Pazartesi, Kasım 03, 2008

Yaşa Fenerbahçe!


Artık büyüdüm. Dünya meseleleriyle ilgilenme zamanı. Bu zamanlarda iri memeli, gösterişli bir kız olmamanın cezası oğlanların ilgisinden mahrum kalmak olarak işleniyor kimilerinin hayat defterine. Oğlan çocuğu gibiyim. Oğlanların ilgisi dışında en yaygın etkinlik "siyasi" olmak. Bir fraksiyona da sap olamıyorum. Ama deniyorum onları anlamayı. Gerçekten deniyorum.

O zamanlar okullara ithal edilen solbilir abiler olurdu. Kendi fraksiyonlarına adam toplarlardı. Bizde de var. Kürşat Abi. Hepimizden büyük. Kızlarla da ilgilenmiyor. Uzun uzun ve hızlı anlatıyor. “Artı değer işçinin emeğinden...” diyor Kürşat Abi, ben hemen itiraz ediyorum “İyi de adam o kadar yatırım yapıyor, o kadar işçi çalıştırıyor..” diyorum. Babamın dayımla konuştuğu gibi konuşuyorum sanki. Bir sürü soru soruyorum. Cevap vermiyor çoğu zaman. Başını iki yana sinirle sallamak cevap sayılmazsa... Kısacası anlaşamıyoruz Kürşat Abi'yle de. Galiba kendi fraksiyonumu kurmalıyım. Babama konuyu açmayı deniyorum. Yüzüme bakıp, “Baba parası ye, git elin çinlisinin rusunun kıçında dolan! Var mı öyle rahat hayat?” diyerek tersliyor beni. Lise 1'e gidiyorum.

Sonunda soru sormaktan vazgeçip, anlatılanları dinlemeyi seçiyorum. Babamın hep tavsiye ettiği gibi "kendin oku, anlamazsan yine sor" yöntemini kullanıyorum. Okuyorum, ne buluyorsam etrafta. Hiç soru sormayarak dinliyorum bahçede kalabalıkları. Sonunda bir fraksiyona da sempatizan oluyorum. Çalışan başarır. Yeter ki inansın insan. Birlikte dolaşıyoruz teneffüslerde. Grup halinde. Aklıma gelen soruları sormuyorum artık. Dinliyorum. Odamda posterleri var Mao'nun. Çizgilerle Marx da okuyorum. Bir gün, hani sosyalleşeli de 5 bilemedin 10 gün olmuş daha tazeyim, “laf değil eylem zamanıdır” diyor okul sorumlumuz. İlk eylem. Pul atılacak pazartesi günü İstiklal Marşı esnasında. O pullar da yazılacak. Saman kağıtlar, küçük dikdörtgenler halinde tomar tomar kesilip pay ediliyor. Hafta sonu gizli gizli, siyah keçeli kalemle yazıyorum kağıdın üzerine sloganları. Ne yazdığımı çoktan unuttum ama en uzun cümle bana düşmüştü, hatırlıyorum.

Arzu Hanım’ın hediyesi o bej rengi Vakko pardösümün cep astarını geceden söküyorum. Kasketi de var. Kemerli kuşağıyla sıkıca belden bağlanıp, eller yan ceplere sokuşturulduğunda, hele ruzgârlı havalarda uçuşup da ipekli astarı ortaya salındığında, pek şık görünüyor. Bütün pulları özenle tıkıştırıyorum astarla kumaş arasındaki boşluğa. Özenle dikiyorum astarı da. Üzerime giyip okula gireceğim. Beni aramazlar. Benden ummazlar. En çalışkanları sayılırım. Ellerim titriyor. Mum ışığında uykusuz pazar gecem, sabaha zor eriyor. Giyinip, aceleyle evden çıkıyorum. Koşarak gidiyorum okul yoluna. Okul yakın zaten evime. Koşarak kaç dakika ki?

Kapıda arama var. Sırayla alıyorlar içeriye. Müdür yardımcısı gözünü pardösümdeki şişliğe dikiyor. Adamın lakabı Drakula, tırsıyorum. Vefa Lisesini kavurup, tayin olmuş bizim okula. Başıyla işaret ediyor, kenara geçiyorum. Parmağıyla gösteriyor, pardesümü. Çıkarıyorum. Kocaman ellerinin birini pardesümün etek ucuna, diğerini astara kenetliyor. Astarla kumaşı ayırıyor, gözümden denizler taşıyor. Sarı-lacivert bir kaşkol düşüyor astarın içinden yere ağır çekimde. Bir de aynı renklerde şapka. Birbirimize bakıyoruz. Tiksiniyor benden Drakula. Arkadaşlarım da. Kahkahalar da duyuyorum. Babam, "Hoşgeldiniz katibe hanım" diye karşılıyor beni eve döndüğümde. Okulda olanlara dair tek bir satır anlatmaya korktuğum gibi soru da sormuyorum karşılama töreniyle ilgili. O akşam işe giderken, "Katip lazımsa bizim kızın yazısı inci gibidir çalışsın yaz tatilinde yanınızda Yılmaz Amcası" diye sesleniyor, üst kat komşumuza kapı ağzında. Pulların akibeti, astardan çıkan kaşkol ve şapkanın faili de belli. Tek belirsizlik benim ödeyeceğim bedel.

Siyasi kariyerim son buluyor. Karaları bağlıyorum. Bu kariyer kaybı yetiyor mu babama? Yetmiyor. Ertesi sabah elinde küçük bir paketle yetişiyor kahvaltı sofrasına. Geceleri çalışıyor babam. Paketi masanın üzerine bırakıyor. Özenle açıyor. Ehliyetindeki vesikalık resmini bastırmış dosya kağıdı boyutunda. Binlerce olmalı. Evdeki herkes şaşkın. Ben de bakıyorum hiç soru sormadan. Basılı fotoğrafının bulunduğu kağıtlardan el kararı bir tomarı uzatıyor bana. "Bugün de bunları dağıtacaksın arkadaşlarına" diyor. Değil mi karnını hala ben doyuruyorum senin, o zaman odanın duvarına da benim fotoğrafımı asacaksın, arkadaşlarına da dağıtacaksın. Her sabah da uyanır uyanmaz fotoğrafımın karşısında dikilip marş okuyacaksın! " diyor. Sus pus olmuş dinliyorum babamı dehşetle. Şaka yapmıyor. Çok sinirli. Annem, "Ne marşı ayol?" diyor panikle. Cevap geliyor babamdan: Fenerbahçe Marşı elbette!

7 yorum :

Anonymous dedi ki...

babaya bak süper adammış yaa :)))

okudunmu sabahları uyanınca fenerbahçe marşını? gülmekten uykum kaçtı
yaşaaaaa fenerbahçeee!


mustafa

lordbisko dedi ki...

: )
benim dedem de teyzelerime kızarmış, duvardaki posterlere bakıp "bunlar kim, dayın mı amcan mı, ne işi var duvarda resimlerinin"

çok güzel bir hikaye olmuş, elinize dilinize sağlık...

wdmc dedi ki...

ogle vakti durduk yere yuzumde bir tebessume neden oldu ranini : )

sema dedi ki...

sevgili ranini

Yazını öyle zevkle okudum ki, biran benim anılarım gözümde canlandı. benim maalesef senin baban gibi mizah duygusu fazla gelişmemiş ama çok iyi bir babam vardı. vardı diyorum çünkü artık yok ne yazıkki. o iyi insanı bile korkutan bir dönem yaşadık. kütüphanemizdeki kitapları benim gözyaşlarım ve itirazlarıma rağmen yırtıp yırtıp attığını hatırlıyorum. yırttığı kitapların çoğu ise ise rus yazarlarının romanlarıydı.

gülcan dedi ki...

:) gün görmüş bir baba,okurken gülümserek baktı bana gene.Fenerbahçe'limiydi İsmet amcam :))bende dicemde.

ranini dedi ki...

@sema

başınız sağolsun...

ranini dedi ki...

@adsız

Evet. Malesef bir hafta boyunca her sabah okudum fenerbahçe marşını. Sonra ananem rica etti babamdan bitsin bu eziyet diye. Marş faslı önemli değil zaten. Önemli olan hikaye, posterini dağıtma girişimim...

Allah rahmet eylesin. O da başka bir zamanın hikayesi olsun, unutmazsam anlatırım.