
Kartal açıklarında bakıma alınmış bir kömür tankerinin tepesinde 9 saat geçirdikten sonra hiç uyumadan gidip annemi hastaneden çıkardım. Tanker denilen nanenin üzerinde insan evladının gezineceği tüm alanların inişli çıkışlı olduğunu biliyor muydunuz? Ben bilmiyordum. Hani öyle sülün gibi uzanmış 120 metre tenekenin üzerinde göt kadar bir alanı merdivenlerle kullanılır ve yaşanır hale getirdiklerini sahiden de bilmiyordum. İn aşağı, çık yukarı temposuyla 9 saati deniz üzerinde geçirdim. Yorucu ama öğretici saatlerdi. Uzak yol gemilerinde çalışanların misal aylarca denizde kalıp, tek bir kez bile Kaptan denilen otoriteyle karşılaşmadıklarını, sokakta görseler, 'Lan bak bu bizim Kaptan' diyemeyeceklerini, gemilerde Kaptan Köşkü dışında duvarlarda takvim olmadığını, bütün duvarların yönetmeliklerle dolu olduğunu özellikle de uyuşturucu konusunda ciddi uyarıların ve yaptırımların olduğunu bilmiyordum. Zihnimde cevapsız kalan tek soru, "bu pislik sadece kömür taşıyan bu devasa deniz taşıtına has bir özellik mi?" oldu. Motor bakımı için Kartal açıklarına demir atan bu gemideki sözde yaşam alanlarının ne kadar pis olduğunu size anlatabilmem mümkün değil. 'Herhalde bakımda diye bu kadar pis ortalık' dediğimde mutfakta çalışan gemi personelinden biri, 'Valla abla siz geleceksiniz diye iki gün temizlik yaptık, bu gördüğün en temiz halimiz' diyerek cevap verdi. Daha da kimseciklere soru sormadım.
Önden gidip, ip halatla tırmanmak zorunda kalanlardan şanslıydım, yandan açılan bir merdivenle ulaştım gemiye. Merdivenin altına beyaz bir ağ gerilmiş. Basamaklar kaygan. Merdivenin iki yanında ufka uzanan demir tutacaklar paslı. Ayağım kaysa aşağıda bekleyen balıkçı teknesinin ortasına patlayacağım. Söylene söylene gemini güvertesine vardım. Gemi personeli günü geminin kıçında balık tutarak geçirdi. Akşama kadar istavrit aldılar. Bereketli bir gündü. Kızartırken ikram ettikleri istavritten 2 tane yedim. O kadar yorgundum ki istavrit bile keyifimi yerine getirmedi. Gemi mutfağının kilerimsi bölmesi tepeleme makarna ve hazır çorba paketleriyle doluydu. Dev çaydanlık ocağın üzerinde molasız fokurduyordu. Gemi telsizinden sık sık İngilizce ve Türkçe olarak, "İmralı'nın açığından geçiniz. Demirlemeyiniz." anonsları duyuluyordu. Bizim ekibe doğru gitmeye çalışırken yanlış köşeyi dönünce kendimi gemi personelinin kamaralarının bulunduğu koridorda buldum. Sahiden korkutucu. Boş kamaralardan birinin aralık kapısını itelediğimde odanın pisliğine inanamadım. Tuvaletleri anlatmama gerek bile yok. Bulunduğum gemi Rusya ve İspanya'ya kömür taşıyormuş. Bu durum belki de kömür gemilerine has bir mezbeleliktir.
Gemiyi tahliye etmeye başladığımızda gün doğmuştu. Eve gelip, üzerimi değiştirdim. Bütün giysilerimi makineye atıp en sıcak programda yıkadım. Hırkam düdük gibi oldu ama umurumda değil. Kaynar su eşliğnde saatlerce yıkandım yine de kendimi temizlenmiş hissetmiyorum, o da ayrı mesele... Birkaç saat sonra La Paix'ye gidip annemi hastaneden çıkardım. Eve yerleştirdim. ve kendimi yatağa attım. Bu sabah uyandığımda bütün eklemlerim sızlıyordu. Gün içinde oturup kalkmak, basamak çıkmaya çalışmak eziyet haline geldi. Sahiden de hamlamışım. Deliksiz uyudum dün geceyi ve bu sabahı. Yağmura uyandım. Evden çıkmaya mecalim yok. Bütün gün uyudum desem, yeridir. Kaslarımın ağrısı yarın azalır diye umuyorum. Annem, 18 gün süren tedavi ve mevsim sebebiyle durulmuş görünüyor. Yeni bir atakla karşılaşmadan önce bütün düzenini kurmuş olmayı planlıyorum. Bloga yazma alışkanlığımı kaybetmedim ama hayattan izin alamıyorum.
Böyle yani..
•• yevgenizamyatin / metro 2009
.