
50’li yıllarda, şimdi RadyoEvi'nin bulunduğu arazide, Arnavut Salih adında bir adamın barakaları ve ahırları varmış. İstanbul'un en halis süt mandırası orasıymış. Notre Dame De Sion Kız Lisesi'nin o heybetli binası ve karşısında Salih'in inekli, kuzulu, yeşilli, samanlı, böğürtülü mandırasından başka hiçbir şey yokmuş Harbiye denilen o semtte. Ne otellerin, Orduevi'nin devasa çatıları göğe merdiven dayamış o zamanlar; ne tostçu, dönerci, kokuları, ne gece pazarında hayat kadınları..
Sene 1977. İlkokulun son senesindeyim. Evin en hararetli sohbet konusu: "Bu çocuk orta okula nerde başlayacak?" Annem ısrarla, eğitim hayatıma "damdösyon"da devam etmemi uygun görmekte. Oysa ben, sıra arkadaşım Gülcan gibi "kız meslek lisesi"ne gitmek istiyorum. Bir şey bildiğimden ya da hedeflediğimden değil, öylesine. Gülcan'dan ayrılmamak istemiyorum. Salopet etek altına mantar topuk modası zamanları. En güzel mantar topuklu çocuk sandaletleri de "Gutan"ın vitrininde. Annem almıyor. "Bileğin burkulur, çok yüksek!" diyor. Mantar topuklu sandaletin peşine düşmüşüm, unutuyorum Gülcan'ı da, Damdösyonu da, Kız mesleği de. Zaman unutturmaz. Herşeye deva bulduğu aslında yalandır.
Bir sabah, annem elimden tutup -o tekinsiz ve uzun gezmelerden birini daha başlatacak sanırken ben-, Harbiye'de kocaman, kasvetli ve korkunç bir binanın önüne sürüklüyor. Tabelayı okuyorum. Okuyamıyorum da, gördüğümden anlıyorum ki, burası o okul işte! Ne kadar kirli duvarları. Çok eski bu bina. Bahçesi, duvarları, koridorları, sınıfları ürkütücü geliyor. Başı kapalı kadınlar ortalıkta beyaz ve temiz yüzleriyle gülümseyerek uçuşuyorlar. "Rahibe.." diyor annem. Yürümüyorlar sahiden de uçuşuyorlar mermer zeminde. Burda mı okuyacağım artık? Hem de yatılı! Ağlamıyorum ama eve gider gitmez babama ispiyonluyorum okulu. "Gitmicem o okula!" diyorum. Kararlıyım. Konuya annem karışıyor. Babamla tartışıyorlar geleceğimi. Babam lafın bir yerinde "Tamam Aysel, verelim damdösyona... Hatta hafta sonlarında da Arnavut Salih'in mandırasına bağlarız.." diyor. İyice korkuyorum. Mandıra ne demek bilmiyorum.
Annem öfkeyle kapıyı çarpıp, çıkıyor evden. İşe gidiyor. Matine var. Baş başa kalıyoruz babamla. Pişti destesini getiriyorum. Beni hep yener. Babam, yüzünde hiç çözemediğim dalga geçiyor diye hep şüphelendiğim, o garip ve bildik ifadeyle karşıma oturup, "Nedir bu kız meslek meselesi anlat bakalım" diyor. Heyecanla, abarta abarta, yalan dolan sıralıyorum, bildiklerimi, ne biliyorsam! Ne biliyorsam? "Hem Gülcan da oraya gelicek.." diyorum. Yüzü ekşiyor. Sonuç cümlemi sevmiyor babam, tanıyorum bu ifadeyi. Birileri yüzünden birşeyler yapmanın, başkalarına bağlanmanın erdemsizliği üzerine kısa bir konuşma geçiyor aramızda. Hiçbir şey anlamıyorum. Sonunda da: "Ama madem kararını vermişsin. Yarın gidip kaydını yapalım." diyor. Annem ayılıp bayılıyor bu kararımızı öğrenince ama, konu kapanmış bir kere.
Yaz vakitleri. Eğlenceli sokak oyunları, yazlık sinema geceleri, kavga- gürültü geçiyor zaman. Babam mantar topuklu sandalet bile alıyor. Üstelik ayağım da burkulmuyor. Yapraklar soluyor. Hava soğumaya yüz tutuyor. Okul vakti geliyor. Güle oynaya gidiyorum okulun ilk günü. İlk gün Gülcan gelmiyor. Sonraki hiçbir gün gelmiyor Gülcan. Gülcan'ı bir daha hiç görmeyeceğim. Babama yalvarıyorum, ama beni okuldan almıyor. Ağzından çıkanı kulağın duysun, ders olsun sana diyor. Sevmediğim bir okula gidiyorum. Her gün, her hafta ve aylar boyunca teğel söküp terzi olmayı, plastik bebeklerin bezlerini değiştirip anne olmayı, yemek pişirip ev ekonomisi yapmayı öğreniyorum.
Balık Pazarı'nda rastlıyoruz Gülcan'ın babasına, aylar sonra. Annemin elini sıkıp işaret ediyorum Gülcan’ı sorsun diye. "Okçu Musa'ya yazdırdık." diyor, babası. "Arnavut Salih'in mandırasına da bağlıyor musunuz?" diyorum. Ortalık buz kesiyor. Annem kızıyor. Gülcan'ın babası ayıplıyor. Annem yol boyunca söyleniyor, aynı cümleyi öfkeyle tekrar ediyor. Yol boyunca dayak yiyorum. Seyircileri hep aynı. Ağzından çıkanı kulağın duysun, diyor annem. Elleri soğumuş oluyor biraz. Elini tutmak istemiyorum.
Sizi adınızla çağıran kaç kabus biliyorsunuz?
.
.
•• Çatılar, 1996- Bebek