Cuma, Eylül 25, 2009

Polina geldi, hoş geldi!


Köpeğimin havlama sesiyle uykudan uyandım. Geçen günlerin birinde de sabaha karşı 03.30'da üst kata pizza getiren şapşal benim zilimi çalmıştı. Bu sefer apartmanı ayağa kaldırıp, o siparişi de sahibine ellerimle yedirmezsem ne olayım! Saate bakıyorum, sabahın dördü. Çüş! Öfkelenmekte de çok haklıyım. Otomatiğe basıp, sokak kapısını açtım. Karanlığın içinde bana doğru bir gölge yaklaştı. Uykudan uyanınca gözlerim hemen ortamı netleyemiyor, biliyorsunuz. Köpeğin sesi hırıltıdan mıyıltıya geçti. Haydaa! Annem karşımda duruyor. Evinin anahtarını kaybetmiş, yedeğini almaya gelmiş. Kapıda bir taksi bekliyor. Anahtarı alıp gidecekmiş. Mahmur zihnim son düzlüğe girmiş gibi bitiş çizgisine akıyor. Sen bu saate kadar neredeydin de evine giremedin? Fazla konuşma da ver şu anahtarı gideyim, diyor. Sesi de sinirli. Kaşları da çatık. Suratı bulanık. Ver anahtarı bırak gitsin değil mi? Ama yok tam aksini yaparak, içeri gir, diyorum. Giriyor. Cüzdanımı alıp, sokak kapısına çıkıyorum. Taksi metre 38 lira yazmış. Taksiciye annemi nereden aldığını soruyorum. İstinye'den aldım abla.

Sabahın dördü ama annem akşam üstü beş çayına hazırlanıyormuş kadar dinç. Tur atıyor evin içinde. Bir süredir zaman kavramını yeniden kaybetti. Manik hali, tavanı delip arşa yükselmiş durumda. İlaçlarını 'pahalı' diye bıraktı. Oysa emekli ve ilaçlarına para vermiyor. "Bu kağıt işime yaramıyor. Eczacı benden para alıyorlar" diyerek kurulun verdiği reçeteyi yırtamaya kalkıştı da, elinden zor aldım. Yalanın bin bir para. Doktoru, "sizi çok sevdim teyze, muayene parası almayacağım" yalanını müteakıben eşantiyon ilaçlar da vermeye başladı. Onları da içmiyor. İçince uykusu geliyormuş. Geçen gün, "Anne kaç tane hap kalmış söyle de doktora uğrayıp yeni kutu alayım." tadında dolaylı bir yoklama yaparken doğru sayıyı söyleyemeyince acaip sinirlendi ve yüzüme telefon kapattı.

Saat beş. Annem evin içinde dolanıp duruyor. Anahtarını, anahtarlığımdan çıkarıp uzatıyorum. Alıp çantasına koyuyor. Yanıma oturuyor. Yarın kilidi değiştirelim, diyorum. Oralı değil. Çantasını kucağına boca etmiş, bir telefon numarası arıyor. Elif'i arayacakmış. Elif kim? Bilmiyorum. İstinye'de ne işin vardı? Polina'ya gittim. Allahım yine mi Polina? Polina, annemin 17 yaşındayken çalıştığı iç çamaşırı atölyesindeki nakışçı kız. Polina, ben çok küçükken oğluyla birlikte Atina'ya taşındı. Hastalığının ilk zamanlarında keklenip, büyük bir hevesle saatlerce bir çay bahçesinde Polina Teyze'yi beklemişliğim de vardır. Elif kim anne? Saatin farkında mısın? Yatıp uyuyalım yarın makul bir saatte ararsın. Duymuyor. Sonunda aradığı numarayı buluyor. Üzerinde cep numarası yazan kağıdı bana uzatıyor. Çevirsene şu numarayı, senin telefonunu kullanmayı beceremiyorum. Dur bu saatte aramayalım, uyumuşlardır.

Cümlemi tamamlayamıyorum. Annemin gözlerinden alev fırlıyor. Azarlamaya başlıyor beni. Ama ne azar! 35 sene geriye gidiyoruz. Az sonra insafsız bir dayağı başlatacak o ilk tokatı vurmaya hazırlanan annemi görüyorum karşımda. Eskiden de dayağa başlamadan önce tıpkı şu anda yaptığı gibi burnumun dibine kadar girer, gözlerinden deli alevler saçarak konuşurdu. Saçma sapan küfürler savuruyor bir eli havada. Anne sakin ol, vuracak mısın bana? diyorum. Karışma bana. Senin yüzünden bu hale geldim. Doğurmasaydım keşke seni. Ama dur ben sana öyle bir oyun edeceğim ki ömrün boyunca unutamayacaksın. Sıralı, sırasız ama bildik cümleler. Etmediği oyun kaldı sanıyor, yazık. Nasıl davranacağımı, bu kontrolsüz öfke anını nasıl savuşturacağımı tartmaya çalışırken köpek hırlamaya başlıyor. Ağzından tükürükler saçan yaşlı annemin dikkati bölünüyor. "Sus bakiim bu saatte havlanmaz", diyerek ilgisini köpeğe çeviriyor. Karambolden yararlanıp odadan çıkıyorum.

Sessizlik. Evin içinde hiç bitmeyen bir sessizlik var. Çaydanlığa su koyuyorum. Çocuk doğurduğu için duyduğu pişmanlığın, yaşadıklarının tek sorumlusu olarak ilan edilişimin kaçıncı yıldönümüdür artık ben de hatırlamıyorum. Bütün çocukluğum bu pişmanlığın her vesileyle yüzüme vurulmasıyla geçti. Her dayağın acı sosu, bu pişmanlık cümleleri olurdu. Eskisi kadar etkilenmiyorum. Annemle birlikte yaşamayı denediğim zamanlarda hastalığı manik seyre girdiğinde öfkesinin bana yönelmesine, depresif seyre geçtiğinde de geceleri uyandığımda baş ucumda otururken bulmaya alışkınım. Bu eziyete ve gerginliğe sadece sekiz ay dayanabildim ve sonunda kaçtım. Doktoru inanmıyor ama, annemin beni üzerek bir tür rahatlama yaşadığından adım gibi eminim. Bu teşhisimi kanıtlayacak yüzlerce olay yaşadım son on yıl içinde. Yine aynı şey oluyor. Mutfakta ağlıyorum. Annem, hiçbir şey olmamış gibi en manik sesiyle, neşe içinde gelip beni öpüyor ve kapıyı çekip gidiyor. Dur taksi çağırsaydım! Yürümek istiyorum, hava alacağım!

Günlerin neler getireceğini, hem de ışık hızıyla kapıma neler bırakacağını tahmin etmek hiç de zor değil. Kaçınılmaz son yaklaşıyor. Hazırlıklı olmak lazım...


.







••
Yevgenizamyatin- Eylül 2009 Tozeur/Tunus

3 yorum :

tuba dedi ki...

Sevgili Ranini,

Ne desem boş.. zaten nefret ediyorum kuramadığım kifayetsiz, teselli cümlelerimden..

yaşayan bilir, der giderim..

tuba

gezentimezenti dedi ki...

Delirmemek elde değil :S Allah sabır versin ranini.

Adsız dedi ki...

Fotoya bayildim onu soylemek istedim