Pazar, Mayıs 26, 2013

Sülün Osman'ın torunları iş başında: Jübilemiz var, katılır mısınız?


Son moda tanımıyla konvansiyonel medyada sağa sola itiştirilmiş, sürmanşet magazin haberlerinin arasına dolgu maddesi gibi serpiştirilmiş 'nitelikli/ niteliksiz' dolandırıcılık haberlerini okumadığımız bir gün oluyor mu? Olmuyor. Devir değişti. Dolandırıcılık olarak tanımlanan suçun kapsamı da.. İstanbul Emniyeti Siber Suçlarla Mücadele Merkezi’nin verilerine bakarsanız Nitelikli İnteraktif Suçlar almış başını gitmiş. Norton’un yayınladığı 2012 Yılı Siber Suç Raporu’na göre de Türkiye'de son bir yıl içerisinde 10 milyondan fazla kişi siber suç mağduru olmuş. Bu mağduriyetin bedeli Türkiye’de 556 milyon dolar, Amerika’da ise 20.7 milyar dolar olarak açıklanmış. Aynı rapora göre dünya çapında her gün 1,5 milyon insan siber suça maruz kalıyor, sosyal ağ kullanıcısı her 10 kişiden 1’i sahte bağlantılar ve dolandırıcılık vakalarının kurbanı oluyormuş.

GENETİK OLARAK ŞERBETLİYİM
Bütün bunları hafta başı cep telefonuma görünmeyen bir numaradan gelen arama yüzünden anlatıyorum. İş icabı telefonuma gelen her aramayı, her saatte açmak zorundayım. Açtım. Özgüvenli, genç bir erkek sesi tane tane konuşmaya başladı. Kısa künye geçtikten sonra sadede geldi ve adı bende saklı bir Yeşilçam oyuncusunun jübilesi için bilet sattığını, bu muhteşem organizasyona katılabilmem için bana da fırsat tanıdığını ancak 10 tanecik bilet ayırabildiğini ses tonuna derin bir mahçubiyet giyerek anlatmaya başladı. Eller Mars'ta nefes ararken, canım memleketimde bu eski usûl üçkağıdın hâlâ çalışıyor olmasına şaşırmadan, dinlemeye devam ettim. Şaşırmalı mıyım?  

Yazının devamı için: Tıklayınız!

Beni kaybettin artık sen çok bekleyeceksin


Havuz kenarında sessizce ağlıyorum. Güneş tepemde.. Avaz avaz hatta böğürerek de ağlayabilirim ama fazla ses çıkarırsam annemin sinirlerini bozup dayak yemekten korkuyorum. Annem söylene söylene eşyalarımı topluyor. Havlumu, yedek bikinimi, yüzme bilmediğim için eşek kadar olduğum halde utanmadan taktığım turuncu kolluklarımı çantaya tıkıştırıyor. Her şey tamam bir tek İrma kayıp. Annem yanıma gelmeden az önce hani başıma güneş geçmesin diye kafamı ıslatmak için havuza girdiğimde, şezlonga gölge veren kocaman şemsiyenin önünde duruyordu. Olan biteni anlatmaya çalışıyorum ama annemin öfkesi izin vermiyor. İrma kim mi? Platin sarısı karavel saçları, fal taşı gibi hep açık bal rengi gözleri, kalemle sabitlenmiş iri çilleri, mavi kloş eteği ve papatya desenli gömleği ile evvel ebed kimseciklerde bir benzeri olmayacağına adım gibi emin olduğum, henüz bilmediğim dilde konuşkan, neşeli şarkılar söyleyen bebeğim. Anne sözü dinlemedim, en kıymetli bebeğimi havuza indirdim. Oh olsun bana! Hem kızaran gözlerimin, hem de kaybolan bebeğin hesabını saatler boyunca verecek olmanın korkusuyla içli, hıçkırıklı dikiliyorum havuzun kenarında. Bebeğimi alıp, çiçekli plaj çantasına koyduğunu yemin billah gördüğüm, o siyah saçlı, çağanoz bacaklı kızdan gözümü ayırmıyorum. "O aldı, gördüm!" diyorum, bir kez daha, annemi inandıramıyorum. "Oh olsun sana, havuza indirme kaybedersin demedim mi?" diyor, saçımdan çekiştirerek odaya doğru götürürken. Şaşırmıyorum. Hava sıcak. Göz yaşlarımın süzüldüğü yerler serinliyor. İrma kayıp, ben ise altı yaşındayım. 

Yazının devamı için: Tıklayınız!