Pazar, Eylül 08, 2013

Gülümse..




Sene kaç, hatırlamıyorum. Tek hatırladığım, sıradan, düğmeli bir gömlek ve altına poplin kumaştan evaze kesimli, maksi, rengarenk bir etek giyen, aşağı yukarı benim boylarımda, saçları mavi siyah -belki boyalı-, kepçe kulaklı, kalın dudaklı ama çok eğlenceli bir kadın sahneye çıkıp şarkı söyleyecek. Görmeye hep alıştığım türden 'şarkıcı' gibi değil haddizatında görmeye alışkın olduğum insanlar gibi de değil. Annem dahil herkes kılığının uygunsuzluğuna dehşetle bakıyor. Halk Kızı Sezen Aksu, Taşlık Maksim'de sahneye çıkıyor. Kulis odası da ilgimi çekmiyor çocuk halimle.. Aynalı tezgahı rengarenk parfüm şişeleri, makyaj malzemeleriyle bezeli değil. Envai çeşit kumaştan, taşlı pullu ille de otrişli sıra sıra dizili kostümleri yok. Ay ne ilgileneceğim?

Bazan acemi kızlar gelir kulise, işlenmemiş köy ekmeği gibidirler ve birkaç ay içinde değme Leydilere taş çıkarırlar. Gazino Adabını, gece hayatının kurallarını, sahne kadını olmayı öğrenirler. Bu sefer öyle olmuyor. Anneme sorarsan, 'Çok başka bir şey olacak bu kız'.. Oluyor da.. Pek ilgimi çekmediği için çocukluk hatıralarımda derin bir yeri yok Kaldırım Serçesi Sezen Aksu'nun. Geçip gidiveriyor hayatımdan sessizce. Gece mavisi gömleğine kırmızı şal dolayarak çektirdiği 'hayran fotoğrafı'nı adıma imzalatan da annem olmalı.. Behiye Aksoy dışında feriştahı gelse imzalı fotoğraf almam. Şöhretlerle ilişki konusunda çok kibirli bir çocuğum.. Yıllar hızla geçiyor. Annem haklı çıkıyor. Sezen Aksu'nun anlamı ve hacmi sıradan hayatlarımızda 'Çok başka bir şey oluyor.' Tanımlamaya çalışanı da yok eden, sıra dışı ama o kadar da sıradan.. Ellemeden sevilesi. Tatlı uslu şarkılar söyleyen İzmirli, sevimli kız büyüdükçe içinden bir duygu canavarı çıkıyor. Sezen Aksu söz konusu ise hakkında söylenmeyen ne kalmış olabilir ki? Tam bir yengeç kadını. Bıraksan kimselere tutunmayan, kendine tutunanı da ölse bırakmayan.. 

Harbiye Açıkhava Konserleri'nin sondan bir önceki gecesinde Sezen Aksu'yu izlemek istiyorum. Aniden. Son yıllar içinde yüzlerce konser yaptı, hiç birine gitmedim. En son izlediğimde sahne takımının başında Ozan Doğulu vardı. Şimdi nedense aniden içimde deli bir izleme isteği. Normal şartlarda, istisnasız her konseri biletli izlerim. Bu sefer kendimi resmen davet ettiriyorum. Bak, bu da hiç yapmadığım bir şeydir. Hayır olsun diyelim. "Gel," diyorlar, "Çok doluyuz, merdiven satıyoruz ama sana bir yer buluruz elbet".. Gidiyorum. Sahneyi evinin bahçesine kurmuş. Orkestra şefi Fahir Atakoğlu.  'Çatı'da çaldığı yılları hatırlıyorum. Yurt dışına gidip, bambaşka bir Fahir olarak döndüğü yılları da.. İlk şarkı, Gülümse.. Sezen Aksu'nun, 'Sen Ağlama' ile değişen müzikal çizgisinin tepe noktası Gülümse. Neşeli şarkılar söyleyen kızın, evrensel dertler edindiği, insanın varoluş öyküsünü didiklediği yeni zamanlarının sembolü.. Şahane 'Aşk Şarkıları' yazdı sanıyorsanız, yanılıyorsunuz. O, artık kendi ciddiyetinden bıkmış bir yengeç kadınının masum yalanı. Sezen Aksu, -bugün inkâr etse de- insanın var'oluşunu anlamaya değil, varlığını devam ettirmesine gerekçeler üretiyor. Şarkı değil onlar. 

İkinci şarkıdan sonra seyircisiyle konuşmaya başlıyor. Bak, inanmayacaksın bu da Ali Saydam'ın formülüdür. Sezen Aksu'yu, şarkı söyleyen sevimli kız çocuğu olmaktan çıkarıp, 
"Show Girl" statüsüne iteleyen, içindeki muhabbetkâr kadını tetikleyen ve sohbetini, şakasını seyirciyle paylaşmaya zorlayan ekibin lideridir Ali Saydam. Neyse.. "Elbisemi beğendiniz mi, yurt dışından ucuzluktan aldım?" diyor, ilk cümlesinde. Seyirci gülerek alkışlıyor. Beğenisini beyan ediyor. Şaka yapıyor sanıyorlar ama ben inanıyorum. Sahnesi renkli, hep olduğu gibi. Vokali oldukça temizlenmiş. Karambole söylemiyor artık, uzun zamandır olduğu gibi. Her ne değişmişse hayatında, iyi gelmiş olmalı. Ozan Doğulu'ya oldum olası bayılırım ama 'Sezen Aksu Sahnesi' bu 'sade' haliyle daha başarılı, bana göre.

Üçüncü şarkıya girmek üzereyken seyirciler arasından bir ses geliyor. Palyaço kostümü giymiş genç bir kadın sahneye sesleniyor. 'Sezen bana söz vermiştin. Şarkımı dinleyecektin!' Söz verdiği tarihi saati saatine haykırıyor, Sezen de bu kızımızı sahneye almak zorunda kalıyor. Kızcağız, kötü bir sesle, çok kötü söylüyor. Seyirci yuhlayacakken imdadına yetişiyor Sezen, izin vermiyor ve kızı kulise aldırıyor. "Eskiden kırmamak için kibar davranıyordum dinlediğim şarkıcılar kötüyse. Artık yapmıyorum, doğruyu söylüyorum." diyor. Konser devam ediyor. Her şarkısı seyirci tarafından ezber ama tuhaf bir de enerjisizlik var. O da kızıyor zaten. "Neden böyle içinize kaçtınız?" diyor. Atilla Özdemiroğlu ve kemanı eşliğinde Firuze, Kayıp Şehir'in Duygu'su Ayta Sözeri'den Lale Devri, Müslüm Gürses'i anma klibi eşliğinde Cihan Okan'dan da "Sebahat Abla" dinliyoruz. Fırsattan istifade kıyafet değiştiriyor. Fatih Akıskalı'nın şahane yetenekli oğlu Kaan'ın ritm solosuyla başlıyor ikinci perde. "Artık ufaktan alıyorum, gönlüme göre yetiştiriyorum" diyor Kaan'ı öpüp koklarken. Benim gözlerim doluyor, tıpkı daha ilk şarkıda 'Gülümse' dediğinde, Ayda ile şakalı sahne sohbetine de nedensiz ağladığım gibi.. Her fırsatta dillendiriyor ama, Onno'ya duyduğu tarifsiz ve ölümsüz aşka bizi de meftun ettiğini biliyor mu acaba?

Şakalar, gülüşmeler arasında su gibi geçiyor zaman. Sahneye Emel Müftüoğlu'nu davet ediyor. Birlikte finale yürüyorlar. Saat gece yarısını çoktaan geçmiş. Hava ayaza çeyrek var. Hızlı adımlarla çıkıyorum Açıkhava'nın kalabalığından. Ters yöne yürüyorum. Zar zor bir sigara yakıyorum. Deli gibi ağlıyorum. Konserin ilk şarkısından itibaren gözümden akan yaşların sebebini de biliyorum. Şarkıları içimdeki irini söküp aldı. Yine.. Bu sefer kusmayacağıma söz vermiştim. Bak, yine kısmet olmadı. Bu sefer sadece konser yazısı yazacaktım. Durmadı. Tamam. Sıkılan, buradan sonrasını okumasın. Kalanlara anlatıyorum. Israrla bu konsere gitmek istedim çünkü.. Babam, ölmeden birkaç gün önce söz verdirmişti, 'Sakın arkamdan ağlama" demişti. Ağlamadım da. Bu kısmını zaten biliyordunuz. Her sene aynı teraneyi dillendiriyorum. Anlatmadığım kısmı şu.. Babamın öldüğü gece, hastahane bahçesindeki tufeyli baskınından çekip kurtarmıştı beni, kulakları çınlasın Arslan Abi. Dışa sızdıramadığım göz yaşlarımı kurutmak için, yüzümü güldürmek için ne çok çaba harcadı, ömrü bol olsun. Hakkını asla ödeyemem. Suya bakıp, açılayım diye Dolmabahçe'ye götürmüştü. Adettir. Güneşi beklemiştik. Ölümüne çay içip, köpekler gibi gülmüştük. Sonra Arslan Abi, az müzik dinleyelim diyerek, teybi açıp, 'Gülümse'yi çalmaya başlamıştı. İşte o zaman ağlamıştım deli gibi.. Böğüre böğüre ağlamıştım, şarkının pek içli sözlerine.. Rahatlamıştım. Öyle yani.. 

.


gözlerinin çöküşü iç yakan

sensizim artık,
o da mı sana gam

.

Fotoğraf: Vedat Ozan

Hiç yorum yok :