Yine mi o kahpenin yanından geliyorsun diye, sulu sepken söyleniyordu annesi o gece. Fethi Usta'nın okkalı tokadına sığınıp, tenezzül etmediği cevabı adı gibi biliyordu, Veli. Babası akşam olunca eve gelmiyor, çocuklarıyla sofraya oturmuyor, hep o matbaada vakit tüketiyordu. Onu değil kağıt bobinleri kucaklıyor, makina ağzından çıkan taze boyalı kağıtları okşuyordu, şefkatle, saçları yerine.. Gözüne mi inanmayacaktı? Veli, babasını çalan, anasını ağlatan o kahpe matbaayı kül etmeye yemin etti nihayetinde. Gün ışıyana kadar gözüne uyku girmedi. Yastığının altında sakladığı el yapımı iskarpinlerini giymedi. Kararlıydı. Koltuğa terk edilmiş meşin ceketin cebinden aşırdığı anahtarların şıkırtısını saymazsak, sessizdi sokaklar. Hızlı hareketlerle tüketti menzilini. Tiner bidonunu kağıt bobinlere boca etti. Aleve verdi matbaanın sabah mahmurluğunu. Babasına o kadar kırgındı ki o kağıt bobinlerden sızan kirli kara duman kalp ağrısına derman olur zannetmişti. Olmadı. Magenta Necmi'nin bilinmeyen bir sebeple, uzun zamandır matbaada uyuduğunu ve Veli'nin bütün planlarını bozacağını hesaba katmamıştı. Duman, arka odalardan sızıp Necmi'yi uykusundan edince, Veli'nin babasını gülümseten, neşelendiren, tek gurur kaynağı yani o gürültücü, izbe, leş kokan matbaayı yok etme planı suya düşmüştü. Sırılsıklam giysileriyle matbaanın önünde dikilirken o bayram sabahı, Fethi Usta tıslayarak hediye etti lakabını: Haydut! 10 yaşındaydı..
Oysa Veli'nin derdi haydutluk değildi. Veli'nin kavli yaramazlık yapmak değildi. Var'oluşuna mânâ arıyordu, alt tarafı. Babasının sevgisini sınıyordu, çocuk aklıyla ve her seferinde Fethi Usta sınıfta kalıyordu. Böyle öğrendi Veli kötülük yapmanın inceliklerini. İnsan oğluna yükte de, pahada da ağır darbeler indirmeyi böyle ezber etti. Oyun gibi.. İnce ince damıttı, mühürledi ruhuna, kötülük denen mücevheri. Baba oğul arasında söze dökülemeyen bu gizli husumet, Veli'nin ruhunu incittikçe, hayatla bağını güçlendiriyordu, maalesef..
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder