Cuma, Eylül 21, 2012

Haydut..

On santimlik kemik parçasıyla birlikte kalbinde kalan son merhamet kırıntıları da tuzla buz olmuştu. Doğuştan masum, şimdinin yalnız, kızgın ve kalpsiz haydutu Veli'nin, o talihsiz kazada, son model Murat 124'ün arka koltuğunda kaval kemiğinin yarısını bırakarak kazandığı 'Aksak', adının peşine takılan ilk lakab değildi. Haydut evet. Veli, kim bilir kaç yıldır babasının ağzından adı yerine bu kelimeyi duyuyordu. Sahi hangi gündü o? İlk ne zaman yapışmıştı bu beş benzemezli sıfat adının peşine? Annesinin küçük mavi bir bavulda yatak altlarında sakladığı Maria'nın altınlarını alıp, oyun olsun diye, sırf kumbara deliğine benzettigi için hem de, tek tek alaturka tuvalete attığı gün mü? Katina Teyze'nin yanan tavadan bile balık tırnaklayabilen imansız kedisi Sarı'nın ağzına keseri vurduğu akşam mı? El işi dersinde, Selami ile iddiaya girdi diye, ön sırada oturan kızın saman püskülünden hallice at kuyruğunu kökünden kestiği o mübarek perşembe? Yoksa Fethi Usta'nın matbaasını yakmaya çalıştığı sabah mı?

Yine mi o kahpenin yanından geliyorsun diye, sulu sepken söyleniyordu annesi o gece. Fethi Usta'nın okkalı tokadına sığınıp, tenezzül etmediği cevabı adı gibi biliyordu, Veli. Babası akşam olunca eve gelmiyor, çocuklarıyla sofraya oturmuyor, hep o matbaada vakit tüketiyordu. Onu değil kağıt bobinleri kucaklıyor, makina ağzından çıkan taze boyalı kağıtları okşuyordu, şefkatle, saçları yerine.. Gözüne mi inanmayacaktı? Veli, babasını çalan, anasını ağlatan o kahpe matbaayı kül etmeye yemin etti nihayetinde. Gün ışıyana kadar gözüne uyku girmedi. Yastığının altında sakladığı el yapımı iskarpinlerini giymedi. Kararlıydı. Koltuğa terk edilmiş meşin ceketin cebinden aşırdığı anahtarların şıkırtısını saymazsak, sessizdi sokaklar. Hızlı hareketlerle tüketti menzilini. Tiner bidonunu kağıt bobinlere boca etti. Aleve verdi matbaanın sabah mahmurluğunu. Babasına o kadar kırgındı ki o kağıt bobinlerden sızan kirli kara duman kalp ağrısına derman olur zannetmişti. Olmadı. Magenta Necmi'nin bilinmeyen bir sebeple, uzun zamandır matbaada uyuduğunu ve Veli'nin bütün planlarını bozacağını hesaba katmamıştı. Duman, arka odalardan sızıp Necmi'yi uykusundan edince, Veli'nin babasını gülümseten, neşelendiren, tek gurur kaynağı yani o gürültücü, izbe, leş kokan matbaayı yok etme planı suya düşmüştü. Sırılsıklam giysileriyle matbaanın önünde dikilirken o bayram sabahı, Fethi Usta tıslayarak hediye etti lakabını: Haydut! 10 yaşındaydı..

Oysa Veli'nin derdi haydutluk değildi. Veli'nin kavli yaramazlık yapmak değildi. Var'oluşuna mânâ arıyordu, alt tarafı. Babasının sevgisini sınıyordu, çocuk aklıyla ve her seferinde Fethi Usta sınıfta kalıyordu. Böyle öğrendi Veli kötülük yapmanın inceliklerini. İnsan oğluna yükte de, pahada da ağır darbeler indirmeyi böyle ezber etti. Oyun gibi.. İnce ince damıttı, mühürledi ruhuna, kötülük denen mücevheri. Baba oğul arasında söze dökülemeyen bu gizli husumet, Veli'nin ruhunu incittikçe, hayatla bağını güçlendiriyordu, maalesef..

Hiç yorum yok :