Pazar, Aralık 09, 2012

Çok Seyirlik Yüzyıl


Genç neslin en yetenekli edebiyatçılarından biri olan Kaya Genç, Uncut yazısı için Muhteşem Yüzyıl tartışmaları hakkında benim de görüş bildirmemi istediğinde fark ettim ki kısa yazmakla ilgili ciddi bir sorunum var. Havada uçan kuşun bile hakkında görüş beyan ettiği, şaka yaptığı, sayıp sövdüğü bu başarılı televizyon dizisi hakkında, sonunda, bana da fikir sorulmuş olmasının heyecanına öyle  kaptırmışım ki yazı uzadıkça uzadı. Buyrun..

Öncelikle televizyon izleyicisi de, iktidar da, an itibariyle şikayetçi olup ses çıkaran herkes de Muhteşem Yüzyıl'ın seyirlik bir iş olduğunu bilmeli, durumu doğru tanımlamalı ve bu gerçeği iyi sindirerek tartışmaya devam etmeli. Bu bağlamda, bir seyirci ve tv eleştirileri yazan blogger olarak dizinin ticari kaygularla cinselliği sömürdüğünü değil ama öne çıkardığını, fazla altını çizdiğini düşünüyorum çünkü "çok seyirlik" olmaya çalışıyorlar. Bu bir profesyonel karar. Muhteşem Yüzyıl'ın her bölümünde, "tarihi şahsiyetlerden ilham alınmıştır" uyarısı çıkıyor. İlham aldıkları dönemle ilgili yorum ve sunum biçimi yazarın ve yapımcının taammüden tercihidir. İzleyici olarak bize kalan hikayeyi ve sunum biçimini sevmek ya da sevmemektir. Seversin izlersin; fikrini söylersin. Sevmezsen de ister izler, ister izlemezsin ama fikrini yine söylersin.

Muhteşem Yüzyıl'da sevmediğim, beğenmediğim ve yer yer anlatım tekrarına kaçtıklarını düşündüğüm senaryo/ hikaye zaafları, oyunculuk defoları elbette var. Zaman zaman da bunları blogda ya da twitter'da dile getiriyorum. Hikâyenin özellikle son sezonda çatışma sıkıntısı çekmeye başladığı hissine kapılıyorum. Sıkça, önceki sezonlardan alışkın olduğumuz hikaye örgüsünü ve çatışma kalitesini yavanlaştırıp "soap opera" klişelerine başvurmaya başladılar. Rating kaygusuyla yaptıkları düşündüğüm kimi "Star Oyuncu" transferleri yüzünden hikayenin dışına kaçmamı sağlıyorlar. Mesela Cansu Dere ve Tuncel Kurtiz sahnelerinde çok zorlanıyorum ve hikayeye konsantrasyonumu kaybediyorum. Yine rating kaygusuyla, Okan Yalabık fanatiklerini kaybetmemek için "ikiz" icad edip, Pargalı'nın ölümünden sonra oyuncuyu dizide tutmaya devam edeceklerini düşünüp, komplo teorileri kuruyorum. Pek çok benzer eleştirim var ama, hiç biri "Meğer Kanuni de haremden çıkmıyormuş" tadında değil. Çünkü dönemle ilgili merakımı gidermek ve olası "gerçek bilgiye" ulaşmak için -her dilden- resmi ve gayri resmi kaynağa ulaşabilirim.

Sonuç olarak; Elbette seyirlik bir iş üzerinden de olsa bugün tarihimizi, yarın başka toplumsal ihtiyaçlarımızı konuşmak, tartışmak ve fikir beyan etmek faydalı bir eylem. En azından konuşuyoruz. Benim için kuru gürültü de umut verici ve sessizlikten çok daha değerli. Skyfall İstanbul sahnelerinde yaşandığı rivayet edilen sorun sonrasında filmin yapımcısı Michael Wilson, basın toplantısı yapıp, "Sinema bir illüzyon sanatıdır" dedi. Bu açıklamaya muhatab olmak bir sinema sever olarak hâlâ canımı yakıyor ama, ben de Muhteşem Yüzyıl tarihi çarpıtıyor ve ecdadımıza zarar veriyor diyerek gürültü çıkaranlara aynı cevabı emanet ediyorum. Vatandaşın, ecdadıyla ilgili kaygusu varsa televizyon, sinema, kurgu ürünlerinden "öğrenme" hatasından vazgeçip gerçek bilgiyi taleb etmeyi denesin. İktidarın da, televizyondan tarih öğrenen vatandaşla ilgili bir sorunu/ kaygusu varsa öncelikle eğitim ve sanat politikalarını gözden geçirsin derim.

Kaya Genç'in yazısının tamamına ulaşmak için tıklayınız:

Turkish Prime Minister takes on historical soap opera by Kaya Genç



..

3 yorum :

Adsız dedi ki...

Yorumlarınızı kim yönetiyor?

ranini dedi ki...

@Adsız

iki tane direktör var onlar yönetiyor?

erayda dedi ki...

@Michael Wilson
abi filmi çektiğiniz yerin adı Gotham City falan değil. Senin dedelerinin sınırlarını belirlediği dünya haritasında, parmağınızı basıp gösterebileceğiniz bir yere tekabül ediyor. Bak senin toprağın Alan Parker "Midnight Express" diye bir film çekti. (belki kraliçenin davetinde falan karşılaşmışsınızdır.) bu Türkiye'de gerçekleştiği iddia edilen filmde bir Amerikalıya karşı hapishanede yapılan mezalim anlatılıyordu. Allah seni inandırsın 20 yıl belimizi doğrultamadık. Sadece kendinde intihar edecek cesareti bulamayan bunalımlı Avrupalıların, hayatına renk katmak isteyen mazoşistlerin turist olarak geldikleri, hayallerini süsleyen bir ülke haline geldik. Sinemacılar olarak Prag’ı ihya ettiniz. Çek hükümetinden tanıtım fonu altında paraları istiflerken “filmlerin geçtiği yerleri çok fazla kafaya takmayın, onlar aslında tam olarak öyle değil. Bizim senaristin kıçı biraz açıkta kalmış” dediniz mi? Sadece benim çevremden iki kişi çekilen bu Prag filmleri yüzünden havuz başında geçirebilecekleri, açık büfeli tatillerinden oldular. Belki kulağınız çınlamıştır.
Aslında “Midnight Express” filminde gösterdikleriniz o yıllarda hapishanelerde yaşanıyordu. Hatta daha da kötüleri. Ama bizim gardiyanlar bir Amerikalıya bunu asla yapmazlar işte abi. Bu ülkeyi iyi tanımadan film yapıyorsunuz, buna kızıyoruz. Amerikan konsolosluğu diye bir kurum var. Anayasa mahkememizin bile üstünde. Amerikan pasaportu taşıyan bir adamın üstüne bizim ülkemizde yaşayan sinekler bile konmaya cesaret edemiyordu o yıllarda. Hala öyle. Bak Allah seni inandırsın, yapıyorduk ama biz bize.
De ki, bir türkün başka bir Türk’e işkence etmesi kurguda iyi durmuyordu. Avrupalıların, Amerikalıların vicdanı sızlamazdı. Elini öpüp alnıma koyarım. Delikanlı ol canım ye. Ama kıvırma abi. Bal gibi de biliyorsunuz sinemanın gücünü. Komünizmi çökerttiniz be abi.
Öptüm. Nasıl diyor siz. Bye