Perşembe, Şubat 27, 2014

Ersen ve Galoşlar, Boynubükükler 'e Karşı!

Kanal D, Total ile arasında oluşan gerginliği hızla ve komedi ile aşmaya başladı. Yıllardır yayında olan, aylardır yerinde sayan Arka Sokaklar'ın ani yükselişi ve eski liderlik günlerini yakalamasıyla başlayan Total patlaması, Arkadaşım Hoşgeldin ve Erler Film'in yapımcısı olduğu Küçük Ağa ile zirve yaptı. Bu akşam görücüye çıkacak olan Boynubükükler ise Galip Derviş'in yapımcı firması Barakuda'dan geliyor. Ahmet- Mahmut Kayımtu kardeşler genç ve çok deneyimli yapımcılar. Yalan Dünya'da piştiler sonra bağımsızlıklarını ilan ettiler. Yolları bereketli olsun.

Boynubükükler'in yönetmen koltuğunda yine çok deneyimli, türünün yani 'dekupajlı iş çeken' yönetmenlerin son örneği olan Ömer Uğur var. Dekupajlı iş çekmek ne demek diye merak eden varsa sağa, sola sorsun öğrensin. Ömer Uğur'u, çok iş çekti ama en çok da Geniş Aile'den hatırlarsınız. Pratik, oyun bilen, abartmak gerekiyorsa bardaktan bile oyun almayı beceren, çok iyi hikaye koklayan, pratik dünyalar kuran, bana da sorsan on numara bir yönetmendir. Dizinin Görüntü Yönetmeni Serdar Armutlu. Müziklerini Sertaç Öngümüş ve Selim Siyami Sümer yapmış. Sanat Yönetmeni ise Hasan Doğan.


Senaryosu Cüneyt İnay'a ait olan dizinin pek kalabalık kadrosunda Sedef Avcı (Melek), Ahmet Yelan Saraçoğlu (Führer Fuat), Gün Koper (Yılmaz), Güven Murat Akpınar (Menderes), Bora Akkaş (Mithat), Bensu Soral (Miray), Murat Akkoyunlu (Mansur), Ünal Yeter ( Tahir), Barış Başar (Samet), Ali Tutal (Şahap), Mine Şenhuy Teber (Venhar) Ahmet Olgun Sünear (Selim), Çağlar Ertuğrul (Ersen), Uğur Bilgin (Korhan), Sevilay Şimşek (Melissa), Özüm Arkan (Zerrin), Damla Debre (Gönül), Öznur Serçeler (İnci), Barış Aytaç (Doruk), Cüneyt Çeliksoy (Kocaman), Barış Küçükgüler (Gocuk), Bengi İdil Uras (Hülya), Nihan Tarhan (Nil), Tatiana Marinescu (Esin), Anıl Altan (Bir), Kadir İlkter (İki) rol alıyor. Vay arkadaş ne kadro umarım kimseyi unutmamışımdır. Unuttuğum isimler olduysa da, kusura bakmasınlar.

Bilindiği üzere Gün Koper, Yeşilçam'ın deneyimli oyuncusu ve senaristi Macit Koper'in oğludur..

Konu şu:Bir grup öksüz ve yetim çocuğun hayatın krem tabakasından gelen yaşdaşlarıyla mücadelesi. Herkes ayrık otu anlayacağınız. Zengini de, fakiri de.. Biraz eski Yeşilçam filmleri, Hababam nostaljisi yaşayacağız sanırım. Her şey bir tarafa çok genç ve pırıltılı isimlere destek atan deneyimli bir oyuncu kadrosu var. Güven Murat Akpınar son zamanlarda en beğenip sevdiğim oyunculardan. Adeta hastasıyım, diziyi sadece onun yüzünden bile izleyebilirim. Ve Gün Koper'i, Öyle Bir Geçer Zaman Ki'nin Osman Senior karakterinden sonra ölümüne merak etmekteyim. Komedi zor iş bakalım altından kalkabilecek mi?

Boynubükükler'in ekrana çıkmasında emeği geçen herkese ve seyircisine iyi şanslar dilerim. Bu akşam saat 20:00'da izlemece!
Böyle işte..
R.





.
*Fotoğraflar Kanal D'nin resmi websitesinden alınmıştır.


.

FotoYorum | The Blacklist: Ray, Madeline'i seviyor.

Evet, James Spader'a hastayım ama sabrımın da bir sınırı var. Yeni bölümün açılışına karga bokuna kondurulmuş tüy gibi iliştirilen İstanbul, temasal olarak can sıkıcıydı. Gugıllamaktan aciz bir prodüksiyona da tahammül etmek zorunda değilim. Adamlar düşünmüş taşınmış, "Bu işlemi kim sorgulamaz?" demişler ve topu İstanbul'a atmışlar. Kızgınlığım bu yüzden yoksa dar alanda, sokağa açılmış iki Laleli baharat tezgahı ve başı kapalı kadın ordusunu kadraja tıkıştırıp İstanbul numarası yapmalarına kızmadım.


Atanamayan Meryl Streep havasına bürünmüş tatlı Jennifer Ehle (Madeline Pratt) ve çevirdiği dolabı izleyince ilk aklıma gelen Frank Oz'un -bence- unutulmaz filmi Dirty Rotten Scoundrels oldu. Jennifer Ehle, 1995 yapımı Pride and Prejudice dizisinin Elizabeth Bennet'idir, hatırladınız mı? Ayrıca Elizabeth'in kocası Tom'dan o kadar sıkıldım ki ölse gam yemem. Ray, Madeline'i Elizabeth'in önüne attı da adalete teslim edecek mi? Madeline, bir soygun için Ray'den yardım istedi. Eğer Ray yardım ederse, Madeline de ondan çaldığı 10 milyon dolar değerindeki belgeleri iade edecek. Ray ve Madeline arasındaki buruk gönül ilişkisi ilk andan itibaren gözümüze sokuldu. Neredeyse Ray'in, Madeline ile tropikal bir adada yan yana şezlongda oturup emekliliğin tadını çıkarmak istediğine yemin edebilirim. Kadınla ilişkisi o kadar can sıkıcı..

Galiba ekranda olduğu sürece The Blacklist izleyeceğim ama artık yazmayacağım.
Böyle işte..
R.




Çarşamba, Şubat 26, 2014

George Clooney: Yaş 52!


W Dergisi'ne kapak olmuş. Daha da önemlisi şu anda yazım aşamasında olan ve 2015'de yayınlanacak bir Netflix dizisi için teklif almış. Projeyi beğenmiş ve yakında televizyona dönecekmiş.

Böyle işte..
R.




.

Salı, Şubat 25, 2014

Bahar gelmiş neyime?


The Walking Dead'in genç oyuncuları Lauren Cohan & Steven Yeun bahar vesilesiyle Los Angeles Magazine'e poz vermişler. Çok meraklısı gidip baksın: Affair to Remember

Photograph by Williams + Hirakawa

.

FotoYorum | The Walking Dead: Aşağı tükürsen sakal!

Kızıl kafa modası yayılıyor..
Hatırlarsanız geçen bölümün sonunda Glenn ve Tara üç kişiyle karşılaştı. Abraham Ford (Michael Cudlitz)onlardan biri. 1964 doğumlu, Lond Island doğumlu oyuncu Michael Cudlitz'i dizi meraklıları Southland, 24, Prison Break gibi aksiyon ağırlıklı dizilerden hatırlayacaklardır. Abraham oldukça acımasız, 'sert' bir arkadaşımız. Vali Bey'den en önemli farkı ise süzme bir pislik olduğunu maskelemiyor, aksine bunu göstermekten zevk alıyor. Sonradan önüme sürülecek, devasa ve kaba bedeninde pamuk gibi bir kalp taşıyan adam klişesine de çoktan hazırım.


Kim o?
Rick ve Carl'ın kapısını çalan da Michonne çıktı. Çok şaşırmadık sanırım? Açık söylemek gerekirse ne Carl'ı bu kadar ergen, ne Rick'i bu kadar kırık, ne de Michonne'u bu kadar evcimen görmekten hoşlanmıyorum. Hatta bu üçlünün birlikteliğini aşırı derecede sıkıcı buluyorum. Carl'a tavırları 'sert abla'dan, 'anne adayı'na doğru hızla evrilirse, baştan söyleyeyim çok gülerim. BU bölümde en sıkıldığım sahneler, baş tarafa yerleşen 'Carl- Michonne- Soya Sütü' üçlemesi oldu.

Gerçek ergen!
Carl yani Chandler Riggs gerçekten ergenlik çemberine girmiş. Sesi çatallaşmaya başlamış ya da ben yeni fark ettim. Pütürlü cildini makyajla kapatıyorlar da, çatal sesi dikkatimi çektiğinden beri kulağımı tırmalıyor. Carl, Judith'i kaybetmiş olma ihtimalinin sıkıntısını içine atıyor. Ağlasa açılacak çocuk. Sahi, Carl hiç ağladı mı? Bak hatırlayamadım nedense öyle bir sahne. Ağladıysa bile aklımdan silinip gitmiş ne tuhaf.. Michonne, yiyecek bulmaya gittiklerinde Carl'ı çözmek için inceden bir uğraştı ama olmadı. Bu çocuğun salya sümük saatlerce ağlaması lazım rahatlaması için..


Yeni evimiz burası mı olacak?
Michonne, Rick'e bu soruyu sordu. Planın ne Hacı, bu evde kalıp evcilik mi oynayacağız yoksa çıkıp kayıplarımızı mı arayacağız?, dedi. Nasılsa intikam alacak kimse kalmadı. Olmadı çıkıp yeni düşmanlar bulursunuz Michonne, üzüldüğün şeye bak! Fakat Rick her zaman olduğu gibi hikâyenin insan kalmaya and içmiş kısmını temsil ettiği için evde kalıp saksıda fesleğen büyütmeye karar vermeye meyilli görünüyor. Bu arada Rick'i beğenen kızlara söyleyeyim, bu adamdan ev erkeği olmaz. Mutfağa hiç yakışmıyor.


Mintax'la canım Mintax'la..
Allah da biliyor bölümde en utandığım sahne bu beyaz tişörtü gördüğüm an oldu. Adamın başında kadın yok, zombiler dünyasında hayatta kalma mücadelesi veriyor, giydiği tişörte bal dök yala! Üstelik tişörtü terk edilmiş bir evin dolabında buluyor. O kasabada yaçamak istiyorum. Bu kadar beyaz tişörtü siz, ancak alındığı gün giyiyorsunuzdur. Ben her gün giyiyorum çünkü hâlâ çivit benzeri bir doğal temizlik sabunu kullanıyorum beyaz çamaşırlar için.. Fakat bölüme dair söylemem gereken tek şey şudur, Rick o kadar kısmetsiz ki bela resmen ayağına geliyor.


Glenn'in otorite ile imtihanı..
Bayılıp kalmıştı geçen bölüm. Gözünü açtığında otobüs kaçmıştı. Abraham ve takımıyla Mission Impossible oynayacak hali yoktu çünkü karısını bulması gerekiyor. Abraham- Glenn itişmesi temasal olarak biraz Rick- Carl tartışmasını hatırlattı. Yani ergen itişmesi gibiydi. Biraz talih, biraz da zombiler yardım edince Glenn, adamları peşine takmayı da becerdi.


Bilim adamı geldi hanım!
Bu lanetli dönüşüme neyin yol açtığını bildiğini iddia eden ve D.C'ye acil yetiştirilmesi gereken bilim adamı Dr. Eugene Porter da ekibe katıldı. Eugene rolünü üstlenen Josh McDermitt daha önce Retired at 35 ve Work it'de oynamış. Oyuncuyu hiç tanımıyorum. Biraz araştırdım kariyerinin çoğunluğunu stand up performanslerı üzerine kurgulamış. Umut vaad eden bir komedyen diyorlar. Dahi çoçuk pozisyonlarında dolaşan Eugene bana göre beceriksizin teki sadece. İlerleyen bölümlerde işe yarayacak mı, bela mı olacak, göreceğiz.


Taş da geldi..
Yapımcılar "Maggie yetmez, güzel kadın desteği atalım," demiş olmalı ki bu bölümde aramıza şahane bacaklarıyla birlikte Rosita karakteri yani Christian Serratos katıldı. Serratos daha önce The Secret Life of The American Teenager, Hannah Montana, Twilight ve American Horror Story gibi hiç izlemediğim dizilerde rol almış o yüzden benim için yeni bir yüz görmek zevkli oldu.


Evim evim, güzel evim..
Rick'i huzursuz eden, görmediğimiz ama bela kokan haydut kılıklı adamlar muhtemelen hapishane kaçkınları olmalı çünkü geçen bölüm gözümüze gözümüze sokulan tabela da böylece anlam bulmalıydı. Yeri değil ama söylemeden geçemeyeceğim. Bizim yerli dizi yapımcıları ve kanallar medyaya bölüm bilgisi fotoğrafı dağıtmayı hiç bilmiyorlar. Tamamına yakını kargacık burgacık, kötü ışıkla çekilmiş, işe yaramaz, hikâye kurmaz fotoğraflar. Yabancılar ise taş gibi ve hep aynı kalitede fotoğraf servis ediyorlar.


Hacı özledik valla!
Norman Reedus'un ekstraları tavan yaptı galiba haftalardır idareten takılıyor bölümlerde. Bu kadar sevilmiş ve hayran kitlesi toplamış bir karakteri her bölüm biraz daha az gösterme kararı ilginç. Dakikalıklarda izlenirliği düşük geliyor zaar. Yine sahte ve formül heyecanlar içeren yavan bir bölüm izledik. Fakat The Walking Dead ilginç bir proje ilk sezonlarda bizi o kadar içine aldı ki ne yapsa tükürüp kurtulamıyoruz.

Böyle işte..
R

.
.
.

*photo by Gene Page | AMC

Pazartesi, Şubat 24, 2014

Kurt Seyit ve Şura: Kaldı 8 gün..



Kurt Seyit ve Şura, Nermin Bezmen'in kitabından Ece Yörenç'in kalemiyle ekrana uyarlanıyor. Sanırım, KSŞ, Muhteşem Yüzyıl'dan sonra (bütçeler açıklansın bakıcaz, belki MY'ı geçmiş bile olabilir) Türk televizyonlarının gördüğü en büyük prodüksiyon olmaya aday. Kurt Seyit ve Şura’nın; saltanat günlerinden Karpatlar cephesine, Aluşta’dan işgal altındaki İstanbul'a, 1920'lerin Pera'sına kadar uzanan macera dolu yolculukları bir anlamda aşkın da yolculuğu olacak. Yani beklentimiz o doğrultuda..



Kamera arkasında Gökhan Tiryaki ve yönetmen kolduğunda Hilal Saral var. Kıvanç Tatlıtuğ ve Farah Zeynep Abdullah dışında Birkan Sokullu, Kurt Seyit’in askeri okuldan arkadaşı Petro, Seda Güven Şura’nın ablası Valentina olarak izleyici karşısına çıkacağı yapımda Ushan Çakır da Kurt Seyit’in çocukluk ve silah arkadaşı Celil karakterine hayat verecek. Henüz basına sızmamış isimlerden oluşan çok sağlam bir kadro kurmuşlar. Hızla da rol yazılan, dizinin ilerleyen bölümlerinde hikâyeye katılması planlanan bomba isimler de yok değil, yakında duyarsınız nasılsa..



Savaş sahneleri Kartepe'de çekilmiş. 1200 figüran rol almış. At binmeyi bilenler yukarıdaki pozisyonu gerçekleştirmek yani atı şaha kaldırıp, üzerinde huzur içinde poz vermek için bile en az üç ay çalışmak gerektiğini söylüyorlar. Nasıl bir azimle çalışılıyor, gerisini varın siz düşünün. Çekimleri Rusya'da devam eden dizinin müziklerini Toygar Işıklı yaptı. Dizi 4 Mart Salı akşamı saat 20:00'da Star Tv ekranında olacak.

Böyle işte..
R

The Walking Dead - FotoYorum: Aşkımla oynama!

Aşağıda The Walking Dead 10. Bölümün fotoğraflı yorumu var. Gençler uzun yazı okumuyorsunuz hatta uzun yazı okumayı pek sevmiyorsunuz diye, size kısa kısa fotoğraflı yorum denemesi yaptım. Bakalım okuyacak mısınız?
Böyle işte..
R

Umudun yoksa yaşamın anlamı ne?
10. bölüm Beth’in Secret Günlüğü tadındaki kitabi cümleleriyle başladı. Eski güvenli zamanların ilk günüde kaleme alınmış bu sözler izleyene, “nereden, nereye?” dedirtti. Elbette elin senaristi de kendi seyircisinin zekasından ve unutma kapasitesinden korkuyor ve arada cin yöntemler bulup, “nerede kalmıştık” sahneleri yazıyor.

Bir şey yapmalı!
Anladık ki 8. bölümde mahşer yerine dönen hapishane bahçesinde kızı kolundan neredeyse sürüyerek götüren Daryl emanate hıyanet etmemiş, kızı gözünün önünden ayırmamış. Beth ısrarla hâlâ yaşayanlar olacağını iddia ediyor ve onları bulmaları gerektiğini söylüyor. Hayli de cevval. Daryl olmasa bu tatlı Beth, o ormanda on saniye canlı kalamaz ama neyse..

Azıcık inanç seni öldürmez, korkma..
Daryl, orman, gece, yıldızlar, ateş.. Peş peşe okuyunca bu kelimeler en az birinizin aklına pek romantik çağrışımlar düşürüyordur, eminim.. Ama drama gerçekliği böyle değil. Yorgun Darly ve kuyruğu Beth hayata kalma savaşı veriyorlar ve iz sürüyorlar. Gerçi Darly uzun zamandır ‘sürü olmak’ ve ‘sürüyü korumak’ kavramlarıyla test edilmiş ve yıldızlı 10 puan almıştı. Öyleyse sıradaki ders hiç bilmediği bir yerden mi gelecek dersiniz? 

Daryl 'ya sabır!' çekiyor..
Beth anaç ruhlu bir genç kız. “Yaşayanlar kaldıysa, bulduğumuzda aç olacaklar,” diyerek böğürtlen bile topladı.

Seni ham yapar bu Zombiler
Artık besin zincirinin tepesine oturmuş, ırkımızın peşine düşmüş Zombiler var ve insan oğlu yüzyıllar sonra yeniden ‘Av’ olmanın trajedisini yaşıyor. Zombi de olsa sadece doymak için avlanıyor/öldürüyor. Bu da mı ders değil Sayın Seyirciler?

#direnzaman
Lizzie, Mika, Judith ormanda ve yalnız değiller, yanlarında Tyreese var. Açık söylemek gerekirse geçmişte olanlar düşünülünce dar zamanda pat diye Carol’un ortaya çıkışı çok ama çok ‘formül’ oldu. Ama asıl merak ettiğim, Tyreese’e güvenli bir yerden bahseden Amca, birkaç sahne önce Darly ve Beth’in karşısına Zombi olarak nasıl çıktı? Üç milyon beşyüz seksen bin yazarın ve teknik elemanın çalıştığı bir senaryoda tretman/ kurgu hatası olamayacağına göre zamanda geri sıçradık ve farkına varamadık.

Şeker de yiyebilseler.
Şartlar herkesin ruh halini bozmaya müsait ancak en çok ve çabuk da çocuklar etkileniyor. Sanırım Lizzie bu sezon boyunca seyirciye oldukça zor anlar yaşatacak tıpkı bu bölümde olduğu gibi..

Otobüs nerede?..
Çok şükür ki Maggie de hayatta.. Dağılım güzel olmuş. Maggie, Sasha ve Bob üçlüsü de demiryolunun diger yanında yürüyorlar ve otobüsü arıyorlar. Korkarım bölüm sonunda herkes bir araya gelecek ama ben hâlâ Rick’in kapısını kim çaldı onu merak ediyorum. Maggie ilk göründüğünde elindeki tek taştan açıldı kamera. Kızın aklı sevgilisi Glenn’de mesajı aldık. Her aşık Amazon gibi Maggie’nin de ilk hedefi Glenn’i bulmak. Sasha da Tyreese’i düşünüyor ama Bob ile de aralarında tatlı bir flört hali yok değil. Özetle bu üçlünün sahnelerinde aşk ve hasret koklamaya hazır olun.

Kesmece bunlar!
Maggie, Glenn’i bulmaya and içince Sasha ve Bob da onu takip etmeye karar verdi. İlk virajı dönünce otobüsü buldular.

Herkes gider Mersin’e.
Meğer Glenn o karmaşada Hapishane’den kaçamamış! Bana gore bölümün en zevkli sahneleri de Glenn’in payına düşmüştü.

Vali'den hatıra kalan..
 Glenn’in sağ kolu olarak tatlı Tara da oyuna katılınca kadro şenlendi elbette..

Daryl Sevenler Derneği
Bu fotoğraf da ‘Gelecek Bölümde Daha Fazla Daryl Görmek İsteyenler Klübü’ne armağan olsun.

Dert bir değil, bin!

Vali gitti dertler bitti mi sandınız? Hoşgeldin yeni baş belaları Abraham, Eugene ve Rosita!





photo by Gene Page



.
 

Perşembe, Şubat 13, 2014

Bir tesadüf, bin âh!


Blog takipçileri annemin zihinsel kondisyonunu iyi bilir. Birazdan anlatacağım hikayeyi de.. Annem manik depresif. Evvelce hastanede yattığı zamanlarda Aycell'i dava etmeye hazırlanmıştı, adını izinsiz kullandıkları için.. Sonra sezonlar boyunca Öyle Bir Geçer Zaman Ki dizisini benim yazdığımı, aile sırlarımızı arsızca ortalığa döktüğümü de iddia etmişti. Kanıtı da vardı. Mesela Cemile, Ali Kaptan'ın dostunu bıçaklamıştı rıhtım da, 'tıpkı Ümmühan'ın, Rus Mustafa'nın dostu Tasula'yı bıçakladığı' gibi.. Hasefe'nin 'Tıpkı Şükriye' gibi gelininden yana durması, Ali Kaptan'ın 'Tıpkı İsmet' gibi yaşadığı zamparalıkları, bizi terk edişi ve yenilgisi anneme hep kendi yaşadıklarının dillendirilmiş ortaklığı gibi geldi ve ısrarla sorumlusu beni bildi. "Sadece bizi anlatsan neyse utanmadan komşularımızı, en yakın arkadaşlarımın hayatını da anlatıyorsun," diye tutturmuştu.

Aslında Öyle Bir Geçer Zaman Ki ve Coşkun Irmak'ın başarısı biraz da bu yüzdendi. Herkesin başına gelebilecek hayat kırıklıklarını hikayelemiş önümüze atmıştı. Kulakları çınlasın. Ortak insan dertleri -illa da kendi yaşadıklarından süzdüklerini- seyirlik hale getirebilmişti. Neticede annemin bu şüpheci tavırları tatlı bir hâldi evin içinde, bir tür eğlence.. O zaman kendi evinde yaşıyordu annem ve her bölümden sonra arayıp sitem ediyordu. "Evladım bak yapma, filanca hâlâ yaşıyor ayıp değil mi?" tadında ince ayarlar veriyordu. Ben de, yemin billah o işle hiçbir alakam olmadığını izah ediyordum. Bir süre sonra vazgeçtim. Sezonlarca sürdü iş anasını satayım, ben de inkardan yoruldum ve "Tamam anne orasını yazmam" diyerek geçiştirme yoluna gittim. Zamanla onun da ayar aramaları, ortak bulduğu hikayeler bitti. Konu da kapandı gitti.

Uzun zamandır merakla beklenen Ay Yapım projesi, Kara Para Aşk tanıtımını izlediğimde kendi kendime çok güldüm çünkü mezar taşlarından birinde aile soyadımız yazılıydı. Aklıma ÖBGZ maceramız geldi ama, annem artık daha da depresif, benimle yaşıyor. Odasından daha az çıkıyor. Düzenli ve uzun süre televizyon izlemiyor. Hatta dizi hiç izlemiyor. Açıkçası bir tepki bekliyordum ama eski zamanlardaki gibi zorlayıcı olmayacak diye umut ediyordum. Ve nihayet annem fragmana denk gelmiş. Önce telefon açtı. "Toplantıdayım, saçmalama. Kapat akşam konuşuruz" dedim. Ne yazık ki annemin manik depresif, yaşlı zihni ekrandaki mezar taşında zorla edindiği o soyadını görünce, 'tatlı bir tesadüf' sinyali almıyor. O akşam eve geldim. Annem odadan hiç çıkmadı. Ben de umursamadım. Ertesi gün zaten normal şartlarda da ölümcül olan banyo ritüelini katmerli zehr'etti. Suratıma tükürdü. Ah etti. Yıkanmadı. Üzerini değiştirmedi. Küstü. Arsızlığı iyice ele alıp, 'adlı adınca' anlatacaklarımın dehşetli acısını yaşıyor, kendince. Az önce de evden çıkarken arkamdan "Allah canımı alsaydı da bu günleri görmeseydim! Sen ne vicdansız bir evlatmışsın böyle mi intikam alıyorsun benden?" diye bağırıyordu.

Çok renkli günlerim var, bilemezsiniz.
Böyle işte..
R.

Cumartesi, Şubat 08, 2014

Dur yolcu!



Hafta başı Cengiz Semercioğlu sektöre bomba gibi düşen bir haber yayınladı. Habere göre Timur Savcı aniden ve öylesine TİMS'in bütün ticari faaliyetlerini durdurmuştu. İdari kadro ve oyuncular bazında gerçekleşen yeni transferler, Güney'e proje yazmaya gönderilenler, aylardır iş başlayacak diye köşede duranlar, kurtuluş umudu olarak görülen projeleri bekleyen kanal yöneticileri özetle bütün sektör şaşkındı. Savcı, sıradan kalabalıklarca tartışmaya kapalı bu kararını Ağustos 2014 itibariyle de uygulamaya başlayacakmış. Hemen dedikodu çarkları işledi. Komplo teorileri gır gitti. Elbette hiçkimse gerçekle yüzleşmek istemedi. Savcı'nın nefes almaya, hayatın keyfine çıkarmaya cür'et edeceğini düşünmek bile istemedi. Divane misin? Akarken küpü daha da daha da doldurmak varken çekip gitmek de neyin nesi? Ancak korkutulmuş, talimat almış ya da sağlığını kaybetmiş olmalısın bu çılgınca düzene "Dur!" diyebilmek için..

Timur Savcı'yı hiç tanımam. Anlatılanlardan bildiğim kadarıyla sektöre genç yaşta girmiş, her kademesinde pişmiş, dürüst, işine hakim genç bir adam. Başarılı işler, 'düzenli ödemeler' yapan, kimsenin hakkına saldırmayan, ayağına basmayan, duygusal bir adammış. Terazinin bir kefesine son üç yıl içinde yaşadıklarını, Meral Okay'ın ölümünü, kız kardeşinin vefatını, sektörün naz niyazını, küçük insanların çıldırtan kaprislerini ve sistemin bitmek tükenmek bilmez saçmalıklarını diğer kefeye de hayatını koymuş; ağır basan yöne doğru hareket etmiş. Ara vermiş. Tazelenmek, hayatın keyfini çıkarmak için kendine zaman ayırmış. Çok mu? Dedikodu kumkumalarına sorarsan çok değil, imkansız..

Bu kıyıcı sistemin parçası olan insanın durma, savaşmama, geri çekilme kararı alabiliyor olması çoğunluğa saçma geliyor. Oysa ölümüne zevklidir durmak, durabilmek. Her şey olduğunu zanneden bir avuç 'hiç'in yüzüne bakıp gülümseyebilmek. O, yalanlarla ruhunu kurtarmaya debelenirken titrek ellerini avcuna hapsedip, "Sen kazandın.." diyebilmek ve masadan kalkıp gitmek. 'Kaybettin işte' dediklerinde sahip çıkman gereken şeylerin hâlâ cebinde olduğunu bilerek gülümsemek. Tavsiyelere aldırmadan yürüyüp gidebilmek. Bu kontrol edilemez gibi duran yıkıcı akışın içinde çalkalanıp durmaktan başka yol bilmeyen, edinilen onca yara bereye para ve mevkiiden pansuman yaparak acısını gururla taşıyanlar yalın olan gerçeği görmekten korkuyor olabilirler mi? O zaman ego denen hastalıklı hayvan ruhunu sarıp sarmalamadan 'dur!' düğmesine basabilmenin yolunu bulanlara selam olsun..

Böyle işte..
R.

Radikal Cumartesi 20 Kişiye sordu: Ne olacak bu dizilerin hali?



Geçtiğimiz hafta Radikal Gazetesi'nden İpek İzci ve Bahar Çuhadar, '20 maddede dizi krizi' başlıklı bir araştırma yayınladılar. Diziler hakkında uzun zamandır atıp tutan biri olarak bana da görüşümü sordular. Bir paragraf demişlerdi ama elim de çenem gibi düşük olduğu için cevap uzadı.

Soru: Yayımlanmadan önce bu kadar tantana koparan bu dizilerin apar topar yayından kaldırılmasına yorumunuz nedir? Yıldız oyunculuk mu bitti, hikayelerden mi sıkıldık, sizce nedir?

Cevap:  Açıkçası ‘Yıldız’ sistemine dayalı hikaye izleme evrenseldir ve asla bitmez ama ülkemizde fena halde can çekişiyor. Çünkü dünyada hâlâ çalışan sistem ülkemizde ciddi bir uygulama hatasına kurban gidiyor. Şöyle ki; elimizde, bir projeyi sırtlayıp götürebilecek kaç yıldız oyuncumuz var ve bunların kaç tanesi ekrana iş yapmaya sıcak bakıyor? Nasıl toplarsan topla, sayısı 10’u geçmez. Gerisi maalesef yıldız olduğunu zanneden ya da çevresi tarafından o yanılgıya itilen oyuncu ya da oyuncu adayları. Şimdi bu sıfatı ‘yeterlilik’ olarak değiştirip aynı soruyu reji, ekip ve yazarlar için de sorabiliriz, sayı değişmez. Bu durumu bir sezonda görücüye çıkan proje sayısı ile denkleyince de başarısızlığın sebebi ayan beyan ortada. Üstelik yıl olmuş 2014, hala ‘ekrana iş yapmak kalıcı’ değil diyorsun, 2 milyon seyirciye gösterdiğin ‘özeni’, ‘saygıyı’ ve birlik olmayı 30 küsur milyonun önüne her hafta çıkarken göstermiyorsun. Önce bu gerçeği hazmedelim. Asıl önemlisi ise Türkiye’de seyirci profili değişti. Ekranı hızla istila eden dinamik bir kitle var. Katıksız ‘Total’ ve ‘Ergen Egemen’ bu kitleyi hesaba katmak zorundasınız. Bu sezon başlayan -bana göre- her anlamda kârlı ve başarılı ekran işlerine bakarsanız, hiçbiri yetişkin hikayeleri değil. Yetişkinlere de hitap etmenin yolunu bulan ama öncelikle genç kitleye odaklanan hikayelerdir. Diğerleri ya kadrosundaki yıldız oyuncuların performansını ya onlara hayran olan seyircinin hoş görüsünü sömüren ya da trajedi pornosu üreten işlerdir. Bu da benim nazarımda saygıdeğer bir başarı değil. Televizyon artık sadece bir eşyadır. Adına ‘ekran’ denen bu global ve yeni gerçeği görmezden gelerek başarılı olamazsınız. Karşınızda her anlamda genç bir seyirci var. Onlar ekran başına geçtiğinde eski usul ‘dersler’ almak istemiyor. Yeni yüzler görmek ya da eski yüzlerin yeni hallerini görmek istiyorlar. Hikayenin onlara parmak sallamasından, nasihat etmesinden hoşlanmıyorlar. Özetle sektör ciddi bir kuşak çatışması yaşıyor. Yapımcılar ekrana egemen olmaya başlayan gençleri fark etti ama, eldeki eski malzemeden feragat edemiyor hâlâ amortisman hesabı yapıyorlar. O zaman da sadece gençleri değil yetişkin izleyici olarak beni de kaybediyorlar. Sonuç: Hızla kafasını gençleştirebilen yapımcı, olaylara karakter konduran değil de karaktere olaylar zinciri kurabilen yazar ve durduğu yeri doğru görebilen oyuncu bu kuşak çatışmasını en az zararla atlatır, ayakta kalır sonra da hayırlısıyla örgütlenirler. Aksi halde çizgi altı işler yapmaya ve yayından kalkmaya sonra da “seyirci bizi anlamadı, kanalın reytingi düşüktü, zaten ölçümleme sağlıklı değil,” demeye devam..


Haberin tamamını okumak için: Tıklayınız!