Cuma, Aralık 26, 2008

Tülay Ve Zehra'nın Ardından...

Her sabah erken uyanmam ya, bu sabah uyandım. Kanaltürk ekranında bu sabah "Orada Neler Oluyor" programının iki zevzek sunucusu, Ahmet Mümtaz Taylan ve Nilüfer Aydan'ı konuk etmişlerdi. Ahmet Mümtaz, malum kaza sebebiyle davet edildiği programda çok üzgün görünüyordu. Şimdi neler olacak? Bunları anlatmak niyetindeydi ama sunucu kızların dertleri başka. Onlar Cengiz Semercioğlu'nun hatırıyla bindikleri bu ekran gemisinde bütün yolculardan magazin malzemesi çıkarma peşindeler. Utanmadan, sıkılmadan, olayların aslına astarına bile bakmadan, bıkmadan bunu yapıyorlar, her sabah. Onlara ölüm, kalım fark etmez maksat malzeme çıksın. Kuralı bozmadılar ve elbette her yolu denediler meseleden ağlak bir tad çıkarmak, kaza ve sonrasının acılı kısımlarını sorumsuzca ortaya dökmek için. Ahmet Mümtaz'ı, birkaç mesnetsiz soruyla zorladılar (zorladılar dediysem, sabrını zorladılar) ama, o bütün nezaketiyle konuyu gelmesi gereken yere yönlendirdi ve zevzeklerin oyununa gelmedi.

Ahmet Mümtaz mümkün olduğunca net ortaya koydu, olanları, olabilecekleri ve yapılması gerekenleri. Zihnimde kalanları size de aktarmak istedim. Eksik, fazla, affola!
"Bu elim kazayı, sektörün sorunlarını ve şartlarını konuşmak için bir çıkış noktası olarak almak gerekir. Kimseyi dışarda bırakmadan, kanal sahipleri, yapımcılar, yöneticiler, oyuncular, teknik ekip, yönetmen kısacası herkesin bir araya gelip, birlik olup şartları konuşmamızın, bu işi daha planlı prensipli hale getirmenin yollarını aramamızın zamanıdır. Tülay ve Zehra'yı hep hatırlamanın, hemen unutmamanın yolunu, başka arkadaşlarımızı da kaybetmemek için gerekli güvencelerin ve şartlarının nasıl sağlanacağını konuşarak bulmalıyız. Sektörümüzün çalışma şartları zordur ama şu gerçeği de unutmamak gerekir, bizler Türkiye standartlarının üzerinde para kazanıyoruz ve kazandırıyoruz. Tutmamış, yani şu anda çöpte olan projelere harcanan milyonlarca dolar belki de bu sektör çalışanlarına sözü edilebilir bir güvence sağlayamak için gerekli şartların oluşturulmasına harcanabilirdi. Tutan diziler yapımcılarına da, kanallarına da başka yerde kazanamayacakları oranda büyük paralar kazandırıyorsa belki bu kazancı daha adil paylaştırmanın da yolunu konuşmaya başlamak lazım. Bütün sektöre ortak akıl diliyorum."

Sonuç, bütün dinlediklerimden anladığım, kişisel düşüncelerim, bu olaya bakışım şöyledir. Elbette ve belli ki bu kaza doğrudan çalışma şartlarının zorluğu ve sağlanan teknik şartlarda oluşmuş olağan üstü bir ihmal ve zaaf sebebiyle oluşmuş ve bu sebeple de büyük patlamayı gerçekleştirecek, sektörün aksını değiştirecek 'kıymette' ve 'çapta' değil. Gencecik iki insan öldü. Bu bir gerçek. Bu kazayı, meselelerin merkezi belleyip durumdan romantik bir isyan çıkaran da aklı selim sahibi insan değildir, gerçeğin peşinde değildir. Onu, şunu, beni suçlamakla kazanacak tek bir nefes yok. Asıl sorulması gereken soru şudur: İki genç insanın kaybıyla gözlerin çevrildiği sektör ve mensupları uzun zamandır müşteki oldukları halin dile gelebilmesi için ne yapacağına artık karar verebilecek ve hareket etmeyi becerebilecek mi?


Pazartesi gününe kadar yeni bir yazı daha yazmayacağım.

Böyle yani..

27 yorum :

engin gürkanlı dedi ki...

ahmet mümtaz doğru söylemiş elbette en kötü parayı kazanan bile asgari ücretliden fazla kazanıyor ama aylarca parasını alamayanlar da oluyor. o zaman alamadığın paranın miktarının bir önemi kalmıyor. haftada 1000 lira kazansan ne yazar, alamadıktan sonra:(

üzümlü kek dedi ki...

pazartesiye kadar yeni yazı yazmayacağım demişsin. yani konuşun diyorsun bize. anladım ama bizim konuşmamız neye yarar? sadece izleyiciyiz sonuç olarak. bir platform oluşturulmasına katkımız olabilir mi bilemedim açıkçası ranini?

acilin ben doktorum dedi ki...

@uzuzmlu kek

bence cengiz semercioglu'ndan daha yararli olmasi ihtimali var blogda konusulanlarin oyle deme.

@ranini

dizilerin eglencesiyle ilgileniyorsan dogal olarak bu konunun da takipcisi olmalisin, unutturmamanin yolunu bulmalisin. nasil yaparsin bilemem ama digerlerinden daha sanslisin cunku basinda dikilen yayin yonetmenin yok kimse sana bir gundem belirlemeni talimatla bidiremez.

Anonymous dedi ki...

bu blogu sektör çalışanları izliyor, onlar konuşsa yeter

ranini dedi ki...

@acilin ben doktorum

yazı maksadını aşsın istemem. bu yazıyı yazmaktaki amacım durumdan vazife çıkarmak olmadığı gibi hiç kimseye de "konuşun!" tadında bir eylem isnad etmek niyetinde değilim. sadece programı izledim ve bende doğurduğu hissi yazdım...

sema dedi ki...

Daha önce de söyledim. Niye bu blog set çalışanlarının sesi olmasın. Ranini sen ne reyting derdindesin ne de tiraj. Bu tarafsız platformda arkada yer alanlarla röportajlar yapabilirsin.Onların sorunlarını evet tahmin edebiliyoruz ama ben birebir onların ağzından dinlemek istiyorum uzun ve kötü çalışma koşullarını, ödenmeyen paraları, yerine getirilemeyen vaatleri, sonra dizi bitiverince ortada kalmaları.

ranini dedi ki...

sevgili sema,

denedim, deniyorum da yine de denerim vazgeçmem ama sektörle ve dertleriyle ilgili gerçekten konuşabilenler iş kaybetme korkusu daha az olanlar ve böyle bir kaygunun da varlığının çok mantıklı olmadığına inananlar oluyor çoğunlukla, kolayca tahmin edebileceğiniz gibi.

buyursunlar, benim kapım herkese açık. herkes dilediğini yazmakta, konuşmakta serbest bu blogda ama benim elimden gelen budur. keşke fazlası da gelse...

üstelik kaza ve acılar taze olduğu için ben de meselenin her boyutunu içimden geldiği gibi dile getiremiyorum. bu demek değildir ki bahsedilen her sıkıntıya gönülden inanıyorum, fincancı katırlarını ürkütmenin bir boka yarayacağına güveniyorum filan.. açık söylemek gerekirse dertlenenlerle konuştuğumda duyduklarımın beni inandırmayan, haklı bulmadığım hattı zatında samimiyetsiz bulduğum pek çok nokta da var.

kemikleşmiş bir kibir ve vurdum duymazlık var bizzat bu sektörün emekçilerinde ve azınlıkta değiller. bunu görmek de çok zaman canımı acıtıyor benim.

süha dedi ki...

isteyen istediğini konuşsun çözüm olamaz. çözümün fişini reklam veren çekecek. kesecek reklamı, kanallar dizi alımını azaltacak o zaman sektör çürük elmaları silkeleyecek sırtından, hafifleyecek hiçkimseye acımadan ve herşey rayına oturacak.

arkadaşlar dürüst olalım, dün evinde oturup örgüsünü ören nurten teyze'yi bile nerdeyse oyunculuk yapma hevesi sardı. kendi gözüne güzel rimel süren herkes makyöz, biraz zevkli giyen herkes kostümcü, deklanşöre basabilen set fotoğrafçısı, yük taşıyabilenler de kameraman adayı oluyor bu memlekette! neden? çok ve kolay para kazanıldığı hayali yüzünden. işini doğru dürüst ve hakkıyla yapmayanların yaydığı bir şehir efsanesidir bu.

şu anda sektörde sayım yapsan, gerçekten işinin ehli 100 adam bulursun gerisi hikayedir. kimse kusura bakmasın...

sema dedi ki...

@ Süha

Sektörde bu kadar dizinin yükünü taşıyacak teknik anlamda yetişmiş eleman yok. Böyle olması kaçınılmaz bir şey. Bu süreçte bir sürü insan aynı zamanda yetişiyor.
Bu dizi enflasyonu ne kadar sürer bilemem ama sürdüğü sürece de bu böyle devam edecek gibi.

Bir işverenin kalifiyesiz bile olsa çalıştırdığı elemanına insanca çalışma koşulları sağlaması baş görevi olmalı. günde 12-13 saat çalıştırdığı bir set işcisinden ne verimlilik sağlanabilirki.

mutlu son dedi ki...

Bu dizi sektöründe Ranini'nin hep belirttiği yayından kalkan dizi ve çalışanalrı meselesi çok önemli aslında. Adam oh işim var diye başlıyor iki bölüm sonra dizi yayından kaltı bir daha iş ara, sezon kavramı kmalamdı artık sürekli yeni diziler var ama başlamış işin tutmayıp yayından kalktığında ne olacak, ben sektörü çok iyi bilmiyorum dönen dolapları da bilmiyorum ama sigorta konusunda çok da umutlu değilim, yapım şirketinin kadrolu teknik elemanı varsa, dizi olsun olmasın o şirket bünyesindeyse tamam sigorta da vardır ama parça başına eleman alınıyorsa o zaman sigorta işi de zor, o zaman bunun sağlık güvencesi emekliliği ne olacak, memmur zihniyetindesin diye eleştirebilirisniz ama ülkemiz şartları hepinizin malumu, dediğim gibi sektör kurallarını hiç bilmiyorum ama gerek teknik ekip gerek yardımcı oyuncular için hiç de cazip bir tablo görmüyorum ben hoş başroller için de aniden yayından kalkan dizilerin maddi manevi zararları oluyor.

köksal dedi ki...

ahmet mümtaz taylan gibi 3-5 tane (senin tabirinle) aklı selim adam var onlar sendikalaşmak mı gerekiyor, dernekleşmek mi gerekiyor ne lazımsa yapmalı artık. insanların arkasından gitmekten yanında durmaktan çekinmeyeceği isimler bir araya gelmeli. yani baş kaldırdıkları zaman sektörün dışına kolaylıkla itilmeyecek adamlar lazım bu sektörde konuşacak ve konuşma başlatacak güç onlarda var.

ayrıca afedersiniz ama şener şen, uğur yücel, mehmet aslantuğ, oktay kaynarca, gülse birsel filan nerede? onlar ekrana iş yapmıyor mu? kudret sabancı, mesude eraslan, tayfun güneyer filan çıkıp 50 dakika iş çekerim kardeşim diyecek güce ve paraya sahip olamadı mı hala? TMC, ay yapım, asis yapım filan 50 dakika bölüm çekerim diyemiyor mu, gücü yok mu hala? ay yapım bomba gibi işlere imza atıyor, çekseler ya işlerinin süresini geriye? özcan deniz oynarım ama 70 bin lira alırım demek yerine başka kaygular da taşımıyor mu?

ne bekleniyor? küçük insanlar grev yapsın ve işsiz mi kalsınlar ömür boyu? büyükler ayaklanmalı önce büyükler! önce büyük lokmayı yutan yuttuğu lokmanın göreceli olarak küçülmesini göze almalı!!

sema dedi ki...

@köksal

Büyükler mi. Eşyanın tabiyatına aykırı söylediklerin. Onlar bu düzenden memnunlar. Hayatlarında hayalini bile göremeyecekleri paralar kazanıyorlar. Evet biraz belki yoruluyorlar ama keyifleri yerinde. O zaman neye başkaldıracaklar.

Anonymous dedi ki...

Türkiye Sinema Emekçileri Sendikası (SİNESEN), "Sektöre Dur Demeye Çağırıyorum" adı altında yarın Taksim'de televizyon sektöründeki olumsuz çalışma koşullarını protesto etmek için bir gösteri düzenleyecekler.

ranini dedi ki...

hah!süper faydalı bir hadise olmuş. gğrev tamamdır, hayırlısıyla yasak savsınlar bakalım...

Anonymous dedi ki...

ne çabuk organize olmuşlar? ne diyeceklerine, ne isteyeceklerine ne çabuk karar vermişler, hemen sokaklara dökülebilecek kapasiteyi haizdiler de bugüne kadar neredeydiler acaba?

hey gidi güzel insanım! tamamen ajitasyon kültürüyle yetişiyoruz. sokağa dökülmek kolay hepimiz dökülelim gerekiyorsa. iki sokak toplantısı sonra yine uzlaşma sağlanamadı, sonuz alınamadı diye kös kös dönün yuvanıza. adam gibi bir konsey oluşturup gezsenize yapımcıları, kanalları, bir toplantı istesenize.

sokağa mı döküleceksin o zaman durdur işi gücü, yap grevini adam gibi değil mi? hollywood'da kim öldü de senaristler bıçak gibi kestiler iş durdurdular? yola da dökülelim ama planlı programlı dökülelim, boy göstermeye değil. yarın gideceğim erol dernek sokağa bakalım bildiri niyetine ne okuyacaklar, ne talep edecekler, neler anlatacaklar onu görmek için gideceğim.

kadıköylü dedi ki...

insanların sendikal bir oluşuma güvenememesi ne kötü ve utanç verici bir durum. inandırıcı gelmiyor değil mi protestoya kalkışmaları? ayrıca adsız bey, çabuk organize olabilmek bir sendikanın zaten en önemli özelliğidir. korkmayın ve güvenin.

teletabi dedi ki...

çok kısa bir süre set ortamında bulunmuş olmama rağmen, kişisel merakım dolayısı ile edindiğim bazı bilgilerin ışığında ufak yorum yapmak isterim ben de.

Sette, fiziki anlamda en kolay işlerden birinin oyunculuk olduğu bilinir, hatta ben kendim de şahit oldum bazı arkadaşlarımdan da duydum, örneğin ışıkta çalışmak zorunda kalan biri(ki en ağır fiziki işidir setin) diğer ekip arkadaşlarına "oyuncu kaprisi yapmayın" diyebiliyor. Yukarıda da belirtildiği gibi, çok fazla dizi var ve kalifiye eleman sayısının yetersizliği sistem kendi yolunu bulana kadar sürecek bence de.

Acı olan şey ise böyle bir vahim ölümün olacağını herkesin bilmesi ama bir şey yapmaması. Dizi ve setlerin durumunu konu alan açık oturum programlarında belirtilen bir husus da şuydu sürekli; "illa birileri ölecek sonra mı harekte geçilecek?" Azıcık işin içinde bulunan herkes bunu diyebiliyordu yakın vakte kadar. Şimdi de "e böyle olacağı belliydi" deniyor fakat sürekli ilk adım başkasından bekleniyor.

Ağır çalışma koşulları ve diğer sorunları sistemin işleyişinden ayrı düşünmek mümkün değil ve hatalıdır bence. öncelikle bu çalışma koşullarını sağlayan durum ne ona bakmak gerekiyor. Benim gördüğüm, seksen dakika çekilme zorunluluğudur. Her hafta o diziyi yayına yetiştirmek demek seksen dakikayı 5-6 günde çekip sonraki tam gün de montaj ve dublajla uğraşmayı gerektiriyor. Bu, sürekli devam ettiğinde bir süre sonra kaldırmak da zorlaşıyor elbette. Seksen dakika zorunluluğuna neden olan konu nedir diye bakılırsa en belirgin cevap reklam durumları olarak öne çıkıyor. Maliyeti karşılaması için kanalın dört reklam alması gerekiyor genelde bir bölüme. Dört reklam kuşağını da kafanıza göre koyamıyorsunuz televizyondaysanız. Rtük'ün aldığı, bence tv tarihinin en en en saçma kararı neticesinde yirmişer dakika ara ile koymak zorundasınız. ayrıca ilk yirmi dakika da reklam koyamazsınız ve koyduğunuz reklamın süresi de karara bağlanmış durumda. Ayrıca dizi içinde de reklam olarak görünebilecek ürünler kullanılamaz.

Bunu söylememin nedeni, şartları iyileştirmek için sistemin genelinin de mutlaka hesaba katılmasının gerekliliği. Burada karar mercii malesef ışık şefi değil. Reklam verenler ve kanallar doğrudan atıyorum ışık asistanını da etkiliyor.

Benim önerim kanalların, özellikle reklam mevzusunda rtük tarafından bu denli kısıtlanmamaları hatta mümkünse serbest bırakılmaları ve kendi içlerinde (rekabet sonucu) bir yol oluşması yönünde. Ya da biraz daha dengeli bir kısıtlama olabilir. Tv lerin dört reklamda bir diziyi çıkardığı belliyse benim sistem önerim az çok şöyle;

*ilk 10 dakika koyulacak reklamlar, 8 dakikaya kadar, yayınlanan program uzunluğunda olmalı. yani diziden 8 dakika yayınlandıysa 8 dakika da reklam yapılabilir fakat 8-10 arası dakika yayınlandıysa reklam süresi 8 dakikayı geçemez gibi.

*eğer program ilk 10 dakika reklam yapmamışsa ilk reklam yapacağı zamana kadar program süresinin yarısı kadar reklam kuşağı koyabilir. Reklam kuşağı süresi her ne koşulda olursa olsun 8 dakikadan fazla olamaz.

*ikinci ve daha sonraki reklam kuşakları için için en az 15 dakika geçmeli ve yapılan reklam süresi 8 dakikada sınırlı kalmalı

bu koşulda örneğin 4 reklamı 53 dakika kurtarabiliyor ve öncedne olduğu gibi bunaltan reklamların da önüne geçilebiliyor. Dizi süreleri de yaklaşık 30 dakika kadar azalıyor. Tabi ki herkes aptal bir sen mi akıllısın denebilir :)
Demek istediğim kısaca, reklam koyma ve bu konudaki kısıtlamaya yeni bir düzenleme getirilmeli setteki çalışma koşulları açısından. Çalışma koşulları dışında sendikal gereklilik elbette ki buradan bagımsız. Onun için "sektörün önde gelenleri, kolay kolay yıkılmayacak ve vazgeçilmeyecek insanları, bir adım atmak zorunda" görüşüne katılıyorum.

ninova dedi ki...

teletabi nin söylediklerine bir kaç şey eklemek isterim. bu blogda daha önce ben de program süreleri ile ilgili bir öneride bulunmuştum. benim önerim 4 saatlik yani 240 dakikalık prime time ı 80 er dakikalık 3 kuşağa bölmek, reklam ve program sürelerini buna göre ayarlamaktı. şu anki sistemde prime time da 2. yayınlanan dizinin bitmesi 00 30 u buluyor. hafta içi çalışan insanların çoğu geceyarısı olmadan yatıyor zaten.

örgütlenmeye gelince. sektörün önde gelenleri adım atmalı deniyor ama isim sahibi oyuncular sektörün diğer elemanları için ne kadar kurtarıcı olabilir emin değilim. hem aşağı tarafta tüm branşlar kendi aralarında örgütlenmeli hemde yasakoyucular tepeden bazı kuralları dikte etmeliler. reklamveren-kanal-yapımcı üçgeninin bu sorunları çözebileceğini sanmıyorum.

sinagrit dedi ki...

Üç gün öncesi: Akşam yemeği, haberleri dinliyorum. Önce günlük şehit haberleri, sonra Ordu Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğrencilerinin trafik kazası ,sonra
Tülay ve Zehra...
Ne kadar zor bu ülkede genç olmak.
Genç ölmek ne kadar acı.
Dizi film sektörü benim fazla bilmediğim sular. Okuduklarım bu sularda çok zorlu mücadeleler verildiği yönünde. Sanki pandoranın
kutusu, açıldıkça kötülükler dökülüyor.
Sadece kazanmaya yönelik bir sistem
geliştirilmiş. Oyuncusundan yapımcısına herkes hırsla artıya geçmek çabasında." Bu çabanın nesi yanlış " derseniz; yöntemleri derim.Kamerayı görünce, eline mikrofonu alınca ,ahkam kesenlerin hiçbirinin içtenliğine inanmıyorum.
Bütün çaba; izleyenlere yüksek idealleri ve amaçları olan bir insan portresi çizmek.
Dizi dünyası modern zaman arenalarına dönmüş. Orta yerde birileri kazanmak için en vahşi yöntemleri geliştirirken, izleyenlerde çığlık çığlığa onları kızıştırıyor.
Sınavlardan, dizilerden beyni uyuşmuş gençlik, kendisini bekleyen
garantili sefalete biraz kafa yorsun,biraz aksiyonel olsun.
Yoksa bu dizinin finali çok dramatik olacak.

Zelmac dedi ki...

Allah ailelerine sabır versin demekten başka ne geliyor elden...

bugün kanalların birinde şöyle deniyordu: "daha fazla, biraz daha fazla uyuyabilmek, dinlenebilmek için emniyet şeridinden gidiyorlardı!..."

bu cümle o kadar güzel anlatıyor ki, çalışma şartlarının agırlıgını ve yıpratıcılıgını teknik ekipler için...

keşke düzelse, dizi sayıları azalsa, herşey raiting ve daha çok para para para PARA olmasa....

seloke dedi ki...

Sinesen'in çıkardığı bir dergi var. uzun zamandır elime de geçmedi ya neyse. Açın bakın o dergide sendika başkanı beyefendi bol bol kütrçülük ve dtp borazanlığı yapıyor. sendika degisinde elbette politika da yazılacak, yapılacak ama bu adam başka şeyler yapıyor. Sendikanın yönetimindeki adamların hiçbiri bir halta yarar adamlar değil. Zaten sendika sa sendika değil. Üyeler de üye değil. Her sene bir iki toplantı yapılır vıdı vıdı, uyduruktan bir seçim. Aklı başında adamlar bırakıp kaçarlar yönetimi, çünkü kimse destek olmaz vs. Oyuncuların da büyük kısmı sahtekardır. yapımcılar daha büyük sahtekarlar. Çıkıp basında konuşan hiçbir yapımcıya inanmayın. Hepsi yalan söylüyor.

ranini dedi ki...

@zelmac

sevgili zelmac,

emniyet şeridi, "gitmek" için değildir.

bu ve benzeri söylemleri de meseleyi merkezinden kaçıran başka bir tehlike olarak görüyorum, aman diyeyim. kimsenin acısına saygısızlık etmem ama inandığımı da söylemezsem kendime ihanet ederim.

kusura bakmayın, bu kaza tam anlamıyla bir "iş kazası" olarak tanımlanamaz. yapmayınız, lütfen...

misal, beline bağlı çelik halat koparsa o durum iş kazası olarak tanımlanır. grizu patlar, iş kazasındır. çekim anında arabanın freni patlar sete girer, iş kazasıdır. aman diyeyim lütfen doğru değerlendirelim.

evet, maalesef çok acı bir kazadır. iş şartlarının ağır olmasının bu kazada elbette payı vardır. kimse aksini söyleyemez, ama o kadar. canımız ne kadar yanarsa yansın, bir ihlal var ama bu tamamen de iş güvenliği ihlali değildir.

hassasiyetimi göz önüne alarak sözlerimi doğru anlamanızı umarım...

ranini dedi ki...

@seloke

haklı olabilirsin, pek bilmediğim bir yapıdan bahsediyorsun. sinesen'i tanımam, bilmem.

ama herşeye rağmen gün itibariyle bu meselenin etrafında toplanan bazı isimlere inanıyorum ve güveniyorum. inancımı da söyle izah edeyim. misal bana da bir vazife düştüğünü söyleseler, gözümü kapar soru sormadan arkalarından giderim.

Zelmac dedi ki...

sevgili ranini,

çok haklısın da, dedigim gibi ben televizyonda duydum, hatta isim de vereyim : "bergüzar korel" söyledi..kazanın nasıl oldugunu açıklarken, yoksa ne işi olsun emniyet şeridinde araçların, sürücülerin

zelmac

üzümlü kek dedi ki...

ranini yürüyüşün neticesi nedir?

ranini dedi ki...

@üzümlü kek

bilmiyorum? gazetelere bakmadım bugün. internete pek haber yoktu yürüyüş hakkında. televizyon da seyredemedim. kısacası sonuç nedir, yürüyüş nasıl geçti, ne açıkladılar filan hiç bilmiyorum.

asi ve mavi dedi ki...

Dün, sektörde çalışan yaklaşık iki yüz kişi, Sinema Emekçileri Sendikası (SİNE-SEN) öncülüğünde Beyoğlu Erol Dernek Sokağı'ndan Taksim Meydanı'na yürüyüp, 'Setler Tuzla Olmasın', 'Setlerde Ölmek İstemiyoruz' sloganları attı ve basın açıklaması yaptı. Aralarında Mustafa Alabora, Aytaç Arman, Halit Ergenç, Ahmet Mümtaz Taylan, Tayanç Ayaydın, Janset, Ömer Uğur, Serhat Tutumluer, Ayhan Sonyürek ve İnan Temelkuran'ın bulunduğu 200 kişinin katıldığı basın açıklamasında, "Sezgin ve Ergeldi'nin ölümü trafik kazısı olmanın ötesinde, vahşi çalışma koşullarının sonucudur. Dizi film sektöründe yaşanan ağır travmanın göstergesidir. 90 dakikalık dizileri bir haftada yetiştirebilmek uğruna hepimiz dünyanın hiç bir yerinde olmayan uzun ve ağır çalışma koşullarında çılgınca çalışmak zorunda kalıyoruz. Bu tür kazaların, koşullar devam ettikçe artmasından kaygı duyuyoruz," denildi. Açıklamada çalışma koşullarının yasal düzenlemelere uygun hale getirilmesi istendi. Senaryo Yazarları Derneği Genel Sekreteri Ahmet Haluk Ünal da, "Dünyanın hiçbir yerinde 90 dakika dizi yayımlanmıyor, 45 maksimum 60 dakikayla sınırlandırılıyor. Artık bizim de çağdaş bir üretim modeli yaratmamız gerekiyor," dedi. Basın açıklaması, dün saat 14.00'te eş zamanlı olarak, Türkiye'nin dört bir yanında çekimleri devam eden dizi setlerinde de okundu..
sabah-