Pazartesi, Mart 16, 2009

Bana müsaade...


En son cuma gecesi uyumuştum. Bugün pazar. Uyumaya niyetim var. Uykum yok. Sabah olsun istemiyorum. Bir kez daha böyle bir duyguyla sabahlamıştım. 12 yaşındaydım. İki gündür, her fasılada şu soruyu düşünüyorum: Benim hiç annem oldu mu? Oldu. Benim bir annem vardı. Çok severdim. Narin bir kız çocuğuydum. Hastalıklı büyümüşüm, hâlâ anlatır. Okula başlayana kadar yaşıtım çocukları yakından görmedim. "Arkadaş" denilenin ananem, Nadide Teyze, Ragıp Amca, Leyla Abla, Aslan Abi gibi insanlar olduğunu zannederdim. Hiç bebeklerle oynamadım, hep kitap okurdum. Kimseler "ders çalış!" demezdi, derslerimi yapardım. Yine de annemi üzmeyi becerir, çileden çıkarır ve dayak yerdim. Gülcan'ı ağlattığım, yemeğimi tabakta bıraktığım, ananem yat dediğinde yatmadığım için en çok da annemle sokağa çıkmayı hiç sevmediğim ve istemediğim için dayak yerdim. Çok dayağını yedim annemin, o kadar da çok sevdim annemi.

Bazen okula gelip dersten çıkarırdı annem beni, doktora giderdik. Yalnız gidemezdi çünkü benden başka hiç kimsesi yoktu. Öyle söylerdi. Tembel ve sorumsuz babamdan peydahladığı çocukları aldırmak için giderdik doktora. Yol boyunca tekrar ederdi. Tembel baban! Sorumsuz baban! Doktorun kapısında bekler, annem ölmesin diye dua ederdim. İstiklal Caddesi'nden yürüyerek eve dönerdik. Annemin bacaklarından kanlar akardı. Ben korkuyla anneme bakardım. Ölecek sanırdım. Üzülmesin, daha fazla canı yanmasın, ölmesin, tembel ve sorumsuz babamdan bir an önce kurtulsun diye okumak, çok para kazanmak, büyümek isterdim.

Benim bir annem vardı ama, öldü. 12 yaşındaydım. Hatırlıyorum. Bugün gibi aklımda. Katina Teyze'de kahve içiyordu ölmeden önce. O son yudumu alan yüzünü, parıltılı gözlerini ve sesini hatırlıyorum. Gece eve gelmemişti. Neden gelmediğini anlatıyordu. Daha fazla anlatmasın diye içimden yalvararak dua ediyor, gözlerinin içine bakıyordum. Görüyordu. Ama yine de ölmeye devam ediyordu. Annem bir adama aşık olmuştu. Çok aşıktı. Ama umutsuz bir aşktı onun yaşadığı. Adam, "bırak kocanı benimle gel" demişti. "Gelemem benim bir evladım var" demişti sevdiği, aşık olduğu adama, şimdi de anlatıyordu. Fedakarlık ediyordu. Ertesi gece, sonraki gece annem eve daha sık gelmemezlik etmeye başladı. Geldiği zamanlarda da durmadan o adamı anlatıyordu. Duyuyordum. Günlerce, haftalarca susmadan, beni umursamadan anlattı. Sanırım bu ihaneti anlamlı bulmaya zorlanıyordum. Babamdan çok çeken, gün yüzü göremeyen genç kadın kendini buluyordu, ben annemi kaybediyordum.

O hafta, iki gece üst üste annem eve gelmedi. Aptal bir yalanla geçiştirilmiş babamın esrarlı sigarasını sarmasını gözledim. Sardı. İçti. İzledim. Bir tane daha sardı. Bekledim. Son sigarasını sardığında, "Annem başka bir adama aşık" dedim. Dinledi babam. Ne biliyorsam anlattım. Sen o adamı hiç gördün mü? diye sordu babam, görmedim. Evine gittin mi? diye sordu babam, gitmedim ama o kadar dinledim ki elimle koymuş gibi bulurum yerini dedim. Git yat, dedi. Yattım ama uyumadım. Sabah olsun istemedim. Sonra.. Annem eve gelemedi. Biz, baba-kız yaşadık. Bir süre. Beş- altı ay kadar. Beceremedik. Babam, annemin eve dönmesine izin verdi. 12 yaşındaydım ve baba-kız yaşamamız zordu. Babam öyle diyordu. Annemin dönmesine izin verdi ama ananemi istemedi babam. Annem eve döndükten altı ay sonra ananem vefat etti.

O sabah ananemi ziyarete gidecekti. Ben gitmek istemedim. Dayak yedim, ama gitmedim. Ben gitmeyince annem de gitmedi. Yalnız gidemiyordu nedense. Akşam üzeri annesinin ölüm haberi geldi. Ertesi gün, beni evde bırakıp Katina Teyze'yle cenazeyi kaldırmaya gitti. Eve döndüğünde üzgündü. Çok ağlıyordu. Ağlaması öfke krizine döndü ve "annemi son kez göremedim senin yüzünden" diyerek beni dövmeye başladı. Elinden zor kurtardılar. Komşular kapıyı kırarak içeri girdiler ve beni elinden aldılar. O gün kendine hiç gelemedi. Beni her gördüğünde deli gibi saldırıyordu. Anneme iğne yaptırdılar ve babamı çağırdılar. Ertesi gün babam evden hiç gitmedi. Evdeki bütün kesici aletleri toplayıp kilitledi. Annemi yalnız bırakmamamız gerektiğini, çok üzgün olduğunu, kendine zarar verebileceğini ve iyileşmesi için hastaneye yatıracağımızı anlattı. Ertesi sabah annem hastaneye yatacaktı. O gece tuvalete gitmek istediğini söyledi. Babam onunla tuvalete girmek istedi. Ama annem, yanına beni istedi. Girdim. Tuvalete oturdu. Yüzüme bakıyordu. Mermer kurnanın üzerindeki küçük, sarı tırnak makasına gözüm takıldı. Annem, "sana öğle bir ders vereceğim ki ölene kadar unutamayacaksın", dedi. Korktum. Makası alıp kendine zarar verecek sanıyordum. Tuvaletin yanında duran çamaşır suyu şişesini alıp içmeye başladı. Şişeye hamle yaptım, ama elinden almayı başaramadım. Bağırtımıza babam geldi. Beni dışarı çıkardı. Saatler sonra annemi alıp götürdüler.

Bir ay yattı hastanede. İyileşmiş ve eve dönmüştü. Doktorların verdiği ilaçları içmemişti. Şehir efsanesi gibi anlatıyordu. Önceleri ilaçları içmiş, uyuşmuş. Sonra yan yatakta yatan bir kadının tavsiyesi üzerine ilaçları camdan atmıştı. 13 yaşındaydım. Annem iyileşmişti. Kendisi de bundan emindi. Ama dayaklarına, babamla kavgalarına ve zoraki sokak gezmelerimize bir de öfke kusmaları eklenmişti. Hayatını yaşamasına, mutluluğu yakalamasına engel olmuştum. En önemlisi anlaşmayı bozmuş, konuşmuştum. İhbarcı olmuştum. Oysa ben anlaşmamızı hiç bozmadım. Son kez tokat atmaya kalkıştığında 16 yaşındaydım. Elini tuttum. Bir daha dövmedi. Ama hırpalamaktan hiç vazgeçmedi. İstemediğim hiçbir şeyi yaptıramadı. Ama ruhumu acıtmaktan hiç bıkmadı. "Neden babana anlattın?"diye hiç sormadı. Beni anlamayı denemedi. Haklıydı. Hesap ağırdı, altından kalkamazdı. Faturayı bana kesti, hayat devam etti.

Büyüdüm. Kocaman kadın oldum. Olanı biteni el yordamıyla anlamaya çalıştım. Affettim. Önceleri samimi ve içten bir özür bekledim. Sonra ondan da vazgeçtim. Kabullendim. Uzlaştım. Yola devam ettim. Yalnız kalmayı öğrendim. Korkmamayı öğrendim. Ne düştüğümü söyledim, ne canımın yandığını anlattım, ne kimselerin dizine yatıp ağlayabildim. Kimseye fazla yaklaşmadım. Çok fazla anlatmadım. Akıl sağlığımı korumaya ve tek parça kalmaya çalıştım. Gözü yaşlı o küçük bir kız çocuğunun emaneti olan bu kadından hiç vazgeçmedim, hiç saygısızlık yapmadım, hiç yalnız bırakmadım. Evet, benim bir annem vardı. Çok severdim. Çok uzun yıllar önce öldü. Başım sa'olsun!

.

21 yorum :

acilin ben doktorum dedi ki...

bu anlattiklarin gerçek mi? eger gercekse ve sen amerika'da yasasaydin seni o kadindan alirlardi ve bir daha 100 metre yanina yaklasmalarina bile izin vermezlerdi. ne icin müsaade istiyorsun bilmiyorum ama bence durdugun kabahat ranini... arkana bile bakma, lutfen..

Smoking kills dedi ki...

sakin ol lütfen ve lütfen uyu. yarın sabah olacak tek şey var. gidip doğal gazı açtırman lazım, hadi uyu :)

Gulhan dedi ki...

iyi ki yarayi acip temizlemeye calisiyorsun ranini. bazen yuzlece kere de anlatsa insan, kovalarca da aglasa o yara bir turlu temizlenmiyor, kapanmiyor.

bazen yapacak tek sey kaliyor geriye, acilarin insani esir almamasi icin, geriye, cok geriye gidip insanlari o zamanki sartlarina gore tahlil etmek, anlamaya calismak... onlara ogretilenlerle, o sartlarda yapabileceklerinin en iyisini yapmadiklari belli, ama en azindan yapmaya calistiklari icin olsun sen durdugun yerdesin bugun...

süha dedi ki...

raninicim,

sadece kocaları izin vermediği için analarını babalarını aramayan sormayan insanlar var ve senden daha rahat yaşıyorlar. kendi ayaklarının üzerinde duruyor gibi görünüyorsun ama kendine ait bir hayatın olduğunu kabul etmemişsin. senin kendine ait başka bir hayatın olduğunu, onu idame etmek zorunda olduğunu ve annenden sorumlu olmadığını ancak "elinden geleni yapabileceğini" anlarsan, rahatlarsın. sana bunları söyleyecek, seni bu konuda teskin edecek, ikna edecek, tanıdığın arkadaşın ya da dostun hiç olmadı mı etrafında?

adım dedi ki...

...evlâdır sükût ahkâmdan. ahali yazar, söyler, eder, aç bi-ilaç haller.

mcdonell dedi ki...

yazının ortalarına doğru bunları okumaya hakkım olup olmadığını düşündüm. daha önce de yazmıştın aileni; onlarda sert ve şiddet içeren yazılardı belki ama bana hep çocukluğumu hatırlattığı için gülümsemeyle okuyordum onları. bu yazının üzerine ne söylesem boş.

zelmac dedi ki...

bugün bir yazı okudum, ağladım :(

Anonymous dedi ki...

msn'deydin.. seni görünce aklıma geldi blog.. geldim yazıyı okudum.. sonra msn'e döndüm tekrar.. sana birşeyler söyleyecektim.. ama yoktun.. iyi ki yoktun..

evren çeperli dedi ki...

27 yaşındayım. liseyi bitiremedim. babam her gece içer. ne annemi ne de beni dövmedi. ama annem beni döverdi. babamın iyi bir işi vardı. battı ve işini kaybetti. annem babama sinirlendiği zaman "sen olmasan beş dakika dayanmam bu sarhoşa" diyerek bağırırdı. hala annemin bu lafları kulaklarımda yankılanır. elim ekmek tutmaya başladığında anneme "boşan babamdan" dedim. boşanmadı. hala da babamla yaşıyor. artık çok az görüşebiliyoruz. haftada 1-2 gün telefonla konuşuyoruz. fiks cümlesini söylemekten vazgeçmiyor. artık dertlenmelerini duyunca üzülmüyorum çünkü yalan söylediğini biliyorum. yıllarca kendimi annesinin hayatını çalan bir çocuk zannettim ve hayatı kendime kahrettim. kimseye faydası olmadı sadece bende kapanmayan yaralar açtı. tek bir laf çoğu zaman falakadan daha çok zarar verebiliyor. annelerimiz eski zamanda yetişmişti çocuk yetiştirmeyi bilmiyorlardı. pekiyi acaba şimdiki genç anneler biliyor mu? işten eve yorgun gelen ve onunla oynamak isteyen çocuğuna
" uslu dur çok yorgunum" diyerek masumca müdahale eden, onu odasına yollayan anneler de çocuk üzerinde travma yaratabileceklerini biliyorlar mı? ana baba olmaya yeterlilik belgesi almadan ürememesi lazım insanların. ingiltere'de kedi köpek edinirken bile yeterlilik beyan etmek zorundasın biliyor musun?

bir önceki yazında "sağlığım yerinde, işim var, evime taşınıyorum" demişsin. yazdıklarına bakıyorum taş gibi bir "insan" olmuşsun. bütün yaşadıklarına rağmen iyi bir insan olmaya çalışmışsın. hayattan vazgeçmemişsin. o yüzden yazdıklarının önemli birer ders olduğunu düşünüyorum. "yaşamaktan bıktım" diyebilenlere en iyi örnek sensin çünkü yaşıyorsun :)

tuba dedi ki...

ben geldim okudum gittim :(

içim çok acıdı birde.

tuba

raziye dedi ki...

herkesin bir hikayesi vardır. ancak bazılarının kendi hikayelerini anlatacak yüreği vardır.

bana dokunan hikayenizin dokunaklığı değil, sizin katıksız samimiyetiniz ve gerçeklerle yüzleşebilme gücünüz. keşke bunu bu yoldan öğrenmeseydiniz diyeceğim ama hayat acı yoldan öğretmeyi seçiyor çoğu zaman bize sormadan.

Gulhan dedi ki...

su amerikadaki cocuklarin ailelerinden alinmasi isini biraz acmak istiyorum musadenle Ranini. Evet cocugun dovuldugu bilinirse cocuk aileden aliniyor, bu dogru, ama nereye gidiyor? bir de onu yazmak lazim.
cocukken aileden koparilip baskalarinin evine gonderilmenin dramindan bahsetmiyecegim, cunku bazen gerekli oluyor care yok, biliyorum, ama zaten cocuklarin yaridan fazlasi baska aile fertleriyle kaliyorlar anne ve babanin yanindan alinsalar bile. o gittikleri evlerde daha iyi muamele gormediklerini de biliyoruz, isin o kismi daha icler acisi, ama konu da o degil. ama o sistemin icinde kaybolmak cok kolay. olusu bile bulunamayanlar var.
ama foster cocuklari denen bu cocuklar 18 yasina geldiklerinde sistemin disina atiliyorlar.

yuzde 54 u lise diplasi aliyor
yuzde ikisi universite bitiyor
yuzde 84 u anne baba oluyor
yuzde 51 i is buluyor
yuzde 30 unun saglik sogortasi yok
yuzde 25 i sokaklarda yasiyor
yuzde 30 u devlet yardimi aliyor (cocuklu fakir kadinlara verilenlerden)

zaten yuzde 51'i ilk iki yil icinde aileleri ile birlestiriliyor. sitemin oyle bir cabasi da var.

oyle cocugu evden alinca cocugun hayatinda hersey gulluk gulustanlik olmuyor goruldugu uzere Amerikada.

NN dedi ki...

Ranini
uzun cümlelere gerek yok
iyiki varsın.

kadıköylü dedi ki...

anayı babayı tedaviye alsalar belki daha iyi olur ;) ranini hiç sesin çıkmıyor. birşeyler yaz, üzme bizi. seni kızdıracaktım ruhsar-kemal meselesi için yapamadım :))

gülcan dedi ki...

Canım arkadaşım beni ağlattığını hiç ama hiç hatırlamıyorum.30 sene sonra ağlatıyorsun haberin olsun.

Goddess Artemis dedi ki...

Bu yazına yorum bırakmakla bırakmamak arasında gidip geldim bir süre. Ama yazmasam olmayacaktı...

İçimi acıttı ve kişisel eski defterlerimi, eski hesaplarımı anımsattı bana yazın. Bu yazdıklarının onda birini 12-18 yaş arasında yaşamış olduğum halde, 19 yaşımda gömdüm ben annemi. Gördüğüm uzun terapi sonrası, geçen hafta kaybettiğim rahmetli doktorum sayesinde asıl suçlunun annem değil babam olduğunu anlayınca, 24 yaşında da pederi gömdüm.

"Yaşayan Ölülerin Gecesi" filmini izlermiş gibi davranıyorum onlara. Aramızdaki zombilerden kurtuluş olamıyor çoğunlukla, tamamen parçalara ayırmayı başaramadığımız için. Tâ ki, temelli toprağın altına koyuncaya kadar. Eh, ölümsüz değiller, o günleri de göreceğim!

felek melek dedi ki...

raninicim, bak gerçekten endişe etmeye başlıyoruz blog okurları olarak. nasılsın, iyi misin? ses ver yazı yaz. huuu! sadece yorum yayınlıyorsun.

ranini dedi ki...

endişeye mahal yok. iyiyim. yazdım kustum üç- beş ay daha idare ederim ;)

Hadsizin Başkanı dedi ki...

@Ranini'm,

Yazdıysan rahatladıysan ne mutlu sana Oh la la :) Neyse, sana bi haberim var güzelim beeeea :) Kızım kızıııım seni MİMledim :P Biliyorum böyle şeylerden hazzetmiyosun ama MİM'in konusu: "çantamızda neler var?"... Ben döktüm resmini de çektim çantamın içindekilerin eeee sıra şimdi de sende :))) Yapmazsan da sorun yok :P Hadi öptüm dizilerin ve TV dünyasının huysuz net "elleştirmen"i :)))

ranini dedi ki...

başkan,

akşam görevimi yerine getiririm :)

Hadsizin Başkanı dedi ki...

Tamam canım benim :))) Bana bak ayıp şeyleri göstermesen de olur heeee :P Ne bileyim tabuklar var da :)))