Pazartesi, Ağustos 02, 2010

Kalırsa içinde bir derin sızı kalır..

1. GÜN

İnsanın sevdiklerinden uzak kalması, onları çaresizce özlemesi nasıl da derin bir sızıdır. Özlersin, için sızlar. Sızı. Bırakıp gittiğini sandığın herşeyi aslında yanı başında taşıyıp, hayatı ağır aksak ama yine de adımlamak zorunda kaldığını anladığın anlarda duyduğun, dinmez bir ağrıdır. Tek bir kez elini istemsizce göğsüne götürüp yok etmeye çalışsaydın o kalleş sızıyı, işte o zaman her sabah, ama her sabah, hep aynı saatte, annesinin elinden tutarak dükkandan içeri giren, küçücük ellerinde sıkı sıkı tuttuğu, büyüklerin hiçbir işine yaramayan sadece yoksunların ve çocukların ilgisini çeken o bozuk paraları tezgahın üzerine bırakan, çilli kızın kocaman gülümseyen gözlerine bakarken neşeleneceğime içimin sızlamaya başlamasına şaşırmazdın. O küçük kız çocuğu, son gördüğümde 3 yaşına yeni girmiş olan kara saçlı, bal gözlü kızı hatırlatıyor bana. Kimbilir kaç yıldır görmedim. Yirmi yıl oldu mu? Kırk? Saymadım. Anlattığım hikayelerinin gerçekliğinden kimselerin emin olamadığı, kapıyı çarpıp çıkan babasının arkasından iç çekerek ağlayan, ite kaka büyüyen, imkansız kahverengi gözleriyle inadına gülümseyen o çilli kızı unutmamak için yazıyorum. Akıbetinden korkuyorum. Sağ ve esenlikli olmasını içtenlikle diliyorum ama dönüp arkama bakamıyorum. Onu bulmaya çalışmıyorum. Arayıp sormuyorum. Sadece unutmamak için yazıyorum. Bencillik mi bu? Kimbilir.. Eski günlerden bakiye, siyah beyaz ve kalabalık bir fotoğraf. Gözleri yosun rengi kadının eteğine yapışmış puslu bir İstanbul sokağında çekilmiş kirli bir fotoğraf. Fotoğraf siyah- beyaz. kadının yosun gözlü olduğunu bir tek ben biliyorum. İnsan, zamanla başka birilerini de sevmeye alışabiliyor. Kendinden uzaklaşıp, başkalarına soyunuyorsun her gün ve her gece. Adı zihnime düştükçe, yüzü gözümün önüne geldikçe hissettiğim tek duygu: derin bir sızı. Kaybetmenin, uzakta olmanın, çaresiz kalmanın her gece omuzlarına yeniden yüklediği o derin sızı. Göz altlarına torba torba oturan, ansızın neşeni bölen, dinmeyen, bitmeyen bir acı. Elimden geleni yaptım mı? Her sabah yüzümü yıkarken kendime bu soruyu sormuyor muyum? Ne çok soru var aklımda cevapsız gezinen, belki de içinde hiç bir zaman bulamak istemediğim cevapları gizleyen.Bu fotoğrafı yakmalıyım. Belki o zaman unuturum. Unutmak mı istiyorum?

Hayır. Anlatıp kurtulmak istiyorum. Sanırım şu derin sızı meselesinden yakamı kurtarabilirsem olanı biteni anlatmaya başlayacağım. Unutmamak için yazıyorum ya, her sabah kendime yeniden soruyorum, o küçük kızı gerçekten sevdim mi, diye.. Cevabı bazen buluyorum, çok zaman soruyu cevaplamayı unutarak günlük işlere dalıyorum. Kaçarak saklanamazsınız kabuslarınızdan. Güzel lafmış! Ne zaman ve niye not almışım, hatırlamıyorum. Ne diyordum? Hah! Gerçekten sevdim mi? İçtenlikle sevdim. Deli gibi sevdim. Kimseyi sevmediğim gibi, bütün sevilmesi gerekenleri onun üzerinden temize çeker gibi, günah çıkarır gibi derin bir sadakatle sevdim. Bir gün onu da bırakıp gitmek zorunda kalabilme ihtimalinden deli gibi korkarak tutkuyla bağlandım, farkında bile olmadan. Bak bu ihtimalli cümle tam olarak da Yılmaz Erdoğan'dan araklanmış olmalı. Olsun. Çok yakıştı buraya. Geçmişten bir iz bulabilmek umuduyla mı başladım gazetelerin ölüm ilanlarını okumaya, hatırlamıyorum. Okumak dedim de, gözlerim yakını görmüyor artık. Gözlük takıyorum. NUmarasını değiştirmem lazım da, kim gidecek şimdi göz doktoruna? Sahi bir doktor arkadaşım vardı onu mu arasam? Ne zamandır hatırını bile sormuyorum, belki çoktan emekli olup hep düşlediği o sahil kasabasına yerleşmiştir. Eskiden hiç değilse haftada birkaç gece meyhaneye gider, orada karşılaşırdım dostlarımla ya da dost olamadıklarımla. Meyhane dedim de aklıma geldi. Sahi, kaç gündür sokağa çıkmıyorum? İki hafta oldu mu? Olmamıştır. Belki de olmuştur, günleri saymıyorum. Hem şu zıkkımı almak için iki günde bir, düzenli olarak bakkala gidiyorum ya, sayılmaz mı? Çöpü almaya gelen çocuğa kapıyı açıp, "iyi akşamlar" diliyorum. Bahçeye atılan çöplerin sahibine küfür ediyorum. Gecenin bir vakti doğru zile basamayan ve benim gafletimden sıyıran pizza getiren kavruk oğlana ise artık kızmıyorum.

Askere gidiyormuş. Umurumda bile olmadığını söylemeli miyim? Eskiden olsa inadına, sırf o okuyamayacak diye, her gün, ölesiye bir disiplinle yazardım. Evet eskiden kötü bir insandım, artık umursamazım. Kimseyi biriktirmek istemiyorum. çoğalmak istemiyorum. Anlatamıyor muyum? Eskiden dertlenirdim kimse kimseyi biriktirmiyor, yağmur damlalarını savuranak gidip gelen bir çift silecek gibi birbirimizi savuruyoruz diye. Biriktiremiyoruz birbirimizi ne hikmetse! Çoğalma... Biriktirmiyorum kimseleri ne hikmetse.. Boku kimseye atma! Kimseyi biriktirmiyorum, geçip gidiyorum arkama bile bakmadan. Oldu mu? Gençlikte anlamazsın gidişin yakıcılığını. Belki kötü anıların vardır gidenle, bırakıp gittiğinle. Büyümeye başlarsın. Anlarsın ki zaman bütün kırgınlıkları, küskünlükleri öğütü verir de geriye gülümseten anılar bırakır. Sonra yaşlanmaya başlarsın ve bilirsin ki her ölüm acıdır, acıtır. Deden ölür, baban ölür. Uzak, yakın akrabaların ölür. Dostların ölür. Dost olamadıkların ölür. Sevgililerin ölür. Masanın ucuna dikilip, sofranın artıklarını bekleyen şu zavallı Çomar bile ölür. Kızgın oldukların ölür bir sabah, küskün oldukların ölüverir bir akşam, sen hep aynı yakıcı hissi savurursun göz bebeklerinin kıyısından. Bunları ne zaman ve ne sebeple yazmıştım? Hatırlamıyorum.



./..




.

4 yorum :

Adsız dedi ki...

SEN NE TİP BİR MANYAKSIN YAAAA????? İNANAMIYORUM SANAAAA! RESMEN HASTAYIM SANA RANİNİİİİİİ AHAHAHAHAHAHHAHAHAAHHAHA İNADINA HER GÜN YAZACAKSIN DEĞİL Mİ? KÖTÜSÜÜÜÜÜN! ÇOK KÖTÜÜSÜN! AHAHAHAHAHHAHAHHAAHHHAHAHA!

kadıköylü dedi ki...

Sayılı gün çabuk geçer erayda abi: ))) hayırlı gidişler. vatan görevi kutsaldır. sen nöbete biz de rahat yatalım yatağımızda ;)

tuba dedi ki...

askerlik yan gelip yatma yeri değildir :)

der giderim :)
ps: bi .ok anladımsa bana artık kara tuba diyelim hep beraber.

ranini dedi ki...

ama bağırma ama.. di mi?