Pazar, Kasım 24, 2013

Kayıp: Senden hoşlandığımın farkında mısın?


Bütün bir haftayı, tam olarak VF Avrasya Maratonu'ndan itibaren hasta ve öksürüklü geçirdim. Nevazil çok şükür. Kafamı yastıktan kaldıramadığım anlar oldu. İlk defa bir yazıyı bu kadar geciktiriyorum. Aslında Kayıp hakkında belki de son kez bu blogda yorum okuyacaksınız. Pazartesi yayınlanacak bölümden sonra artık Kayıp yorumlarını -elbette kısmetse- Ekranella'da yayınlayacağım. Yeni bir macera daha.. İnsan ne ister şu hayattan? Yeni yolculuklara çıkacak, koşturacak, her dem öğrenecek gücün olsun gerisi Şam'da ballı börek!

Dokuzuncu bölüm benim için en özel Kayıp bölümlerden biri oldu çünkü seti ziyaretine gittim. Anlayacağınız henüz siz televizyonda izlemeden çok önce bölümün -bence- kilit sahnelerinden bazılarını izlemiştim. Evvelce de set ziyaretleri yapmıştım, blog takipçileri hatırlar. Bu sefer biraz daha özel ve heyecanlı oldu. Set detaylarını, oyuncularla, yönetmen Zeynep Günay Tan ve ekibiyle sohbetimizi uzun uzun Ekranella'da anlatacağım. Kısmetse, bu hafta. Lafı uzatmadan konumuza gelirsek, geçen bölüm kaldığımız nokta hikaye için oldukça kilit ve heyecanlı bir andı. Mehmet, Hasan Deliorman'ın evini gözlüyordu. Kapıdan içeri Feridun girdi. Elbette neler olup bittiğini öğrenemedik, Mehmet'in görüntüsü kesildi ya da eve kamera döşediğini birileri tarafından Hasan ya da Feridun uyarıldı ve görüntü taammüden engellendi. Her ne olduysa oldu, Feridun ve Hasan bağlantısının detaylarını öğrenemedik. Feridun'a inanacaksak, Hasan'ı tehdit edip torununun yerini söyletmeye gitti. Çekilen sahne de bu beyanı doğruladı. Ama her zaman çekilen sahneye güven olmaz. Altından başka arızalar da çıkabilir.


APTAL KUTUSUNUN SON DEMLERİ
Görüntü kesilince öfke krizi geçiren Mehmet'ten korkmadım desem, yalan olur. Yavaş atın tekmesi pek olur, derler eskiler. Haklılar. Mehmet bu bölümde 'Ayağıma basma kalbini kırarım!' mesajı verir gibi öfkesini gösterdi. Belki de ilk defa.. Hemen baştan söylemek istiyorum bu bölümde Fahri'nin uyarısıyla Falko'nun Kerem'e aldiğı kıyafetleri görünce, "Aha, fragmanda patlamış devamlılık, tüh!" dedim. O kadar kendimden emindim, var gerisini sen düşün. Bölüm finali beni de 180 derece ters köşeye yatırdı. Ekran karşısında ağzım açık halde dakikalarca durdum. Hâlâ şaşkınım. Hikâye için sert bir dönemeç. Bakalım nasıl atlatacaklar. Mehmet'in pıt diye ailesini şehir dışına yollamasına benzemez elbet. Bu bölümde beni rahatsız eden hikâye defoları vardı. Leyla'nın Yunus Efendi'den kâm alarak Çatalca civarındaki köyleri tek tek gezivermesi ve sonunda oğlunu bulmasını seyirci algısını zorlamak olarak kabul etsem de hoş karşıladım. Hikaye her durumu cümle cümle söylemiyor, bir kısmını da seyircinin görsel hafızanına anlatıyorlar. Yemek tarifi verirken "göz kararı" demek gibisine.. Bu sahneyi de başarılı bir algı genişletme denemesi olarak yorumlayıp, kabul ettim. Aptal kutusunun son demlerini yaşıyoruz. Tembellik devri bitiyor Ey Seyirci! Hazır ol. Üstelik gerçek hayatta da bu tür, "Ulan bunu bir diziye yazsan izleyenler kıçıyla güler," anlarıyla dolu değil mi? Bende tonla böyle yaşanmış an var ve o yüzden çok rahatsız olmadım hikayenin bu hızlandırılmış kurgusundan. Üstelik de güzel çekilmişti Leyla'nın oğlunu gördüğü sahneler ve zevk bile aldım, "bakalım gelecek bölümü nasıl bağlayacaklar?" merakım yüzünden.

Özlem'in Kemal'in elinden cinayeti gösteren görüntü kaydını barındıran CD'yi almasını da iyi kotarılmış sahneler arasına yazdım. Doğalında gelişti. Özlem bir zamanlar sevdiği adamın katil çıkmasına çok da şaşırmadı. Geçen bölüm de söylemiştim, Bilal'in canını almak Kemal için ilk değil. Bu kez ateşe elini uzatmak zorunda kaldı ve yandı. Özlem CD'yi bir tür garanti gibi algılayacağını ve Kemal'i hayatından uzak tutmak için kullanacağını da beyan etti. Doğum gününü kutlamak için Mehmet'i evine davet etmesi, Kemal'in baskın yapması, Mehmet ile burun buruna kalması, Özlem'le Mehmet'in yakınlaşmalarını izlemesi güzel sahnelerdi. Özlem, Kemal'i asla satmayacak. Ama acı çekmesini sağlamak için her fırsatı değerlendirecek. Belli oldu. Özlem'in evindeki sahnelerle ilgili bıraksan sabaha kadar anlatırım da, yerim dar. Neyse.. Falko cephesinde pek bir hareket yok. Gemide kadın uğursuzluktur demiştim. Dora yüzünden ilk tartışmalar yaşandı. Bu bölümde bir ablası olduğunu öğrendik. Öz ablası mı yoksa analığına mı abla diyor henüz onu öğrenme şansına erişemedik ama, eli kulağındadır. Şimdi Dora'nın hedef değiştirip, Falko'nun koynuna girmeyi denemesi lazım. O temas hikayenin geçmişi açısından önemli. Hayatta kalmak için koynuna girmeyi göze alan kadın, Falko'da bazı anıları canlandırabilir ve bize geçmişi, kurguladığı intikam planlarıyla ilgili önemli ipuçları vermesini sağlayabilir. Güzel de olur. Beklemedeyiz.


MEKTUP YAZMAMIŞ NESİLE AŞİNA DEĞİLİZ
Gelelim bu bölümde beni fazlasıyla rahatsız eden temel meseleye. Ustalar der ki, "Eğer iyi yazılırsa, seyircinin inanmayacağı tek bir cümle yoktur. Seyirci bir çocuk masumiyetiyle inanmaya hazır olarak oturur yazdığın hikayeyi izlemeye. Sen çelme takmazsan da inanır." Bu cümleyi tam bu şekliyle olmasa da pek çok 'Usta'dan bizzat duydum/ duyduk. Öykü sahibi Sayın irfan Şahin yaşını başını almış, evvelce polis olarak görev yapmış, hayat bilen bir adam, koy kenara. Yönetmen, hayatta tanıyıp tanıyabileceğiniz en mükemmel "an koleksiyoncusu", bunu da koy kenara. Ancak senaryo sahibi Elif Usman 1981 doğumlu genç bir insan. Aklı baliğ olduğunda 'mektup yazmak' çoktan tarih olmuştu, kabul. Elmas, 30 yaşında genç kız mı kocasının üstelik ilk yıllarda mektuplaştıkları halde el yazısını tanımasın? Bu durumu gargara yapmamı, inanmışı oynamamı bekleyerek, seyirci olarak hikâyenize verdiğim değeri, emeği küçümsediğiniz ve dahi hiç ettiğiniz için kırgınım. Elif Usman bu sahneyi yazar elbette, yaşı yetmiyor bazı hayat bilgilerini biriktirmeye ve belli ki hayatında hiç mektup yazmamış. Ama önüne senaryo geldiğinde Zeynep Günay Tan'ın da, İrfan Şahin'in de bu durumu atlamaması es geçmemesi lazımdı. En başında, her şeyin başından bahsediyorum. Oraya mutlaka başka bir çözüm bulmak için tüm olanaklar zorlanmalıydı. Elbette yayın esnasında iki bölüm sonrasına çalışırken bu konuda alınacak tedbir pek yok. Kusura bakmayın arkadaşlar, iki satır da kaleme almış olsa üzerinden BİN sene geçse, kocamın el yazısını şıp diye tanırım.

Şimdi Kadir babasının kenarda köşede kalmış birkaç cümlesini bulacak da mektubu babasının yazmadığını anlayacak. Aman ne güzel.. Affedilemez bir geçiştirmeydi, çok üzülerek koydum kenara. Sadece ve sadece geçmiş bölümlerden birine tek bir sahnede bile olsa Elmas, Bilal'in başka kadınlarla olan ilişkisinden dert yansaydı. Tek bir cümle kurulsaydı. Tek bir sahnede Bilal'i bir kadınla uzaktan BİZ görseydik. Elmas o zaman zaten bu ortadan kayboluşu, şimdi anlattığı gibi "Gitti karının biriyle gönül eğlendiriyor," olarak yorumlardı ve İNANIRDIK. Zor değildi o sosyal seviyedeki kadınların ruh halini anlamamız ve empati kurmamız. Zaten de aynı şeyleri yazmışsınız. Mektup safsatasından doğacak saçmalık için çok daha kolay ve doğal bir çözüm olurdu. Bilal'i karısına sadık bir koca yaparak ne kazandınız? Hiç. Aksine mektup "kolaycılığı" ile benden puan kaybettiniz. "Bilalimin yazısı değilmiş buuu.. Ay ne bileyim ayol yıılardır tek satır yazdığı mı var? Ama ozman kim yazdı bu mektubuuu?" safsatasıyla çözülecek düğümün kalitesini/ kurgusunu artırmak değil midir, iyi senaristin baş vazifesi? Kendine engeller çıkarıp, o engelleri aşmak değil midir? Bu gafı YÜZ yıl anlatırım. Hata görmezden gelinir ama kolaycılık sevmediğim bir hâl, kimse kusura bakmasın. Şimdi izleyici olarak beni de, o mektubu yazıp durumu kurtarmaya çalışan karakteri de APTAL yerine koydunuz. Elbette bütün bunları söylerken Falko'nun Bilal'e mektubu zorla yazdırma ihtimalini kenara koyuyorum. Eğer mektubu Falko zorla (Neden yapacaksa? Falko'nun işine gelir Kemal'in darda kalması da, mektup kurgu çıksın, polis delil olarak yakalasın diye kurgulaması burdan Fizan'a beyhude bayrak çekmek olur) yazdırdıysa herkesin içinde yazarlardan özür dilerim. Hoş öyle olsa Elmas, telaşla sette eklenmiş gibi duran cümleler kurmazdı kocasının yazmazlığı hakkında..


KİM DAHA APTAL?
Basiretsiz Kemal, babası Özlem hakkında "ortadan kaldırmak" cümlesini sarf ettiğinde "saçmalama" demenin ötesine geçemedi. Kaan Taşaner'in muhtemelen oyuncu refleksiyle sahneye eklediği sigorta mahiyetli eklemeleri yok sayıyorum çünkü hikayeciyi eleştiriyorum. Kemal elini masaya vurup, "ona dokunursan kırarım boynuzunu baba!" diyemedi ama sonradan sözde kızı kurtarmak için koştura koştura evine gitti. Bu ne perhiz, demeyin. Senaryo gereği Mehmet ve Özlem'i o halde görmeliydi. Özlem'i kaybettiğini anlamalıydı ve ölümüne korkmalıydı, kalbi kırık kadının intikamından. Kemal'e tek bir an yaşatmak için karakteri kırmak, dökmek.. Gerisi gelmezse bu sahne de nazarımda özensizlik hanesine kafadan yazılır. Sizce Falko'nun -artık o gösterişli sahne fikri kimin hoşuna gittiyse- eline ilacın adını yazıp eczaneye yollayan ve bunun bir bedeli olmayacağına inanan Dora mı aptal, biz mi? Falko'nun da fena halde oyun eksiği vardı o sahneyi hepten topallattı ama, girmeyeceğim bile. Reji ve oyunculuklar şahane de, yazmayınca bazı sakatlıklar armut gibi patlıyor seyircinin zihninde. Ne yazık ki..

Özlem'in, "Senden hoşlandığımın farkındasın değil mi?" sorusuna ergen oğlan gibi afallayan şaşkın Mehmet'in derdini izah edeyim. Daha önce kaç kez romantik pozisyonlara girmiş, öpüşmenin kıyısından dönmüş, Özlem'in baygın bakışları ve gülüşleriyle muhatap olmuş yetişkin ve sağlıklı bir erkek elbette bir kadının kendisinden hoşlanıp hoşlanmadığını bilir, Elif Ablacım. Aksi mümkün mü? Tavuk mu besliyor bu adam? Bu soruyu sordurmak için nasıl da yanlış bir an seçilmiş. Yatakta, göğüs altına sıkıştırılmış çarşaflar eşliğinde sorulsa hiç değilse şaka gibisine olurdu da gülerdik hep birlikte daha anlamlı ve hoş olurdu. Ancak Mete Horozoğlu gibi hikaye koklama refleksi üst düzeyde gelişmiş oyuncular bazen durumu kurtarmak için araya sigorta yorumlar eklerler. O sahnede de tam olarak şu oynandı: Mehmet tam o ana kadar, gece başını yastığa koyduğunda kendi kendine "Valla güzel kadın, uyarına gelirse, vakit bulursam, kafam boş olursa, acımam" tadında izah ettiği durumun ötesini gördü. Özlem ile arasında olacakların fena halde tutkulu bir sevişme değil, yakıcı bir AŞK olacağını anladı. Afallaması ondan. Korktu. Yiğitliğe bok sürdürmediğine bakmayın. Özlem'in taammüden üzerine yürümesinden hoşlansa da, ölümüne korktu. Ve o anın şaşkınlığını oynadı. Ben de şapka çıkardım. Korkar elbette. Mehmet 40 yaşına kadar yalnız kalmış bir adam. Geçmişini ısrarla bizden saklıyor ama gönül defterinin can kırıklarıyla dolu olmadığını kim iddia edebilir? Ben edemem, üşenmezse senaristimiz de..

Daha da fazla devam etmeyeceğim güve deliklerini anlatmaya.. Finale ne kadar şaşırdığımı ve beni ters köşeye yatırdığını ilk başta söylemiştim. Hasan, "Benden bu kadar," dedi. Bu bir şaşırtmaca olabilir mi? Sanmıyorum. Hasan karısını ölüme nispeten temiz bir vicdanla yolculamak istiyor ve bence beyanında samimi. Gerçi Falko ile konuşurken arkasına dönüp tam da kameraya bakmasından kıllanmadım da değil. Merakla yarın geceyi bekliyorum. Bütün ekibin gönlüne bereket!

Öyle işte..
R



.




2 yorum :

erayda dedi ki...

Blog çok mu "kayıp" oldu. Şu dizi yayından kaldırılsa da eski haline dönse. Bencilim, henüz bir kedi kadar değil.

ranini dedi ki...

@erayda
sabret, haftaya ekranella açılınca artık blogda dizi yazmayacağım:))