
Bazen sadece şöhretli isimlere yakın durabilmek, sıradan insanlarmış da öylesine serpiştirmişsin sokağa köşeye gibi uslu usul oturup dururlarken aralarından geçip gitmek için mi bu muhite taşındığımı merak ediyorum. Bende bitmek tükenmek bilmeyen bu "pırıltı" merakı nedendir sizce? Çocukluğumda attığım her adımda mutlaka bir şöhret akrabası ile karşılaşırdım. Haylayf denilen plajın kumları ağzıma burnuma kaçarken bile yanı başımda dikilip duran, serilip güneşlenen ve bir şöhretin akrabası olduğunu iddia edep ipsiz, gelir beni bulurdu. Her yaz ve her kış ve her an... Sadri Alışık'ın kızı, Nebahat Çehre'nin oğlu, Ajda Pekkan'ın kızkardeşi, Behiye Aksoy'un ablası olduğunu iddia eden insanlarla çevrili olurdu etrafım ya da boka gelen sinek gibi beni bulurlardı. Çok küçükken sadece bir kez bu iddialardan birini çürütmek için ağzımı açmış, "Yaa pışık! Bok kızısın... Onun bir tane oğlu var, adı da Kerem!" demiş, o küçük kızı ağlatarak kaçırmış ve annemden bu vesileyle okkalı bir sopa yemiştim. Ders oldu. Dersimi aldım ve bir daha kimsenin hayali akrabalık ya da tanışlık hissiyatına karışmadım.
Gözünü, bir zamanların moda deyimiyle gazino kulisinde açmış, zamanın okkalı şöhretlerinin her birinin kucağından hoppacık eylemi marifetiyle geçmiş ama bu samimiyet ve yakınlıktan nedense hiç hoşlanmayan, tek bir kare şöhret eşlikli hatıra fotoğrafı olmayan, adına imzalanmış tek bir hayran fotoğrafı bulunmayan bir çocuk olarak, yetişkin zamanlarımda mesleki kariyerimi olanca uzağında planladığım bu pırıltılı hayattan koşarak kaçtıysam da, başarılı olamadım. Zaman, her anlamıyla, beni bu pırıltının tam da ortasına ittirdi. Kimbilir, belki de doğrudur ve anaların kaderi kızlarına çeyiz oluyordur. Niyetim, hayat rotamın karmaşasına mistik bir çözüm yüklemek değil. Her molada, engel olamadığım bu gidişatı elbette bir zamandır düşünüp duruyorum. Ama asıl niyetim, pazar keyfimi kaçıran bir köşe yazısından bahsetmek. Daha doğrusu tek bir cümleden bahsetmek ve o cümleden yola çıkarak bir "aidiyet" muhasebesi yapmak istiyorum.
Beni düşüncelere gark eden bu hanım yazarımız pazar köşesinde yaklaşık olarak 3 yıl önce, "artık çivisi çıktı boş gezen entel yatağı oldu burası"* diyerek tanımladığını Cihangir'den ilk fırsatta kaçarak, Bebek'e taşındığını anlatıyordu. Kaçarak huzuru bulmuş mu? Hayır. Sonuç, tam bir hezimet. Yazarımız Bebek'in önlenemez yükselişi ve pırıltının doğal sonucu olan geçici ya da kalıcı ikametçilerinin yarattığı "kimlik deformasyonu"ndan da, semtin piyasa olma halinden de şikayetçi olarak devam ediyor uzun yazısına ve şikayetçi bir ruh haliyle bitiriyor. Yazının taşıdığı lüzumsuz kibirden, şikayetlerini tetikleyen kişisel burnu büyük söylemlerinden de rahatsız olmadım dersem, yalan olur. Bu kafaya muhitsel huzur haram, benden söylemesi. Neyse...
Başımı gazeteden kaldırıp, çayımdan bir yudum daha alarak kendi kendime sordum: Ben neden taşındım bu semte? Önümdeki masada oturan sinema yıldızlarına, arka masalardan birine yerleşmek üzere kapıdan içeri giren genç şarkıcı adayına, kapının önünden geçip giden oyunculara baktım bir süre. Kasapta karşılaştığım taze jönü, eczanede selamlaştığım orta yaşlı oyuncuyu, market kasasında sırasını kaptığım yakışıklı yönetmeni hatırladım. Boş gezen entel arandım, hafta arası yeniden bakınmaya karar verdim ve cevabı buldum. Sanırım önlenemez derecede derin ve kemikleşmiş bir şöhret merakım var. Öyle olmasa Kalyoncu Kulluk'da doğmuş, Aynalı Çeşme'de büyümüş, 18 sene boyunca Etiler'de oturmuş ve yaşlanmış bir insan, üstelik boş gezinmeyen entel insanlar oluk oluk kaçarken bu semtten, neden Cihangir'i seçsin yaşamak için?
İlk sebebim dizginlenemez şöhret merakımsa, itiraf etmeliyim ki ikincisi de nispeten ucuz bir semt olmasıydı. Bütçeme ve yaptığım işin ihtiyaç duyduğu ulaşım kolaylığı gereğine (ve şimdi anlatmayacağım kişisel bir-kaç sebebi kenara koyarsak) göre, seçeneklerin arasında yaşayabileceğim en ucuz semt Cihangir'di. Taşındım. Elbette Aynalı Çeşme'ye de dönebilirdim. Haddizatında epeyce gezindim eski sokaklarımda ama, içime sinen bir ev bulamadım. Bulduklarımda da kötü anılarım vardı. Bitli Nimet'lerin eski ahşap evini yıkıp betonarme bina dikmiş adamın biri oturabilir miyim ben o evde? Oturamam. Halil Amca'nın yüksek tavanlı, 5 odalı, porselen kapı tokmaklı dairesi boştu, içim almadı. Ömrümün kalanını çocukluk aşkım Orhan'ın camına bakarak ve o camdan hiç ayrılmayan Feridun Amca'yı hatırlayarak geçirmek istiyor muyum? Hayır. O zaman Aynalı Çeşme'ye dönmek istemiyorum, dedim.
Başka semtlere de baktım. Kısa bir süre "Şişli" deneyimi yaşadım. Nişantaşı, Teşvikiye, Maçka, Osmanbey, Pangaltı, Kurtuluş gibi semtlerle kan uyuşmazlığı yaşayacağımı anladım, onları eledim. Karşı yaka ise, benim için daima "yazlık" bir ruh ruh taşıdı. Hiçbir zaman "karşı"da yaşayabileceğime, zaman zaman da İstanbul'a inebileceğime ikna olamadım. Bu sebeple oraları düşünmeden eledim. Doğma büyüme bu yakalı, üstelik anne tarafı temiz 500 yıldır, baba tarafı 5 kuşaktır Pera'lı bir ailenin son ferdi olarak çocukluğumun geçtiği yerlere geri dönmeyi hevesliyordum ama, aklımda hiç Cihangir yoktu. Beni tanıyan bir-iki yakın dostumun da, "yapamazsın sen burada" uyarısına rağmen Cihangir'e taşındım. Yıllarca çeşitli vesilelerle gidip geldiğim, vakit öldürdüğüm, gezindiğim Cihangir'de ikametimin ikinci ayını bitiriyorum ama hâlâ kendimi misafir gibi hissediyorum. Sanırım kendimi "buralı" olarak tanımlamam için en az 20 yıla daha ihtiyacım var.
Sohbet esnasında birileri cümlesine, "bizim buralar" diyerek başlarsa, benim aklım Etiler'e gidiyor, kendimi oraları düşünürken buluyorum. İş için yolum her düştüğünde Etiler girişinden girer girmez özlediğimi hissediyorum. Sokaklarındaki değişikliğe, yeni açılan ya da kapanan yerlere, alışkın olduğum esnafa hasretle bakıyorum. Cihangir'de yaşarken kendimi Balık Pazarı ile avutuyorum. İki aydır burada yaşıyorum. Kasabım, bakkalım, güven duyduğum taksi şoförleri, kuaförüm, manavım, fırınım yani tanış olduğum her şey Etiler'de. Buralardan alışveriş yaparken oraları özlüyorum. Geçen gün o kadar hüzünlü gözlerle uzatmışım ki parayı manav Adnan, "Abla, telefon et biz getiririz siparişini" demek zorunda kaldı. İnsan karpuz almak için Etiler'e gider mi?
Laf salatasını kesip asıl meseleye geliyorum. Hazır olun soruyorum. İnsanlar uğruna ne kadar zaman ve emek sarf'edince bir semt, eşya, hayvan, bir diğer insan ya da bir fikir için "aidiyet" hissedip onu sahiplenebilirler ve hakkında karar verip, ahkam kesip, yargılar duruma gelebilirler?
Hepimize pür neş'e bir hafta diliyorum. Yarın sabah, İstanbul dışına gidiyorum. Gerginim. Kısmetse Cuma günü geri döneceğim.
Böyle yani...
* Bu cümle Handan Yılmaz'ın, Habertürk Gazetesi'ndeki yazısından alıntılanmıştır.
.