Cuma, Mart 12, 2010

Yeniden Başlıyoruz: Sinan Tuzcu


Bora Tekay ile yaptığım söyleşinin kaydını kaybedip, hafızamda kalanları da bir türlü toparlayamadığım için kendime bir ceza verdim, söyleşileri de durdurdum. Ardından da ekran eleştirisi yazmaktan vazgeçtim. İçini döküp rahatlayanlar o günden beri ekran eleştirileri yazmaya geri dönmemi istiyor. Kulak asmıyorum. Aynı istekçiler "hiç değilse" (ki nefret ederim bu sözcükten bilen bilir) söyleşilere devam etmem gerektiği konusunda ısrarlı tekrarlar yapınca, kulaklarımı dört açtım. Söyleşilere devam etmeye karar verdim. Başlıyoruz.

Bu kez yolumuz son olarak Zülfü Livaneli'nin yazıp yönettiği "Veda" filmi ile sıradan kalabalıkların nazarında gündeme gelen oyuncu, yazar ve yönetmen Sinan Tuzcu ile kesişecek. Kısmetse. Her zaman olduğu gibi merak ettiklerinizi cumartesi sabahına kadar bu başlığa yorum olarak yollayınız..

Böyle yani..




•• Fotoğraf İD İletişim'in resmi web sitesinden alınmıştır.



.

Salı, Mart 09, 2010

Son sözler



çaresiz bir telaşla öksüz kalmaktan kurtulmayı denerler.






•• yevgenizamyatin, 2007

.

Cuma, Mart 05, 2010

Gönülçelen'e Hırsızlık Şoku


Haberi okuyunca, "Uluslararası Telif Örgütü" nihayet devreye girdi de eserin asıl sahibinin varisleri, Asis Film'e dava açtı zannettim. Yanılmışım. Meğer "Gönülçelen"in kostüm kamyonuna kalk gidelim yapmışlar. Kostüm kamyonunun arka camını kırarak içeri giren hırsızlar ağırlıklı olarak Tuba Büyüküstün'ün kullandığı kostümleri ve ünlü markalara ait kıyafetleri çalmışlar. Üzüldüm. Süren iş, devamlılık derdi var. Bütün ekibe, can-ı gönülden geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Gönülçelen ile ilgili genel fikrimi sorarsanız, Tomris Giritlioğlu olsam, hiç kasmaz başrole Onur Saylak'ı koyardım. Nasılsa bu haliyle Cansel de kızdan yaşça büyük ve çok deneyimliymiş gibi durmuyor. Ancak Giritlioğlu'nun Cansel Elçin'i seçerek yakalamak istediği "boş bakan adam" efekti ise başarmış. Tebrik ederim. Aslında dilim varmıyor ama, bazı kostümlerin çalınması da hayırlı olmuş. Çünkü tıpkı seçilen mekanlar gibi "çingene" kostümleri de fena halde kötüydü. Gönülçelen, yeni mezun bir sanat yönetmeninin elinden çıkmış, Emir Kusturica öykünmeli, 5. sınıf film setleri gibi...Yaşamıyor. Proje izleniyor. İzlensin elbette. Ancak iş sürdüğü sürece bütün ekip, yatıp kalkıp "Tuba Büyüküstün"ün açıklanamaz ekran sempatisine dua etsin.

O değil de, ekran karşısına geçince aklımı kurcalayan iki önemli mesele var. Birincisi, Ezel'in haline fena halde üzülüyorum. Bir dünya para harca, bu kadar "sıra dışı" bir iş hayata geçir, yine de "üç kuruşa" çekilen "Arka Sokaklar" ile yarış dur. Her hafta Arka Sokaklar'ın soluğunu ticareten ensede hisset filan, olacak iş mi? Değil ama, oluyor işte. Yetmezmiş gibi bu haftadan itibaren "Haneler" de "Ezel" ile aynı gün yayıma girecek Oof Of! Diğer derdime gelince, o daha da derin mesele. Şöyle ki, Kerime Nadir'in ölümsüz eserinden uyarlanan "Samanyolu" yerlerde sürünmesine rağmen niçin yayımdan kalkmıyor? Acaba Ay Yapım, Ezel'i Atv'ye getirirken, sözleşmesine "Samanyolu yayından kalkmayacak" diye bir madde mi ekletti? Samanyolu'na oranla daha iyi share ve rating alan kimi projeleri acımadan 7-8 bölüm sonra dehleyiveren Atv yönetimi, yerlerde sürünen bu projeyi yayından kaldırmadığına göre ya projeye para vermiyorlar ya da mecburen yayımlıyor olmalılar. Anlamadım gitti! Özet: Samanyolu'nu ekrana uyarlamak ticareten parlak bir zeka gösterisiydi ama projeyi bu kadro ile hayata geçirmek sahiden de intihardan hallice bir durum oldu.


Böyle yani..




•• Fotoğraf, ilgili tv kanalının resmi web sitesinden alınmıştır.

.

Çarşamba, Mart 03, 2010

Kıçınıza kaçsın!

Evet, sahiden. Bu yazı 10 yıldır her fırsatta akıl vermekten geri durmayan, sanki on yıldır çeşitli yöntemleri denememişim gibi cin fikirler üretenlerin ve öncelikle de "Anneni niye devlet hastanesine yatırmıyorsun, yazık değil mi o kadar para harcıyorsun? Götür eşşek gibi bakacak vatandaşına" diyen arkadaşımın ve aynı fikirde olanların cümlesinin kıçına girsin. "Ah.." dersem de dilim tutulsun. Neyse.. Havalar ısınmaya, annem huysuzlaşmaya başladı. Ufak ufak agresyon gösterileri de vücuda geliyor. İlaç içmesi için peşinde dolaşıyorum. Son olarak gece vakti pişirdiğim bir tencere yemeği sabahında çöpe döktüğünü, cevaben de "iki günlük yemek ayol yenir mi?" dediğini duyunca hastaneye yatma vaktinin geldiğini açık ve seçik anlamış bulundum.

Annemin hastaneye yatma zamanı geldi. Tesadüfe bakınız ki beş kuruş param da yok. Anlayacağınız, annemi yine La Paix'ye yatırıp gecesine 200 lira ödeyemeyeceğim. Öyleyse istikamet Erenköy. Attı mı işkembesinde bok kalmayan, "Yaww yazık parana sokakta mı buluyorsun, resmen şımarıklık. Herkesin anası ana, bi senin anan mı kıymetli? boyutunda hırpalayarak konuşan kabadayı arkadaşlarımdan birini aradım. O da bir- iki tanıdığına telefon etti. Dün gece hastanenin müdürü aradı, annemin durumunu izah ettim. "Getirin.." dedi. Bu sabah da, annemi bohçalayıp yola düştüm. Nöroloji Kliniği'nde boş yere geçen 2 saatten sonra Hastane Müdürü yemekten döndü ve bizimle hemen ilgilendi de annemi Acil'e yönlendirdiler. Yanımdan da acildeki vatandaşa telefon açtı. "Ahbabımdır yatışını yapın.." Yanımızda bir hademe ile Acil binasına gittik. Yeşil Oda'da psikolog olduğunu söyleyen yağız vatan evladı ile karşı karşıyayız. Yağız delikanlı annemi odaya alırken, La Paix'den alışkın olduğum üzere dışarıda kalmaya meyil ediyorum. İkimizle tek tek görüşecek sanıyorum ama yağız oğlan ünlüyor:

- Geç, sen de otur şöyle (bana diyor)
- Hasta teyzemiz mi?
- Evet.
- Nesi var?
- (Raporlararını uzatıyorum)Bipolar..
- Hmmm.. Ölmek istiyor musun teyze?
- Yok evladım.
- Yani içinde ölmekle ilgili bir istek yok mu?
- Yok evladım.
- Neyin var teyze?
- Hiçbir şeyim yok iyiyim..
- İlaçlarını alıyor musun?
- Alıyorum.

Her hastane yatışında bu senaryo oynandığı için sakinim. Şimdi doktor annemi odadan çıkaracak ve konuşmaya benimle devam edecek diye bekliyorum. Öyle olmuyor.
- Bu hasta yatışa uygun değil.
- Efendim?
- Yatışa uygun değil. Prosedür açık. Ölmek istemiyor, içinde ölmekle ilgili en küçük bir istek bile yok.
- Var demedim zaten de.. Ancak..
- Ancak mancak yok kardeşimi yatırmayız bu hastayı. Burası bakım evi değil, akıl hastanesi. Madem ki annen, bakmakla sorumlusun. Bakamıyorum yok, bir yolunu bulup bakacaksın, bizim sorunumuz değil bu anladın mı?
- Ama Doktor Bey..
- Sıradaki hasta lüften..


.