
Üzerine ölüm güzelliği sinmiş bir şehir. Ve dahi bahardan kışa dört mevsimini; lodostan poyraza rüzgarlarını; erguvandan mimozaya renklerini; balıktan baharata kokusunu; göçe eyüp üstünden başlayan leyleklerinden simit avcısı martılarına kuşlarını; kubbeden çana, eskiciden yoğurtçuya sesini; dümdüz olmadığını, yedi dense de daha fazla olan tepelerini; merdivenlerini; yokuşlarını; arnavut kaldırımlarını; cumbalı evlerini, konak yaşamını, aynı kentte sayfiye evlerini, bisiklet yollarını; kapılarını; surlarını, hisarlarını, duvarlarını; asırlık ağaçlarını; bayram günlerini; yeşil alanlarını; meydanlarını; eğlence parklarını; dondurmacıdan bozacıya seyyar satıcılarını; elma şekeri ve horoz şekerini, pamuk ve kağıt helvayı, macunu, lahmacun ve dürümü, çengelköy bademi, osmanlı çileğiyle tatlarını; kayışdağı’ndan hamidiye’ye sularını; gemilerini, dolmuşlarını, motorlarını; köprülerini; iskele ve istasyonlarını; doklarını; kaptanlarını, hamallarını, trafik polislerini, yorgancılarını; sokak kedilerini, köpeklerini, sokak çocuklarını, evsiz ve dilencilerini; adalarını; futboldan optimiste sporlarını; sokak yazılarını, resimlerini; festivallerini; müzelerini; stadyumlarını; günden geceye, neonlardan yakamoza ışığını anlatmaya kalksan, ömür yetmez bir şehirdir.
böyle yani..
.
•• photo by Hakan Özdeğin