Çarşamba, Kasım 04, 2009

Biz bize kaldık..


Haftalardır koşturuyorum. Vakitsizim. Keyfim gıcır sayılır. Sağlığım nasıl derseniz, misal midem henüz geleneksel ve mevsimsel atağına başlamadı. Zımba gibi değilsem de, iyiyim. Sokakları sel götürürken burnumu bile çıkarmadan çalışıyorum. Annem de fena sayılmaz. Hastaneden çıktığı günün ertesi, "Ay ben bunların hangisini, hangi zamanda içecektim ki?" tadında bir edayla beni aradığında, "Ay valla ben de bilmiyorum ki takma kafana karıstırırsan yatırırız seni Erenköy'e orada içirirler." dedim, ertesi gün itibariyle geri bastı. Günde üç kere arayıp, ' hapımı içtim' diyerek tekmil veriyor. Nereye koşturuyorsam, koltuğa uzanıp televizyon bile izleyemiyorum. Haddizatında televizyonla ilişkimi kestim sayılır. Hiçbir diziyi ve programı izleyemiyorum. Ali Murat'ın atını gördüm dün göz ucuyla. Mübarek ne heybetli bir hayvanmış, hayran kaldım. Atın adını bilen varsa, yorum kutusuna bırakıversin sevabına. Anlaşılacağı üzere dizilere fragman boyutunda takılabiliyorum. Ne başladı ne bitti, bilmez oldum. Hoş, yazmadıktan sonra izlemenin de tadı kaçıyormuş. Allah da biliyor ya, bu süre içinde bir tek yaradana sığınıp "Nefes"e bi giresim geldiydi. Dizinin ilk bölümü oynarken ellerim kamaştı ama, tuttum kendimi, yazmadım.

Eskiden de televizyon izlemezdim. Eskiye döndüm. Günlerce kapatmadığım, önünden kalkmadığım televizyonu yine izleyemiyorum. Ne garip! Bu kadar yoğun olarak ekran eleştirisi yapmak nereden mi aklıma gelmişti? Billahi boşluktan. Eskiden beri izlediğim dizilerle ilgili eleştirilerimi Ekşi Sözlük'e yazardım. Sonra bir sabah evsiz yurtsuz, işsiz güçsüz kalınca tutunacak bir meşgale aradım. Evimi kapatıp, anneme taşınmıştım. Misafir gibi eğreti durduğum evin içinde kendime yakın hissettiğim, aidiyet duygumu körükleyen tek şey bilgisayarımdı. Cam bir masanın önünde duran siyah deriden müdür koltuğuna oturup, bilgisayarıma bakıyordum. Sağ tarafımda durmaksızın kakafoni üreten televizyonla barışabilmek, kaldırıp dördüncü kattan aşağıya atmamak ve ruhumu kurtarabilmek için dinleyerek dizi eleştirisi yazmaya başladım. Her gün, prime time, off prime time demeden dinledim, izledim ve yazdım. Aklımı kaybetmediysem, bugün ayakta durabiliyorsam hepsini bloga ve blogun açtığı yola borçluyum. Blogun takip edilir hale gelmesi Ekşi Sözlük vasıtasıyla oldu, inkar edemem. Cihangir mekanlarında müstear ismime düzülen küfürler gibi, övgüleri de duydum. Mutlu oldum. Sadece kelimelerimle haşır neşir olduğu için yüzümü hiç bilmeyen insanların sevgisine mazhar oldum. Az şey mi kazandırmış bu blog bana?

Dışardan içeri bakarken de eleştiri yazmak zordu, içeri girdikçe daha da zorlaştı. Laf aramızda, vakit buldukça dizi eleştirisi yapan sanal ortamlara bakıyorum da emekli olup ekran eleştirisi yapmaktan vazgeçtiğim için sahici okurlar adına üzülüyorum. Tevazu gösteremeyeceğim, kimse kusura bakmasın. Ekran eleştirisi yapmak sağlam bir adalet duygusu istiyor, en azından benim için tek ve yeterli şart budur. İçeri girdikçe adil davranmanız dışında okurun sizin adil olduğunuza olan inancı daha büyük önem kazanıyor. Ekşi Sözlük ve blogdaki söyleşiler sebebiyle içeriden tanışlar çoğaldıkça, eleştiri yazmak da yük haline gelmeye başlamıştı. Her ne sebeple olursa olsun, bazı işleri eleştirip, bazılarını görmezden gelmek eşekliğin dik alası değildi de neydi? Vazgeçme kararını almadan birkaç gün önce Ahmet Mümtaz Taylan'la yaptığımız söyleşinin iki cümlesi kulaklarımda uğuldamaya başladı: "Eleştirinin varlık sebebi ürüne katkı sağlamaktır. Ancak eleştiren de, o ürünün parçası olmanın yarattığı ışıltının gözünü kamaştırmasına engel olmalı." Sonunda geldiğim noktadan az biraz daha ileri gidersem, ışıltının sahiden gözümü kamaştıracağını ve duvara toslayacağımı biliyordum. Hatta itiraf etmeliyim ki -negatif eleştiri puan toplayıp, alkış aldığı için olsa gerek- ne izlesem beğenmez hale gelmiştim. Durdum.

Velhasılıkelam eskisi kadar kalabalık değiliz. Azaldık. Biz bize kaldık. Önceleri ben de bloga düzenli olarak yazamayacağımdan korktum. Ne yazacağımı bulamamaktan korktum. Şimdi korkum geçti. Yazamadığımdan değil, vakitsizlikten mola alıyorum. Gün içinde birkaç kez kendimi "Ah şunu bloga yazmam lazım" derken yakalıyorum. Bakıyorum üzerinden üç gün geçmiş, vakit bulup yazamamışım. Yakında blog yazılarına da diğer işler gibi günün belli bir saatini yeniden ayıracağım ama önce elimdeki işi atmam lazım.

Böyle yani..



•• yevgenizamyatin / unkapanı, 2009

.

21 yorum :

drazen dedi ki...

Yazmıyosak da okuyoruz hala ranini :) Ha bana içimi dökücek yer kalmadı; o kötü :)

Ice-Man dedi ki...

Her ne sebeple olursa olsun, televizyon izleyemiyor olmanız tam isabet olmuş.Bu durum daim olsun dilerim:)

Aşağıya doğru yazılara eklediğiniz fotoğraflara baktım, hemen hepsinde karanlık var.Bilinçli bir tercih mi? yoksa basit bir tesadüf mü?

İletişim kısmındaki adres kullanılır durumda mı, yoksa usulen mi duruyor orda?

Yazınızı beğeni ile okudum.
Az olsun, öz olsun.
Kolaylıklar dilerim.

ranini dedi ki...

dök içini sen :)) yayımlarım döküntülerini: )

ranini dedi ki...

@ice man

basit bir tesadüf :)

adres kullanılır durumda ama benim o adrese düzenli olarak bakma alışkanlığım gelişmedi galiba :))

tuba dedi ki...

İtiraf.. ediyorum..

ben halen neden bıraktın ekran eleştirilerini anlaMadım.. bana böyle dedikodusal açıklama lazım.. şöyle ki..

Sevgili Salak Tuba.. (burda salak yerinde başka bir hitap olabilir o sizin takdiriniz artık)

Ben yazarken yazarken (hatırlıyorum en son hanımın çifliği idi.. ayy ben nasıl çuvalladım.. tutmaz diye.. hay benim öngörüme.. Çok eskilerde barsada param vardı.. dostlar senin sattığın kaatları alıyoruz derdi onungibi oldu valla billa) yazdıklarıma bir dost alındı.. (burda illa böyle medyatik isim filan olsa pek güzel olur ama olmasa da olur yani heheh) bende üzüldüm.. o yüzden bıraktım.. desen valla içime soğuk sular serpilecek..

Ben eski sözlükten bulmadım valla seni.. çok düşündüm nerden buldum diye.. sanırım betty nin bloğundan ama oraya nasıl geldim hiç bilmiyorum.. ve ilk okuduğum senin girdiğin yazı eleştiri filan değildi.. O zamanda demiştim.. aradakiler çok kayifli diye.. şimdi de aynı şeyi düşünüyorum..

Çok üzüldüm mesala sezon sonunda işsiz kalmasına Ahmet bey' in duyunca ayy Ranini ne yazardı filan oldum.. Yada bir şeyi izlerken.. Ranini olsa ne yazardı hissi hep var..

Ama benim seni sevmemin bunlarla ilgisi yok ki.. ben seni sen yapan her kelimeni sevdim.. Yazacak kaygısı olacak en son kişisin bence..

Gelelim soruna.. efendim dizi benim son favorim.. aklım çıkıyor kaldırılacak diye.. Dizide atınadı yok.. Cemal Hünal' ın gerçek hayatta iki atı var ama Kenan Işık ta söylediğine göre atları bi arkadaşında çatalca civarlarında ee dizi bursa da demek ki kendi atı değil.. zaten dizideki at siyah.. onun kendi atları kahve ve beyaz.. isimleri de Lahib (alev di galiba anlamı) diğerini hatırlayamadım. şimdi..

hee bu kadar bilgi kirliliğine ne gerek vardı bilemiyorum tabi.. elime pat pat yaptım ama.. geç kalmışım..

tuba işte :)

ranini dedi ki...

@tuba

en son yazdığım,durma kararını aldığım ve yanlışlıkla da sildiğim yazılardan biri de "hanımın çiftliği" olduğu için senin öyle bi dedikodusal damarın kaşınıp duruyor ama alakası yok.

o yazının ortadan kaybolması da tamamen beceriksizliğimden ama kimse inanmak istemiyor. şöyle ki gecenin bir vakti durmaya karar verdim. blogu ziyarete kapatmadan son bir veda yazısı yazdım. diğer yazıların görünmemesini sağlamak için de kurcalamaya başladım. bir türlü sadece son yazının görünmesini sağlayamayınca silmeye başladım yazıları. yine olmadı, arşivi kaldırdım, olmadı. bu arada son 5-6 yazıyı silmiştim bile. baktım başa çıkamayacağım bıraktım. blogu ziyarete kapattım. esk iblogum olan (şimdikini) düzenledim ve raninimanini'nin çıktığı adresten yayımlamaya başladım. hanımın çiftliği'nin konumuzla alakası yok. bu kadar konutum, parmağım ağrıdı valla :)

kısacası kimse bana, "ağır ol abla, yazmaya devam edersen saçını çekeriz" demedi. gerçek sebebi elimden geldiği kadar açıklıkla anlatıyorum, üstelik bu kaçıncı oldu di mi :D


Ahmet Mümtaz işsiz kalmaz :) üstelik tam şu anda da on numara bir sinema filmi çekiyor, (iznini almadığım için yönetmenini filan telaffuz edemiyorum.)

dizide atın adı henüz telaffuz edilmedi demek, gerçekte bir adı vardır ama, allah nazardan saklasın çok güzel bi hayvan...

Adsız dedi ki...

Kurban olayım bi aşk-ı memnu ve hanımın çiftliği yaz :)

ranini dedi ki...

@adsiz

:)

Adsız dedi ki...

Ayyyy, elindeki şu işi kazasız belasız at da benimle de ilgilen bir zahmet yani beeea :) Ya, bu aralar kimseye nazım geçmiyooo, sence bi sorun mu var bende? :D

tuba dedi ki...

eee şey tamam bişi demedim.

alla alla
ınhh

tuba

ps: öperim parmaklarını, ovarım geçer.

Zelmac dedi ki...

tamam ekran/ dizi eleştirisi yazma eyvallah, ama röportajları niye bıraktın? keşke vaktin, keyfin olsa da biz de okuyabilsek tekrar ...

Salome dedi ki...

Yazamıyorum çok diye yakınmışsın vallahi kendimden utandım bir de blog yazıyorum diyorum :)

safeta dedi ki...

kimseye duyurmadan, biz bize devam edebileceğiz bir platform yok mu?
"hanımın çitliği" offff,çatlayacağım,yok böyle bir saçmalık....daha neler neler...

ranini dedi ki...

@safeta

süper fikirmiş! en arkadaki yazılardan birine gidelim ve onun yorum sayfasında gizli gizli yazışalım istersen?
:)))

safeta dedi ki...

dalga geçme,ben çok ciddiyim,
çatlama kısmında,ekşisözlükte
bünyesine almıyor,kurlarımı dökeyim.

drazen dedi ki...

"Hatta itiraf etmeliyim ki -negatif eleştiri puan toplayıp, alkış aldığı için olsa gerek- ne izlesem beğenmez hale gelmiştim."

Şu kısma katılmıyorum. Acı da olsa; Türkiyede bu sektör " Yaaa, abi o kadar emek veriyoruz , azıcık saygı duyun be " nin sırtında gidiyor. Ne ; bölüm başına; benim 2 yıllık maaşımı kazanan oyuncu eleştirilmek istiyor; ne o işi yöneten adam eleştirilmek istiyor; ne de, lafa gelince mangalda kül bırakmayan , dünyayı yalamış yutmuş, ama çıakrdığı eserler paçavradan hallice olan yazar abiler eleştiri kabul ediyor. O nedenle de; işin içine girince eleştiri yapmak abes sayılıyor. Aslında tam aksine, hatalı işi süzebilecek bir konuma geldiğinizde eleştiri ypmak lazım. Yoksa; biz fakirler her önümüze konanı yiyoruz. Durumu değerlendirmeyi 3 plana ayırayım izninizle:

1. Proje Tasarım-Hikaye- Senaryo: İşin en kötü kısmının burası olduğu kanısındayım. Ki işin; hem hikaye hem de senaryo kısmı , elle tutulur gibi değil.

a) Hikayelere bakıyoruz, çoğunlukla hiçbir cazibesi, pırıltısı olmayan basit aşk hikayeleri. Ki hiçbir yan unsur da yok. Çok temelde; eğer melodrama yakın aşk hikayeleri çekiyorsanız; bunları filmde anlatırsınız. elinizdeki malzeme azdır zira, genelde ayrılıp barışma, karşı cinsin araya girmesi falan gibi. Bunları da, belli bi işçilikle verirsiniz; en fazla 1-2 yan karakter olur,onları da verirsiniz; maksimum da 2.5 saatte toparlarsınız en fazla işte. Lakin, eğer 5 sezon, 32 kısım tekmili birden dizi çekiyorsanız; bu sizi gayet güzel bir film çekerken idare edebilecek malzeme standart tempoda 8-9 bölmüdür. 8-9 bölüm sonra; eldeki hikaye biter, bu sefer de yeniden ayrılıp barışma konulu aynı yemeği sürüp gidersiniz . Yaratıcılık sıfır; hareket sıfır. Yanlış anlaşılmasın; buradan arkadaşalrdan Smalville gibi; "abi Süpermenin küçüklüğünü çekelim, sevgilisini lezbiyen vampirler yalasın " falan gibi bir yaratıcılıktan bahsetmiyorum. Ama lütfen yahu; biraz orjinal bir hikaye yaratmak da bu kadar zor birşey olmamalı. Son dönemde tutan işlere baktığınız zaman da çoğunlukla; yabancı veya yerli " eser uyarlamaları " görünüyor ; orjinal olmaya en yakın Ezel var, o bile açıktan Monte Cristo kontu kokuyor.

drazen dedi ki...

b) Hikaye Algısı: Hadi bir şekilde ana hikayenin konseptini bulduk diyelim. Bu hikaye bakışımız bile işleri çok değiştiriyor. Şöyle anlatayım; polisiye hikayelerde en sık kullanılan matematiktir " Bibiriyle çok aynı olan insanların hayatın farklı taraflarına düşüp; birinin hırsız birinin polis olup birbirlerinin kuyruklarına basması - seri katil hikayeleri de aynı yoldan işler- . Şimdi bir bakalım, elalem bu hikayeden Heat'i yaratırken, biz Adanalı yapabiliyoruz. Ama amcalar eleştiri kabul etmiyor.

C) Senaryolara bakalım :) 2 konu göze çarpıyor; olayların " A ile B tanışır ve olaylar gelişir " şeklinde anlatılmasından doalyı olaşan yan karakter sıkıntısı ; ve de repliklerin günlük hayattan uzak olması.

2 konu da kanımca önemli. Şöyle ki; ekran işlerine baktığınız zaman, en çok tutanların , çok karakterleri, ama eksik gedik de olsa, çok karakterin hepsinin de üstünde duran, özen göstermese de özen gösteriyormuş gibi davranan örnekleri. En bilininen örnekleri, Süper Baba , İkinci Bahar, ilk dönem Kurtlar Vadisi .- Kurtlar Vadisinin hikayesini; alt metninin beğenmeyeni anlarım, lakin bütün karakterlerin bir altyapısı vardır, ciddi de bir zaman incelenmiştir- Yani şöyle anlatayım, Süper Babada bir bölüm sadece rahmetli İsmet Ay'ın hikayesini işlediler adamalr; daha var mı ötesi? Şu anki dizlere baktığınızda sonuç? Birbirne aşık 2 kişi; ve onların yancıları! Düşünün mesela , Aşkı Memnuyu Behlül-Bihter ve Ednan bey hariç ; dizideki rastgele birini tutup " hadi sen kovuldun kardeşim " deseniz ne olur? Hiçbirşey olmaz. Onlar çünkü hiçbir hikayesi olmayan adamlar, en fazla 3 lü aşk hikayesinin kahramanlarından birine aşık olmak gibi bir yan hikayeleri olabiliyor; bunu da Bihter Behlül sevişirken, birinin hülyalı hülyalı bakıyor olmasıdnan anlayabiliyoruz; ötesi yok. O radaki mutfak tayfasını kaldırırsanız; diziye hiçbirşey olur mu? Olmaz! yerine 2 tane aşçı koyar, maç muhabbeti yaptırırsınız. Peki, 2. baharda Türkan Şorayın oğlunun sevgilisinin kızkardeşini diziden kaldırırsanız olur mu? Olmaz. Başka türlü çünkü, kızın hayat motivasyonunu açıklayamıyorsunuz, bunu açıklayamayayınca çocuktaki pozitif değişimi açıklayamıyorsunuz; vs vs. E sonuç olarak , elde anlatacak hikaye kalmıyor; diziler 90 dakika. E 90 dakika analtacak hikaye kalmayınca da, mutfakta soğan soymak, oturup kahve içmek; arabayla gezmek gibi gudik aksiyonlar kalıyor hikaye olarak .

Replikler zaten Allahlık; acaba bu senaryo yazarlarının çoğunun eski edebiyatçı falan olmasından mı kaynaklanıyor. Bir cümleelr var; soğan soyarken falan , valla iş mülakatında öyle konuşmuyorum ben :)

O arada çok yazdım ya; yönetmenler ve oyuncular da soraya kalsın :)

mutlu son dedi ki...

bir yere gitmedik ranini,düzenli okuyorum seni,kişisel şeyler yazdığında bir şeyler eklemeye utanıyorum sadece o da benimle ilgili kişisel bir sorun.

Bu arada ilginçtir sen dizi yazmayı bıraktığın sıralar ben de 21 e kadar tv izlememe kararı almıştım, almam gerekmişti ya da. Neyse kısacası biz burdayız, okuyoruz ama evet ekran işi de yazsan ara ara süper olur.

ranini dedi ki...

@zelmac

sus o konuyu hiç açma. en son bora tekay'a mahçub olarak jübilemi yaptım söyleşilerden :(

yeniden başlayamam uzun bir zaman..

gezentimezenti dedi ki...

En son Ezel'in ilk bölümünü izlerken, ranini şunu bir didiklese duvara asılmış resimden girip, oyunculardan, yönetmen ve kullandığı ışıktan girip o muhteşem otelden çıksa diye düşünmüştüm, düpdürüst olmam gerekirse. Ama gene de alınan karara saygı duymak, yapmak istemediği şeye de raniniyi zorlamamak lazım. Diğer yazılarıyla da içini dökerken kendini yazıyla ifade edebildiği için mutlu olduğunu hissedebiliyorum ben.

Deniz dedi ki...

Tv eleştirilerinizi okumayı özledik gerçekten de.

Bunun sürekli dile getirilmesinden
sıkılmışsınızdır belki ama bu nekadar iyi bir iş çıkardığınızın göstergesi bence.

Gazetelerde de günlük ekran eleştirileri yazılıyor ama orada
genelde buram buram "ben hata bulmak için izledim işim bu zaten" kokusu alıyorsunuz.

Oysa sizin yazılarınızda hata bulmak için izleyen değil, izlerken gördüğü rahatsız olduğu,beğendiği beğenmediği şeyleri paylaşan "bir izleyici" samimiyeti vardı.

Bu kadar ilgi görmesinin sebebi de budur diye düşünüyorum.