu (ilk beş bölümü birlikte yazdılar sanırsam) uzun zamandır izlerim. Beğenmediğim, hikâye seçimlerini sevmediğim anlar oldu. Fakat Yörenç, senaryo matematiğini bilen, sol tarafı sağlamve iyi diyalog yazan bir kalem işçisidir. Ece Yörenç gibi bizi sezonlarca bir yalının içine tıkıp, senaryonun üçte birini telefon konuşmalarıyla kurup, deli gibi ekrana yapışmamızı sağlayan bir yazardan bu kadar eklektik ve nereye hizmet ettiği belli olmayan dolgu sahneler hiç izlemedim. Dizide gördüğüm sahne ve diyalog özensizliğinin de  ‘eldeki malzemeyle işi toparlama’ kaygusundan oluştuğunu düşünüyorum.


Kuzey askerde!

Özetle elbette dizi birkaç bölüme kadar kendini toplar, reji ve teknik zaaflar giderilir, oyuncular karakterlere ısınır da ‘sektöre level atladığını’ iddia eden ‘yılın en iddialı’ yapımlarında sıradan ve küçük bütçeli işlerin zaaflarını görmek çok yorucu oluyor. Ha, “bu da mı sana gam?” derseniz, elbette değil. Nasılsa yapımcı firma/ kanal bu diziye harcanan parayı ekrandan kazanamasalar da yurt dışı satışlarından kazanırlar. Ama kimse bana ‘sektöre çağ atlattık’ demesin. Çok fena gülerim. Ben olsam teknik ekibi sıfırlar, pılımı pırtımı toplar tez zamanda Beykoz Kundura’ya veya Belgrad Ormanı’na geri dönerim. Twitter’da diziyi izlerken attığım tweetlere gerek mention, gerekse özel mesaj  atarak, “ama çok zor şartlarda çalışıyorlar ve çok para harcadılar” diyen arkadaşlara da bir çift sözüm var: Diğer yapımlar boncukla mı prodüksiyon yapıyor ya da daha mı kolay şartlarda çalışıyorlar? Kurt Seyit Ve Şura’ya emeği geçen herkese, özellikle sanat ve kostüm ekibine teşekkür ederim. Yolu bereketli olsun. 

Ece Yörenç’in, Farah Zeynep Abdullah’ın, Kıvanç Tatlıtuğ’un bende kredisi gani, Petro ve Celil hatırına birkaç bölüm daha izlerim…
Böyle işte..
R.





.
*Fotoğraflar ilgili kanalın resmi web sitesinden alınmıştır.



.

Pazartesi, Mart 03, 2014

Kırmızı Halı'nın Taponları

 Tek bir kare ve üç saatlik sosyalleşme uğruna aylarca çok kalabalık ekipler çalışıyor.


Golden Globe'da da aynı şeyi hissetmiştim. Ödül törenlerinin moda geçitlerinde gittikçe daha az sayıda şık kadın görür olduk. Dün gece gerçekleşen 86. Oscar Ödül Töreni de bana göre tam bir rüküşler geçiti oldu. O kadar 'kötü' arasından Kişisel Tapon Listem şöyle:

 

Penolope Cruz- Giambattista Valli
Hollywood'un plastik malzemesi en sağlam ve şık kadınlarından biri olan Cruz dün gece giydiği ipek müslin kumaştan uçuk pembe renkli Giambattista Valli tasarımı elbisesi, belindeki siyah kuşak ve tek omuz kesimiyle Tapon Liste'sine son sıradan girdi.

 

Portia de Rossi- Naeem Khan
Elbiseyi zorlasan belki inceden bir gideri olurdu da Rossi saç, makyaj ve aksesuar seçimiyle kombinasyonu tam bir fiyasko haline getirmiş. New York Fashion Week'te podyumda alkış toplayan Khan tam da Dubai düğünlerine tasarım yapmaktan vazgeçti derken Rossi'nin bu performansıyla bence beş basamak aşağıya indi.

Gleen Close- Zac Posen
İnsanın içinden cümle kurmak gelmiyor. Dün gece Kırmızı Halı'da daha sefil tasarımlar giyenler de oldu ama Close, Hollywood'un AList oyuncusu olarak bu Rahibe Teresa görüntüsüyle kalbimi kırdı.

Anna Kendrick- J. Mendel
Cümle dahi kurmak istemiyorum! Kendrick'i Kırmızı Halı'da görünce gecenin en kötüsü, demiştim. Elbette o ana kadaaar...

Anna Hathaway- Gucci
Gecenin en kötüsünü seçerken erken davranmışım. Hathaway'in bu berbat Gucci elbisesini görene kadar sabır etmeliymişim. Yemin ederim Moda kavramından tiksindim. Anna Hathaway, kaynının oğlunun sünnetine gelmiş, görümcesiyle kavgalı esnaf karısı gibi giyinmişti. Ağlamak istedim.


.




86. Oscar Ödülleri Dağıtıldı

 
Oscar 2014'ün en ikonik hareketi Ellen DeGeneres'in çekip paylaştığı ve sosyal medyada iki saatte iki milyondan fazla RT alan bu fotoğraf oldu. 86. Oscar Ödüllerini kazananların tam listesi de şöyle:



En İyi Film: "12 Years a Slave."

En İyi Erkek Oyuncu: Matthew McConaughey, "Dallas Buyers Club."

En İyi Kadın Oyucu: Cate Blanchett, "Blue Jasmine."

Yardımcı Rolde En İyi Erkek Oyuncu: Jared Leto, "Dallas Buyers Club."

Yardımcı Rolde En İyi Kadın Oyuncu: Lupita Nyong'o, "12 Years a Slave."

En İyi Yönetmen: Alfonso Cuaron, "Gravity."

Yabancı Dilde En İyi Film: "The Great Beauty," Italy.

En İyi Uyarlama Senaryo: John Ridley, "12 Years a Slave."

En İyi Özgün Senaryo: Spike Jonze, "Her."

En İyi Animasyon Film: "Frozen."

En İyi Yapım Tasarımı: "The Great Gatsby."

En İyi Görüntü Yönetimi: "Gravity."


En İyi Ses Miksajı: "Gravity."

En İyi Ses Kurgusu: "Gravity."

En İyi Özgün Müzik: "Gravity," Steven Price.

En İyi Özgün Şarkı: "Let It Go" from "Frozen."

En İyi Kostüm Tasarımı: "The Great Gatsby."

En İyi Makyaj ve Saç Tasarımı: "Dallas Buyers Club."

En İyi Animasyon Kısa Film: "Mr. Hublot."

En İyi Uzun Metraj Belgesel: "20 Feet from Stardom."

En İyi Kısa Metraj Belgesel: "The Lady in Number 6: Music Saved My Life."

En İyi Kurgu: "Gravity."

En İyi Kısa Film: "Helium."

En İyi Görsel Efekt: "Gravity."


___
Onur Ödülleri

— Angelina Jolie.
— Angela Lansbury.
— Steve Martin.
— Piero Tosi.




.