Pazartesi, Kasım 09, 2009

Skype Test Call


Ne çok ranini var ortalıkta ki hiç biri ben değilim. New York ile irtibata geçebilmek için bu sabah 'skype' denilen programı kurmaya çalıştım. Yükledim. Fakat gel gör ki kullanıcı adı almakta bu kadar zorlanacağımı tahmin bile edemezdim. Müstear ismimden geçtim, gerçek adımı ve soyadımı bile alamadım. Sonunda uyduruk bir isim kullanmak zorunda kaldım. "ranini4587696744" ya da "rabia 2009" gibi uzak ara klon bir isim kullanmayı da gururuma yediremedim. Skype'da beni bulmaya çalışan arkadaşım, 'var burda bi ranini sen misin?' dediğinde de 'ben değilim, kim o yahu!' diye sinir bile yaptım. Ne kadar benimsemişim mahlasımı farkında olmadan. Vesileyle de duyurayım, skype kanalıyla bulacağınız "ranini"lerin ne yazık ki hiçbiri ben değilim. Neyse...

Teknoloji benim de boyumu aşmak üzere. Evvelce de sanal hayatın insanı yalnızlaştırdığınından dem vurmuştum. Sanal Market alışverişlerine de alıştım. Torba taşıma eziyetini ortadan kaldırıyor. İnternetten gazete okumaya, yemek sipariş etmeye, konuşmaya tam gaz alışıyorum galiba. Ip Tv ihalesi yapılmıştı geçtiğimiz aylarda, o da yaygınlaşmaya başlarsa artık anında izleme yapmaya gerek kalmayacak. Paralı kanallarda olduğu gibi bilmem hangi günün, filanca programına ulaşıp izlememiz mümkün olacak. Benim yaşıtlarımın teknoloji ile barışabilmeyi becermesi de kutlanası bir durumdur. Belki de sadece benim için kutlanası bir durum. Almancı kız çocukları yaz aylarında memlekete, mahalle sokaklarına döndüklerinde televizyonda oynayan bir çizgi filmi kayıt edip, istedikleri zaman kaset gibi takıp izlediklerini anlattıklarında dalga geçer, inanmazdık. Deli ya da yalancı bellemiştik onları.

Onu da geçtim. 1990 senesinde araç telefonları denilen alet yaygın kullanımdayken, görmüş, bilmiş, kullanmışken üstelik, bir Amerikan firmasının ihalesine girerek cep telefonu denilen o küçücük kablo bağlantısı olmaksızın serbest dolaşarak aynı telsiz telefonlarımız gibi konuşabileceğimiz aleti Türkiye'ye getirmeye çalıştığını anlatan bir iş adamı arkadaşımıza götümüzle güldüğümüzü hatırlıyorum. Gülmeyin, gerçek bir hikayedir bu. Hoş, biz 'Alo beni ara beni' projesini getirip önümüze koyana da gülmüştük, reklam vermek istiyordu, 'parası bolsa bize ne' diyerek reklamlarını yayınlamaya başlamıştık. Adam o 'Alo' diyerek açtığı yoldan, bünyesinde üniversite bile olan bir zincire bağladı kendini. Biz de 'ön görüsüz faniler' damgasını yedik, oturduk. Zekeriyaköy islah ve itlaf edilirken, 'hadi lan ordan ev mi alınır kurtlar yer oğlum sizi' diyen de, Asos'ta iskelenin karşısındaki araziyi bize 5 çamaşır makinesi parasına satmak için didinen Mehmet Amca'yı da ciddiye almayan benim, orası ayrı.

Oysa 'teleks' denilen aleti kullanırken, 'renk ayrımı' makinesini bilirken, gazetenin sayfalarının artık matriksle gitmesine gerek kalmadığını, bilgisayar sayesinde 'tık' diye İzmir Büro'ya gönderdiklerini gördüğümde hele de photoshop'un büyülü dünyasıyla tanıştığımda hiçbir teknolojik gelişmeye şaşırmamaya karar vermiştim. Zaman geçtikçe, yaşlanıp şaşırmaya devam ettikçe annemin Digitürk kumandasına elini süremeyişinin sebeplerini daha iyi anlıyorum. Işınlanma denilen nane gerçekleşip yaygınlaşmadan gözümü kapatmak istemiyorum. Fazla mı abarttım?

Böyle yani..







••
Fotoğraf söz konusu firmanın resmi web sitesinden alınmıştır.

.

3 yorum :

herhangi biri dedi ki...

haha, nereye isinlanmak isterdiniz diye sorayim :)

Adsız dedi ki...

O zaman sağlıklı beslenme ve egzersize hemen başla. :)

Adsız dedi ki...

herşeyin bi sınırı var, ranini. kendini insan diye tanımlıyan hayvanın ışınlamayı/ışınlanmayı beceremeden bu bu dünyadan defolup gideceğini düşünüyorum. hadi umut ediyorum diyelim..