Çarşamba, Ekim 29, 2008

FİLDİŞİ TARAK




Sararmış bir tarak. İnce ve sık dişleri var. Sırt sırta dizilmiş, birbirine küs kardeşler gibi. Gümüş bir hamam tasının içinde duruyor. Damarları ellerinin derisini delecekmiş gibi duruyor. Uzun ve düzgün parmaklarının arasında tuttuğu bu sararmış fildişi tarağı önce tasın içindeki gaza batırıyor sonra saçlarımı tarıyor. Uzun saçlarımı. Çünkü bitlendim. Yani tam bitlenmedim de, kafamda sirke buldular. "Hep o bitliler yüzünden!" diye söyleniyor ananem, "Kaç kere söyledim, oynamayasın?" Annemin sorularını cevapsız bırakmam gerektiğini biliyorum. Tecrübesi, dayakla sabit. Ananeme cevap vermek serbest, o beni dövmez. Yine de cevaplarım bacaklarının arasında boğuluyor. Yüzükoyun gömülmüşüm kucağına. Saçlarım kucağından yere sarkıyor. Küçük küçük prensler düşlüyorum, Liliput'tan kaçmak için saçlarıma tırmanan. Rapunzel'i yeni okumuş olmalıyım. Fildişi tarak derimi yüzüyor. Ağlıyorum. Canım yanıyor. Ağlarken uyuyakalıyorum. Babam eve gelince ananemin derisinden kemer yapıyor kendisine. Babamı konyakçı suretinde görüyorum rüyamda. O zamanlar da doğru yorumlayamıyorum rüyalarımı.

Kenarı mekik oyalı, havalı, beyaz bir tülbentle çıkıyorum babamın karşısına. "Hadi bakalım, hacca da gitcen mi?" diye soruyor. "Bitlendim ben!" diye ağlıyorum. "Bit değil onlar, sirke" diye düzeltiyor ananem. Hacca gitmek ne demek bilmiyorum. Sormaya vakit de bulamıyorum. Babam, Mehmet Abi'yle gelmiş, iş dönüşünde eve. Oyun arkadaşım benim. "Vaaay sirke!" diyor. Adım, Sirke kalıyor. "Hadi ordan.. Turşu!" diyorum. Onun da adı, Turşu kalıyor. oh işte!.

Günün birinde Turşu, çalışmak için Arabistan'a gidiveriyor. Babam, kocaman ve sararmış bir haritada Arabistan'ı gösteriyor bana. İstanbul'dan karışlayarak ölçüyorum, gerçekten uzak. Turşu uzaklara gidiyor. Hayatta kalmak her zaman zor. Öyle diyor babam. Mektup arkadaşım oluyor Turşu. "Kapıyı açıyorum, sanki Menekşe plajındayım, her yer sarı sarı kum.."diye, dertleniyor her satırda. Kenar süsü olarak başına örtü sarılmış bıyıklı bir adamın fotoğraflarının basılı olduğu kağıtlara yazıyor mektuplarını. Çöpçülük yapıyor. Çok para kazanıyor. Çok para ne demek, biliyorum. Ne işini seviyor, ne de kumlu sokakları. Zaten ikinci mektubuma cevap bile vermeden geri dönüyor, bildiği sokaklarına. "Açlıktan öl, ama asortin sarsılmasın sakın.. Pavyon kapısında sabaha kadar sarhoş bekle!" diyerek, kızıyor, çok azarlıyor babam Turşu'yu. Hiç vazgeçmez babam. Biliyorum. Bir tek bana kızmaz. Unutmuyorum. Babam ve Turşu akşamları mutfak kapısını kapatıp, o ağır dumanlı sigaralarını içmeye devam ediyorlar. Babam, tanımadığım insanlara o sigaraların aslında esrar olduğundan bahsetmemi çoktan yasakladı. İlkokul ikinci sınıfa gidiyorum. Onlar kapalı mutfak kapısının arkasında kahkahalarla gülerken ben, yasakların can sıkıcılığını ezberleyip; hep susmayı, az anlatmayı ve hiç şikayet etmemeyi öğreniyorum. Büyüyorum.

Yoldan geçen bir taksiyi durdurup, biniyorum. Bu sabah da durakta araba yok. Taksici, dikiz aynasından bakıyor, ilk virajı döndüğümüzde. " Tanıdın mı beni Sirke?" diyor. Gülümseyişinden tanıyorum. Ön dişlerinin altın kaplaması matlaşmış ama, gözleri hala yemyeşil parlıyor. Saçları bembeyaz olmuş. Altın Diş Fevzi Abi'yi tanıyorum. Babamın durak arkadaşı. Ağır ağır gidiyor kısacık yolu. Sigaramdan bir nefes daha alamıyorum. Saygıdan olmalı. Elimde küçülüyor sigara, kültablasına da atamıyorum. Babamın cenazesiyle ilgili birkaç anekdot anlatıyor, gülüyoruz. Cenazede de çok gülmüştük. O, gözünü son kez yumduktan sonra da gülmüştüm, sabaha kadar. Ne garip..

"Turşu da öldü biliyor musun?" Öylesine, sıradan bir cümle gibi söylüyor. "Babandan iki ay sonra, Turşu da gitti.." diyor. Kendi griliğine boğulmuş, kendi içinde kaybolup gitmiş kaç cümle daha kuruyor, duymuyorum. Arabadan inip, yolun kenarına dikilip, avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum. Bağırmıyorum.


Turşuuuuuuuuuuuuuuuuuuu!





.
•• Vedat Ozan

5 yorum :

Anonymous dedi ki...

Firindan yeni cikmis taze somun gibi sicakligi, kokusu, tadi var yazdiklarinin. Ve bir de hacmi! Bir bicimde okuyanin aklinda, yureginde evini kuruyor; idrakinin, aklinin, kalbinin cesametine oranla... Dilerim; nerede ve nasil ve ne kadar ve ne bicimde dilerse artik gonlun, ille de yazmayi surdurmelisin! Yazicaksin belli, yazicaksin caresi yok! Cunku 'o' seni coktan secmis... Lazim gelirse Tursu'yu da oynamak boynumun borcu, keyfime keder olsun... Iyi ki varsin!
amt

Smoking kills dedi ki...

@amt

iyi ki siz de varsınız :)


faruk

whatdreamsmaycome dedi ki...

sozlukte de yazdigim gibi, degme yazara tas cikartan bir dilin ve o dilinin de acayip bir surukleyiciligi var..

sen aslinda bunlari derleyip yayinevleriyle gorussen ya..

ranini dedi ki...

yazarak da kusulur. yazarak kusar kimi insan içindekileri. tekme tokat, sille kötek yazarsın. ilk cümlede sobelersin üzüntüyü. sevgiyi de. kusar rahat edersin. uzaklaşır alay edersin. senin değilmiş gibi yaptığın bir oyundur.

yazarsın, kusarsın. izle dur, topla biriktir. olay hayatta geçiyor. tashihler almış başını gidiyor, kalem hâlâ hurufat peşinde! dize dur ah ve kamları, birbiri peşi sıra. yetti gayrı in aşağı şimdi, onca zahiri arasında kendini ara.

yazarak da kusulur. umursuz bir kaya gibi dikilir harfler önünde. gölgeleriyle, koyaklarıyla, uyaklarıyla dizersin kelimeleri peşpeşe. eteğiydi doruğuydu cümlenin bakmazsın. yalındı, yalçındı kaçınmazsın. uyaktı, makamdı aramazsın. kalbin ağzından daha bozuktur. sadece kusarsın. çaresizliğini de...

yazarak da kusulur. vız mı gelir hiç, elalem ne der demezsin. okuyan ne düşünür, ne kaynatır demez yazarsın. ne me lazım, bilmesin kimse galata'da yokuşu çıkarken bulduğum parayı, köprüden aşağıya sadece olta mı sarkıttığımı, gönlümü kime kaptırdığımı, kimin arkasından gözyaşıyla baktığımı demez, yazarsın.

yazarak da kusulur..
yazanın gözyaşlarıdır
okuyanın gözlerinden dökülenler

böyle yani..

neden yazıyorum ya da neden yazamıyorum belki anlaşılmıştır..

iyi ki varsınız: )

Smoking kills dedi ki...

"yaz!" dedikçe, kaçıyorsun. pes ettim ben. yazma!