Pazar, Mayıs 26, 2013

Beni kaybettin artık sen çok bekleyeceksin


Havuz kenarında sessizce ağlıyorum. Güneş tepemde.. Avaz avaz hatta böğürerek de ağlayabilirim ama fazla ses çıkarırsam annemin sinirlerini bozup dayak yemekten korkuyorum. Annem söylene söylene eşyalarımı topluyor. Havlumu, yedek bikinimi, yüzme bilmediğim için eşek kadar olduğum halde utanmadan taktığım turuncu kolluklarımı çantaya tıkıştırıyor. Her şey tamam bir tek İrma kayıp. Annem yanıma gelmeden az önce hani başıma güneş geçmesin diye kafamı ıslatmak için havuza girdiğimde, şezlonga gölge veren kocaman şemsiyenin önünde duruyordu. Olan biteni anlatmaya çalışıyorum ama annemin öfkesi izin vermiyor. İrma kim mi? Platin sarısı karavel saçları, fal taşı gibi hep açık bal rengi gözleri, kalemle sabitlenmiş iri çilleri, mavi kloş eteği ve papatya desenli gömleği ile evvel ebed kimseciklerde bir benzeri olmayacağına adım gibi emin olduğum, henüz bilmediğim dilde konuşkan, neşeli şarkılar söyleyen bebeğim. Anne sözü dinlemedim, en kıymetli bebeğimi havuza indirdim. Oh olsun bana! Hem kızaran gözlerimin, hem de kaybolan bebeğin hesabını saatler boyunca verecek olmanın korkusuyla içli, hıçkırıklı dikiliyorum havuzun kenarında. Bebeğimi alıp, çiçekli plaj çantasına koyduğunu yemin billah gördüğüm, o siyah saçlı, çağanoz bacaklı kızdan gözümü ayırmıyorum. "O aldı, gördüm!" diyorum, bir kez daha, annemi inandıramıyorum. "Oh olsun sana, havuza indirme kaybedersin demedim mi?" diyor, saçımdan çekiştirerek odaya doğru götürürken. Şaşırmıyorum. Hava sıcak. Göz yaşlarımın süzüldüğü yerler serinliyor. İrma kayıp, ben ise altı yaşındayım. 

Yazının devamı için: Tıklayınız!

Hiç yorum yok :