Salı, Aralık 11, 2012

Önce Bir Boşluk Oldu Kalp Gidince...


İngiliz yazar Lucy Kirkwood'un oyunu, "It Felt Empty When The Heart Went At First But It Is Alright Now", Seçil Honeywill çevirisi ve Mehmet Ergen rejisiyle 'Talimhane Tiyatrosu' tarafından aynı adla sahneleniyor. Oyunu dün gece, Şişli Black Out Sahnesi'nde izlemek nasib oldu. Dijana rolünü oynayan Esra Bezen Bilgin, perfomansıyla bu yılın hemen hemen tüm tiyatro ödüllerini toplamış. Bilgin, dişi, bir o kadar da bıçak sırtı bir rolün altından alnının akıyla kalkıyor. Oyunu ilk repliğinden son anına kadar Dijana'nın, onca travmatik duruma rağmen "şapşallık" sınırında gezinen naif bakışına şaşırarak izliyorsunuz. Deneyimli ve özenli izleyicinin Reha Erdem'in filmi "Korkuyorum Anne" ve "Şeylerin Şekli" oyunundan da hatırlayacağı Esra Bezen Bilgin, sahnede çok güçlü duruyor. Rolü yorumlarken oluşabilecek küçücük bir tökezlemede itici bir teşhircilik ve cinsiyetçilik etiketi alarak ucuzlayabilecek performansını, müthiş bir kontrolle koruyarak ilk andan son ana kadar, can yakıcı bir masumiyet kalıbında tutuyor. Dijana'ya öyle inanıyorsunuz ki ağzından çıkan cümlelerin önemi kalmıyor.

Oyun, aşık olduğu adam tarafından kandırılarak seks ticaretine zorlanan yabancı uyruklu genç bir kadının dramını anlatıyor. Kirkwood'un hikayesi ve iddialı kurgusu (Spoiler vermemek için net  tanımlamıyorum.), Seçil Honeywill'in yer yer çok başarılı uyarlaması, 2000'li yılların sokaktan uzak büyümüş 'masum' gençliğini çok etkileyebilir. Hikaye, Dijana'nın korkunç travması üzerinden anlatılan acılara seyirciyi ortak edebilir ve sarsabilir. Ama bütün çocukluğunu Tarlabaşı civarında geçirmiş ve sermayenin her türden transferine tanıklık etmiş biri için ne yazık ki "Seks Ticareti" meselesine ortalama bir bakış olmaktan öteye gitmiyor. Oyunun hikayesi elbette olağanüstü cümlelerle kurulmuş, nedense seyirciye satılamayan utangaç 'şakalarla' ironisi renklendirilmiş, sıra dışı durumlar yaratılmış ama bunlar birleşip -benim için- kusursuz bir bütün oluşturamamış.

İflah olmaz bir Beyazperde/cam izleyicisi olarak sahnelenmiş hikayeleri izlerken de beğeni çıtasını aynı yere koyuyorum. Anlatılan hikaye ilgimi çekebiliyor mu, merakımı ayakta tutabiliyor mu, beni şaşırtıyor mu? Kişisel olarak, -elbette kurgusu da yardımcı oldu ama- oyunun ilk bloğu bittiğinde hikayeyle ilgili pek bir merakım kalmamıştı. Kurgu, ilk blokta hikayenin sonuyla ilgili bütün ipuçlarını önünüze bırakıyor. Oyun böyle sürprizsiz, rutin bir akışla devam edince de seyirci olarak sizi finale taşıyacak olan "beklentiyi" kaybediyorsunuz. O saatten sonra sadece Bezen'in yüksek performansını izlemek için koltuğumda otururdum. Öyle yaptım.

Yine de izlemeye değer.




.

It Felt Empty When The Heart Went At First But It Is Alright Now
Yazan: Lucy Kirkwood
Uyarlayan: Seçil Honeywill
Yöneten: Mehmet Ergen
Oyuncular: Esra Bezen Bilgin (Dijana), Güliz Gençoğlu (Bahar)

Pazar, Aralık 09, 2012

Çok Seyirlik Yüzyıl


Genç neslin en yetenekli edebiyatçılarından biri olan Kaya Genç, Uncut yazısı için Muhteşem Yüzyıl tartışmaları hakkında benim de görüş bildirmemi istediğinde fark ettim ki kısa yazmakla ilgili ciddi bir sorunum var. Havada uçan kuşun bile hakkında görüş beyan ettiği, şaka yaptığı, sayıp sövdüğü bu başarılı televizyon dizisi hakkında, sonunda, bana da fikir sorulmuş olmasının heyecanına öyle  kaptırmışım ki yazı uzadıkça uzadı. Buyrun..

Öncelikle televizyon izleyicisi de, iktidar da, an itibariyle şikayetçi olup ses çıkaran herkes de Muhteşem Yüzyıl'ın seyirlik bir iş olduğunu bilmeli, durumu doğru tanımlamalı ve bu gerçeği iyi sindirerek tartışmaya devam etmeli. Bu bağlamda, bir seyirci ve tv eleştirileri yazan blogger olarak dizinin ticari kaygularla cinselliği sömürdüğünü değil ama öne çıkardığını, fazla altını çizdiğini düşünüyorum çünkü "çok seyirlik" olmaya çalışıyorlar. Bu bir profesyonel karar. Muhteşem Yüzyıl'ın her bölümünde, "tarihi şahsiyetlerden ilham alınmıştır" uyarısı çıkıyor. İlham aldıkları dönemle ilgili yorum ve sunum biçimi yazarın ve yapımcının taammüden tercihidir. İzleyici olarak bize kalan hikayeyi ve sunum biçimini sevmek ya da sevmemektir. Seversin izlersin; fikrini söylersin. Sevmezsen de ister izler, ister izlemezsin ama fikrini yine söylersin.

Muhteşem Yüzyıl'da sevmediğim, beğenmediğim ve yer yer anlatım tekrarına kaçtıklarını düşündüğüm senaryo/ hikaye zaafları, oyunculuk defoları elbette var. Zaman zaman da bunları blogda ya da twitter'da dile getiriyorum. Hikâyenin özellikle son sezonda çatışma sıkıntısı çekmeye başladığı hissine kapılıyorum. Sıkça, önceki sezonlardan alışkın olduğumuz hikaye örgüsünü ve çatışma kalitesini yavanlaştırıp "soap opera" klişelerine başvurmaya başladılar. Rating kaygusuyla yaptıkları düşündüğüm kimi "Star Oyuncu" transferleri yüzünden hikayenin dışına kaçmamı sağlıyorlar. Mesela Cansu Dere ve Tuncel Kurtiz sahnelerinde çok zorlanıyorum ve hikayeye konsantrasyonumu kaybediyorum. Yine rating kaygusuyla, Okan Yalabık fanatiklerini kaybetmemek için "ikiz" icad edip, Pargalı'nın ölümünden sonra oyuncuyu dizide tutmaya devam edeceklerini düşünüp, komplo teorileri kuruyorum. Pek çok benzer eleştirim var ama, hiç biri "Meğer Kanuni de haremden çıkmıyormuş" tadında değil. Çünkü dönemle ilgili merakımı gidermek ve olası "gerçek bilgiye" ulaşmak için -her dilden- resmi ve gayri resmi kaynağa ulaşabilirim.

Sonuç olarak; Elbette seyirlik bir iş üzerinden de olsa bugün tarihimizi, yarın başka toplumsal ihtiyaçlarımızı konuşmak, tartışmak ve fikir beyan etmek faydalı bir eylem. En azından konuşuyoruz. Benim için kuru gürültü de umut verici ve sessizlikten çok daha değerli. Skyfall İstanbul sahnelerinde yaşandığı rivayet edilen sorun sonrasında filmin yapımcısı Michael Wilson, basın toplantısı yapıp, "Sinema bir illüzyon sanatıdır" dedi. Bu açıklamaya muhatab olmak bir sinema sever olarak hâlâ canımı yakıyor ama, ben de Muhteşem Yüzyıl tarihi çarpıtıyor ve ecdadımıza zarar veriyor diyerek gürültü çıkaranlara aynı cevabı emanet ediyorum. Vatandaşın, ecdadıyla ilgili kaygusu varsa televizyon, sinema, kurgu ürünlerinden "öğrenme" hatasından vazgeçip gerçek bilgiyi taleb etmeyi denesin. İktidarın da, televizyondan tarih öğrenen vatandaşla ilgili bir sorunu/ kaygusu varsa öncelikle eğitim ve sanat politikalarını gözden geçirsin derim.

Kaya Genç'in yazısının tamamına ulaşmak için tıklayınız:

Turkish Prime Minister takes on historical soap opera by Kaya Genç



..

Pazar, Aralık 02, 2012

Disosya: Harikalar Dünyası


Disosya; insan nüfusunun -ahir ömründe en az bir kez- depresyona kapılma oranının çift haneli rakamlarla zabıtlara geçtiği çağımızda, izleyicisinin rahatlıkla empati kurabileceği türden bir oyun. İkinci Kat'ın hazırladığı minimal broşürde bahsedildiğine göre İskoç yazar Anthony Neilson, Royal Welsh Müzik ve Drama Koleji'nden itaatsizlik sebebiyle atılmış. BBC'nin açtığı "Genç Yazarlar Projesi"ne katılarak eğitimini tamamlamış ve radyo oyunları yazmaya başlamış. "The Wonderful World of Disosya", yazarın on üçüncü oyunuymuş. Oyunu dilimize Özlem Karadağ çevirmiş, Sami Berat Marçalı da sahnelemiş. Disosya'da Özgür Özgencer, Güçlü Yalçıner, Murat Mahmutyazıcıoğlu, İpek Banu Kılar, Pınar Çağlar Gençtürk, Özge Keskin, Tolga İskit ve Aziz Caner İnan'dan oluşan ve henüz bir televizyon yapımcısı tarafından keşfedilmemiş 'genç' yüzler rol alıyor.

Disosya'yı izlerken kafamda hep aynı şarkının nakaratı döndü: Eksik bir şey mi var? Eve döndüğümde internette oyunla ilgili yorum/ bilgi ararken Sami Berat Marçalı'nın bir röportajına rastladım. Geçtiğimiz yıl, oyunun prömiyeri esnasında yapılmış bu röportajdan öğrendiğimize göre orijinal metin yaklaşık olarak 35 dansçı/ oyuncuyla sahnelenme ihtiyacındaymış ve Mançalı bu prodüksiyon engeli sebebiyle iki perdelik oyunu tek perdeye indirmiş. Oyuna 'eksikli' etiketini yapıştırmamı sağlayan da, galiba, Marçalı'nın taammüden vazgeçtiği o parçalar olmuş. Hoş, ustalarımdan biri, eğilip bükülünce bütünlüğü ve anlamı bozulmayacak metinler yazmak zor iştir derdi. Kulakları çınlasın. Ancak şunu gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki hikayenin -bana göre- kilit karakterlerinden biri olan 'Yemin Alıcı'yı, Yeşilçam filmlerinden fırlamış abartılı, klişe bir gay gibi yorumlatmayı tercih edince, oyun şıp diye sertleşip, 'in yer face' rafımızda dosyalanmış olmuyor.

Yemin Alıcı demişken, oyunculuğu meslek edinen herkese saygım sonsuz ama esas kız Lisa'yı canlandıran Pınar Çağlar Gençtürk başta olmak üzere Güçlü Yalçıner, Aziz Caner İnan ve Tolga İskit dışında sahnede dikkate değer bir enerji de hissetmedim. Tutkulu girişimler desteklenmeli, özverili genç oyuncular heveslendirilmeli, kabul. Gel gör ki; koreografi tembeli danslar, aksayan ezberler, Bahçekapı'da ekstraya yetişecekmiş gibi münferid oyunculuk tempoları, ses- ışık teklemeleri, "Star Tiyatrosu" mamûlünde kolaylıkla araya kaynayabilecek ve görmezden gelinebilecek kusurlarken, alternatif sahnelerde hayli tatsız ve itici olabiliyor. Yine de Disosya, mensubu olduğu sanat disiplinini parlatmak ve tiyatroya taze izleyici kazandırmak uğruna ter döken, ses yükselten, iyi niyetli, yer yer de başarılı olmuş örneklerden biri olarak hafızamda yer tutacak.

İyi seyirler..