Pazartesi, Şubat 06, 2012

Duvar/ Tefekkürün arka yüzü


Hiçbir zaman yaz(a)mayacağım kitabımın kapak tasarımını yaptım bugün. Bu davranışıma emsal olarak Mehmet Esen'in, Cihangir sokaklarına astırdığı ve hiçbir zaman çekilmemiş filminin afişi gösterildi. Kırıcı bir emsaldi, kırıldım.

Yazamıyorum. Uzun zamandır bloga da yazamıyorum. Besbelli temelsiz bir hevesmiş kağıt kalem uğraşı.. Daha popüler, uçuşkan, günlük gevezelikler peşindeyim. Artık eskisi gibi kısa ve iyi cümleler de kuramıyorum, metaforlarımı bile yitirdim, filhakika şakacı bir kalem de olmadım. İşbu sebeple birilerine takdim edilirken 'blogger' diye tanımlanmamın da bir anlamı kalmadı.

Sohbette, parçalı da olsa 24 saati tamamlayabilmiş, - çoğunlukla suskun, nadiren saldırgan ve mutedil korkutucu oluyorum- hayattan 'incelikli' sabırlı damıtmış her şahsiyet kitap yazmamı tavsiye ettiği halde, neredeyse 10 yıldır aynı boş dosyaya bakıyor olmamın bir sebebi olmalı. Dosyanın adını 'Duvar' koyalı 10 yıl olmuş; yazdığım kısacık denemeleri bir gecede Ekşi Sözlük'e boşaltalı sekiz.. Bugün de kapak fotoğrafını seçtim. Hayırlısı bakalım!


Böyle yani..




•• Ocak 2012, Eskişehir


.

1 yorum :

erayda dedi ki...

ortaokulda ne olacaksın diye soran öğretmenime yazar olacağım demiştim. Kadının yüzündeki müsthehzi gülümsemenin sebebini yazdığım ilk öyküyü iki ay sonra tekrar okuyunca ancak anlamıştım: sokak lambaları anılarını anlatıyordu öyküde. İstanbulun kendine özgü farklı sokaklarında (o zamanlar kurtuluş diye belalı bir yer duymuştum mesela) aydınlattıkları insanları ve o insanların başından geçenleri anlatıyordu sokak lambaları. Gecenin karanlığında altlarına giren belalı, masum insanların şahitsizliğin gevşekliğinde yaptıklarını bir insan gibi anlatıyorlardı (bir kopyası hala durur, unutmak istediğim bir yerde.) O öyküyü okuduktan sonraki utancımı anlatmam mümkün değil. Sen kimsin, 12 yaşında keşleri, istanbulun belalı gece hayatını yazacaksın. Ne yaşadın, ne gördün? Türkçe öğretmenime konuyu anlattığımda (içten içe pohpohlanma bekliyordum. Kendimi duyacağım övgülerden yüzümün kızarmaması için hazırlamıştım), "sokak lambası konuşur mu hiç erayda" demişti. Öğretmenim için edebiyat fakir baykurt, orhan kemal, yaşar kemal gibi köycü, toplumcu, hakçı yazarlara aitti. Ben de o zamanlar tolkien falan bilmezdim. Nazlı Eray romanlarıyla tanışmamıştım. Kendimi savuncak bilgeliğim yoktu, hala da yoktur ya neyse. Halbuki yazarken ne kadar heyacanlanmıştım. Dünya edebiyatına bir başyapıt kazandırıyordum. Bütün gazeteler benden bahsedecek, fethi naci beni övecek, aldığım tek dergi olan varlık dergisi beni kapak yapacaktı. Keşke o öyküyü hiç yazmasaydım da yazarlığı başarabileceğime, çok iyi bir yazar olduğuma inanarak büyüyebilseydim. Başarabileceğim ama yeltenmediğim bir uğraş olarak dursaydı bir yerde. Özel biri olduğumu hissetmeye devam edebilseydim. Senin o kitabı yazmaman belki de bu açıdan iyi olmuştur. O keşke senin için bir sığınak olarak duracak orada.