Salı, Ekim 01, 2013

Salı Sallanır..



Sabah, Çeyrek'i teslim aldıktan sonra nedense tekrar yatağa döndüm ve uykuya yenilip ilk seansta Cohen Biraderlerin filmi "Inside Llewyn Davis" i kaçırdım. Yetti mi? Hayır. 13:30 seansında Balkanlar ve bütün evrenin en saçma sapan filmi ilan ettiğim, az sonra anlatacağım filme denk geldim.

THE CANYONS
Bu film, Melbourne Underground Film Festivali'nde, "En İyi Senaryo" ödülünü kazanmış. Jüri de haklıdır. Ben de filmi izlemeye karar verirken, Bret Easton Ellis'in adına kandım. Aklıma, "American Psyco" vardı. Filmin neresinden tutsam elimde kaldı. Kötü oyunculuklar mı, saçma sapan devamlılık hataları mı, olmamış gerilim sahneleri mi? Neresini silkeleyeyim, bilemedim. Sanki, bir akşam evde otururken canları sıkılmış ve "Haydi film çekelim, hiç olmadı Lindsay'ın memelerine bakarız." demişler. Lindsay Lohan'ın vücudundaki morlukları kapattıkları "pat" bile yama gibi gözümü tırmalıyordu. Tabu yıkıyor desen, anlattıkları tabu değil. Hollywood eleştirisi desen, değil. Hiç olmayı dahi becerememiş bir "kalkışma" olmaktan öteye gitmez. Kendilerini "kara film" diye tanımlamışlar. Bir adım ileri gidip, "yüz karası" diyorum. Lindsay Lohan ve başrol erkeğin kötü oyunculuğu o kadar kötüydü ki canımı yaktı. Hele filmin bir finali var. Evlerden ırak.. İzlemeyin demiyorum. İzleyin, halinize şükredin.

16:00 seansında filmim yoktu. İstiklal Cafeleri'nde vakit geçirdim. Kibar kibar midye dolma yedim. Tam filme girecekken annem aradı. Ekmek ve sigara bitti, dedi. Bakkalı arayorum hemen getirsin, dedim. Olmaz yürüyemiyorum, dedi. Uzatmadım. Eve geldim. Elbette yürümek ne kelime, ceylan gibi sekiyor. Neyse..  Salı sallanır derler, doğru. Sallandı.


Öyle yani...



.

Hiç yorum yok :